Rüzgarın Adı ve Bilge Adamın Korkusu…

Yazsam mı yazmasam mı diye düşünüp dururken işte buradayım yine. Ara ara yazmaya dair durumlarım değişir oluyor bende. Bir ara blogun yazıyı emen beyaz boşluğuna yazı yazmaktan keyif alır oluyorum, ara ara da yine klavyenin yardımıyla herhangi bilgisayarımda herhangi bir ”word” dosyasına. Tuhaf değil mi?
Bu aralar kağıtların kokusunu çekiyor burnumun kanatları! İşte aynen böyle. Kağıdın üzerinde kalemin hışırdamasını duymak iyi geliyor bana. Işıklı sayfalara yazılmış kaç tane yazım var bir kenarda bekleyen, bir türlü içime sindirip basamıyorum ”yayınla” tuşuna.

Bu ara okuma halleri var üstümde… Bu duruma da, en çok ev hali yakışıyor vallahi! Geçen hafta deli deli yağan kar nasıl iyi geldi bana. İşi de astım, hem de içim hiç sızlamadan. İlk gün kedi gibi kıvrıldım koltuğun rahat köşesine, elime aldım çayımı. Yağan kara ayıp olmasın diye, arada kalkıp cama uzandım. Biraz seyrettim, evin ahalisinin kar coşkusuna engel olmamak için sitenin bahçesinde onların sevincine ortak olarak üşümeye gayret ettim. Üstüne üstlük oğlumun ”anne sen hiç kar yedin mi?” sorusuna dürüstçe ”hayır” cevabını verdim. Evin coşkulu sakinleri cevabım karşısında üstüme gelme fırsatını ellerinden kaçırmadı. Ciciannemiz ”ne, olur mu öyle şey, karın üstüne pekmez de mi döküp yemedin?” sorusunu soru olmaktan öte, ayıplayan bir kahkaha ile tamamladı. Koca kişisi hâlâ cezalı.
Ben daha çok kitabımın beni esir almış dünyasının içinde gezinip duruyordum. Dışarıda yağan kardan ziyade, hem tanıdığım dünyada hem de büyülü bir diyarda bir o yana, bir bu yana gidip gelen tek bir ayın peşindeydim. Söyleyin bana, iki dünyanın paylaştığı tek bir ayın peşine kim takılıp gitmez ki?
Fantastik Edebiyatı sevenler vardır, bir de sevmeyenler. Mesela ben, Tolkien’in dünyasında köşe bucak gezip tozarken, karşıma çıkan her arkadaşıma bir bir o dünyayı anlatırken, Orta Dünya’yı hiç sevmeyenler olduğunu anladığımda şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım.
Şu yerkürede yaşayan nasıl bir insan Tolkien’in yarattığı dünyayı sevemezdi?
Bu arkadaşlarımı hâlâ anlayabilmiş değilim. Eh, üzgünüm yapacak bir şey yok! Onlarda benim bu durumumu anlamasınlar, olsun bitsin.

Tolkien’in dünyasından sonra çok fantastik kitap okudum. Bir tek Ursula’m vardı acımı dindiren.
Patrick Rothfuss benim keşfim değil. Kitapçı raflarında gezinip dururken bir başkası buluverdi onu. Rüzgarın Adı‘nı bir çırpıda okuyuverdi. Sonra da başladı ballandıra ballandıra kitabın ne kadar güzel olduğunu anlatıvermeye. Arada bazı zamanlarda, lafın yeri geldiğinde ufak hikâyeler anlattı kitabın içinden aklımı çelecek. Merakım giderek artarken, son darbeyi vuruverdi ve şöyle deyiverdi bir anda bilerek ve isteyerek: Bir gün sende benim gibi kalın kitaplar okuyabileceksin elbet!
Sonra bu kelamı eden sevgili koca, uzunca bir süre sızlanarak kitabın ikinci cildini bekler oldu. Okuduktan sonra dilinden düşmeyen Kvothe’yi artık ben de merak ediyordum. 
Kitabın konusuyla ilgili anlatacaklarımın hiçbiri, okumak isteyeceklerin okuma keyfine zarar vermeyecek. Zaten istesem de şimdilik iki ciltten oluşan kalın kitabın konusunu anlatmam mümkün olmayacaktır.
2012’nin son haftasında elime aldığım kitabın tadı hâlâ damağımda. Kızıl saçlı Kvothe, bir Edema Ruh. Kumpanyası ile beraber gezip, gittikleri yerlerde halkı eğlendiriyorlar. Harcamaları bir hami tarafından karşılanıyor, lavtalarını çalıp gittikleri her yere müziklerini ve neşelerini taşıyorlar; lakin bir gün annesi ve babası söylememeleri gereken bir şarkı söylüyor ve nerede oldukları bilinmeyen kadim bir grup tarafından katlediliyorlar.
Hikâye bundan sonra başlıyor ve şimdilik iki bin sayfa boyunca gidiyor.
…devamı mı?
Ben de şimdi herkes gibi çıkacak 3. kitabı merakla bekliyorum.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Rüzgarın Adı ve Bilge Adamın Korkusu…” yazısında 8 düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir