Çocuklarla Eurodisney! Devam:)

EuroDisney maceramızın kalan yarısını kelimelere dökmeye elimizde olmayan sebeplerden dolayı ara verdik.:) Dönüşümüz gidişimiz kadar eğlenceli olmadı maalesef. Havaalanında kar yağışından dolayı kaynaklanan aksaklıkların tümünü çocuklarla beraber yaşamak zorunda kaldık. Oğlum hayatında yaptığı bu ikinci uçak macerasında da havaalanında 18 saat bekledikten sonra, tüm uçuşların böyle olacağını zannetmeye başladı. Gelişmiş ülkelerin çoğunda vatandaşların ”doğal” hukuksal hakları olduğu için, o vatandaşlar haklarını aradılar. Bizler ne yazık ki 18 saat boyunca ”uçak şimdi geldi, gelecek” oyalamalarıyla kliması soğuğa ayarlanıp, açılmış ortamda beklemek zorunda kaldık. Ne yapalım? Hal böyle olunca geldiğimden beri iyileşmeye çalışıyorum. Bereket, çocuklar iyi durumdalar.:)

 

Walt Disney Oyun Parkında keyifli bir gün geçirdik ve sonra bizi alıp Paris’e götürecek görevliyle buluşmak üzere otelimize gittik. Bilin bakalım ne oldu? Buluşma saatinin üzerinden bir çeyrek saat geçipte arkadaşla buluşamayınca telefon ettik ve unutulduğumuzu anladık! Hopppa!!!
Walt Disney Stüdyolarına giriş

EuroDisney maceramızın ikinci gününü öğleden sonra noktalamaya karar verdik. Binilecek aletlerin hemen hemen hepsinin açık alanda olması ve soğuk havada her birinde en az bir saat beklemek çocuklar dahil olmak üzere hepimizi yordu.

Hollywood Bulvarı’nda yürüdükten sonra, meşhur Hollywood yazısı karşımızda!

 

Buzz Lightyear!

 

Metro istasyonunda lahana adam gibi giydirilmiş Kuzey!

 

 

Otel odamızdan gürünen Triniti Kilisesi!

Ortalama 1.5 saatlik bir gecikme ile buluşma ayarlanınca doğru Paris’e otelimize doğru yola çıktık. Opera Bölgesi’nde olması gereken otelimizin yerinin pek de orada olmadığını öğreniyoruz ama neyse ki çok uzak bir bölgede değiliz. Otel sahip olduğu yıldız standartına oranla çok güzel. Bavulları otele atar atmaz çocukları Eyfel’e çıkarma kararımızı uygulamak üzere fırlıyoruz.

Paris’te buz gibi bir hava var. Eyfel’in önünde uzanan kuyruk başımı döndürse de, yapacak bir şey yok. Oğlanlar güzel Paris kafelerinin değerini anlayıp, hakkını teslim edecek yaşta değiller! Yüksek kulenin ayaklarının altında, ellerinde ”free kiss” pankartıyla bekleyen kimsecikler yok. Bu havada beleş öpücükte yok!
Sanırım bir saat boyunca asansör sırasında bekliyor ve sonunda asansöre bindiğimizde havaya soğuk bir nefes üflüyorum. Son kata bizi ulaştıracak asansöre geldiğimizde yine sıraya giriyoruz. Paris, bu sefer bize  kuyrukta beklemeyi öğretme çabası içinde anlaşılan.

Yukarı kata çıktığımızda artık karanlığa dönmeye başlamış gökyüzüne ve aşağıda sisler ardında gözüken şehre bakıyoruz. Karanlıkta makinanın çekmeyi başarabildiği kadarıyla fotoğraflar çekiyoruz. Gustave Eiffel’in odasına bakıyoruz. Sıcacık odasında karşısında Edison’la oturmuş, derin bir sohbete girmiş. Donan ellerimin acısı, Eyfel’le olan aşkımı kısa kesmeme sebep oluyor. Bu şehirle ilgili alışılagelmiş bir rutini oğlumla beraber bir turist edasıyla tamamlamış olup, yarı hacı oluyoruz sanırım:))
Hadi diyorum, hızlı adımlarla Montmarte’a!

Moulin Rouge ile uzaktan ilk tanışma

 

Metro bizi katedralin yakınlarına buırakıyor. Amacımız önce karnımızı doyurmak! Hedef Leon de Bruxelle!

Sonunda açlıktan gurulduyan midelerimize ziyafet zamanı!

 

Yorgunluğumuzu alacak biralarımız:) Annelerin keyif zamanı!

 

 

 

Nefis gözüküyor değil mi?

 

Midye çeşitlemeleri

 

Bu güzellik benim mideme teşrif etti:)

Annesinin oğlu:))) Midyeyle dolu kocaman bir makarnayı ağzını  şaplata şaplata mideye indiren oğlumla gurur duyuyorum. Normal yüzlerce yemeği yemeyip, içinde sos ve deniz ürünü barındıran tüm yemekleri babasına inat mızmızlanmadan yiyen bir oğlum var:)) En azından kısa gezmelerin çoğunda sorun çıkarmıyor. Biraz gaz versem, salyangozu da dener gibi geliyor. Buna şimdilik ben de cesaret edemedimden, oğlanı kobay olarak kullanmak bir anneye yakışmaz diye düşünüyorum. Belki bir sonraki sefere!

 

Montmartre bomboş, kalan tek tük dükkanlarda kapanıyor.
Ressamlar tepesinde yorgun bir gülümseme. Artık otele dönmek istiyor.
Arkadan da olsa, kiliseeye kaçak bir bakış!

Karnımız doyunca yorgunluğumu hafiften üzerimden atıyorum ve Montmarte’a çıkma fikri pek de fena gelmiyor. Ağır aksak adımlarla yüksek tepeye çıktığımızda ortalarda in cin top oynuyor. Ressamlar Tepesi’ni mesken edinmiş tüm sanatçılar evlerinin sıcağına çekilmişler. Bizim için de artık otele dönüp dinlenme vakti!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Çocuklarla Eurodisney! Devam:)” yazısında 2 düşünce

  1. zero diyor ki:

    Çok keyifle okudum gezinizi, gülümsedim bol bol. Kuzeycim… O minik saf hallerini, masumiyetini hep taşısın içinde dilerim:)

    Midyeler müthiş görünüyor ve inan ben de Kuzey'le gurur duydum:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir