Edinburgh’a giderken özellikle görmek istediğim iki yer vardı: Biri Writers’ Museum idi. Kitapları, yazarları, kahramanları sevip de Yazarlar Müzesi ‘ne uğramadan dönmek olur mu?
”Yazarlar Müzesi”, hepimizin artık yakinen tanıdığınız Royal Mile üzerindeki bir geçidin içinde yer alıyor. İskoç halkı ve İskoç Edebiyatı için çok kıymetli üç yazarın kişisel eşyalarının, yaşamlarını gözler önüne seren fotoğrafların sergilendiği küçük bir müze. İngiltere’de de İskoçya’da da en çok hoşuma giden şey, müzelerin hemen hemen hepsinin girişlerinin ücretsiz olması.
Yazarlar Müzesi Royal Mile üzerinde bir geçitte saklı.
Düşünsenize insan her istediği an, bu müzelerden herhangi birine girip zaman kısıtlaması olmadan gezme şansına sahip. Ben bir müzeyi bir kerede bütün dikkatimi vermeye çalışarak gezmeye çalışacağıma, küçük küçük keyif kaçamakları yaparak gezmeyi tercih edeceğim. Sanırım Edinburgh postlarımda uzun uzadıya yazmayacağım ama yine şehir merkezinde bulunan National Gallery de kesinlikle gezmeye değer bir müze. Pek tabii, burası da ücretsiz.
Şimdi anlatmaya çalıştığım konuya dönecek olursam;
Yazarlar Müzesi’nde Robert Burns, Sir Walter Scott ve hepimizin çocukluk kitaplarımızdan tanıdığı Robert Louis Stevenson’a ait portreleri, nadir baskı kitapları ve yazarların kişisel eşyalarını görebiliriz. Ne yazık ki içeride fotoğraf çekmek yasak. Bu yüzden elimde müzenin içine ait hiç fotoğraf yok.
Burns’un yazı masası, Sir Walter Scott’un kendisine ait yemek odası takımı içeride sergilenen kişisel eşyalardan bazıları. Kapıdan içeri girip merdivenlerden aşağıya indiğiniz zamansa Stevenson’un dünyasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz.
At sürerken kullandığı eskimiş botlar bir köşede sergileniyor. Duvarlar Stevenson’un siyah-beyaz fotoğraflarıyla dolu. Kendisinden geriye kalmış en değerli eşyalardan biri de Samoa’da yaşadığı zamandan kalan Samoa’li kabile şefinin kendisine hediye ettiği yüzük. Üstünde ”Tusitala” yazıyor. Anlamı, ”Öykülerin Anlatıcısı” demekmiş.
Fotoğraf: Şuradan! |
Kitapseverlerin Edinburgh’a kadar gitmişken kesinlikle uğraması gereken bir müze burası.
Sonra, demedi demeyin!
Peki İskoçya’da biz başka neleri gezdik?
İskoçya hazırlıklarımızı okumak için BURAYA
Edinburgh ve Royal Mile hakkında bilgi almak için BURAYA
Edinburgh’un tepeye konuşlanmış kalesinde gezinmek için BURAYA
Edinburgh’da ne yenir diye merak ediyorsanız BURAYA tıklayınız.
En ucuz uçak bileti fiyatları için http://www.missbilet.com/ adresini ziyaret ederek hem uygun fiyata seyahat etme şansını hem de birçok farklı havayolu şirketinden birini seçme şansını yakalayabilirsiniz. Birçok kampanyadan da yararlanmamız mümkün.
Oyy oyy gitmek için ne harika bir yermiş. Orada kendimi kaybederdim sanırım. Öyle çok özledim ki müze gezebilmeyi, tarihe yolculuk işte bir nevi, zamanda yolculuk. Ben mesela şöyle bir hayal de kurarım zaman zaman öyle olmalı ki tanımadığımız ve kimilerine göre toplumda bir değeri olmayan insanların da kendi hayatlarına dair müzeleri olmalı. Herkesten parçalar içermeli ve oraya girdiğimizde bir insanın hayatına sızdığımızı derinden hissetmeliyiz, merakla daha çok görmek istemeliyiz. Ben mesela bit pazarlarındaki o kimsenin tanımadığı insanların fotoğraflarından oluşan yığınların içinde dakikalarca kaybolan biri olarak o müzede yatabilirdim herhalde:):):)
Tuğba ne kadar haklısın. Ben de senin dediğin gibi bir müzenin içinde kaybolabilirim. Bana Paris'i bu kadar çok sevmemin ana sebeplerinden biri bu dediğinmiş gibi geliyor mesela: Her sokağın anlatacak bir hikâyesi, her kafenin ağırladığı bir yazar, her mezarın insana tanış bir misafiri var. Eski yaşamlarda unutmamamız gereken öyle çok şey var ki! Edinburgh'da gezdiğimiz müzede olduğu gibi, R.L. Stevenson'un botları yazarın yaşamına ayna tutuyor. O botların yazarın ayağında kaç yıl geçirdiğini anlayabiliyorsun.
Biraz nostaljik, geçmişe tutkun bir yanım var. Beni de seven böyle sevsin diyorum; az biraz naftalin kokulu 🙂