Elif Batuman ve Ecinniler kitabı eşliğinde kısa bir yaz tatili…
Sorento’da deniz otobüsünden indiğimizde bunaltıcı sıcak yüzüme vurmuştu. Procida’dan buraya kadar olan yolculuk boyunca sadece bir gece kaldığımız bu adayı düşündüm. Yolumu düşürdüğüm adanın üstünü tümden bir çamurla sıvamak istemiyordum ama beni o adaya sürükleyen sebepleri de düşünmeden edemiyordum.
Şunu öğrenmiştim: Biri gittiği bir adadan şu cümleyi kurarak bahsediyorsa uzak durman gerekiyordu. (Yazının tamamını merak edenler buraya.)
”İki günümüzü geçirdiğimiz harika bir adaydı. Hayat önünden ağır ağır akıp geçiyordu. Zaman akarken sen de adadaki esnafı tanıyor, kasabın şişman karısıyla, marketteki flörtçü kasiyerle selamlaşıyordun.”
Bunun açıklaması şöyle bir şey olmalıydı: Ada küçük, yapacak hiçbir şey yok. Buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Yine de mademki buradayım arkadaşlarıma burası matah bir yermiş gibi bahsedeyim.
Sanırım ben de tam bu durumdaydım. Soranlara adanın nefis olduğunu falan söyleyecek değildim elbet ama yanımdaki iki kişiye karşı da tümden teslim olmak istemiyordum. Selçuk ufaktan mırıldanıyor, sesini bana duyurmaya çalışıyordu. Altta kalmadım, ben de birkaç cümle kurdum, ima etmeye çalıştığı tüm cümleleri kendimden uzaklaştırdım.
Bir İtalyan Adası: Procida
Procida‘da feribotun kalkacağı iskelenin karşısındaki köhne kafede oturmuş saatin gelmesini beklerken elimdeki kitabı okuyordum. Bir keresinde yerimden kalkıp bilet gişesinin önüne gittim ve biletleri yakıp yeni biletlerle buradan uzaklaşma teşebbüsünde bulundum. Ne yazık ki iskeleden ayrılmakta olan tekne Napoli’ye değil de başka bir yere gidiyordu. Mecbur köhne kafeye geri döndüm ve garsonun getirdiği sarımsaklı ekmek dilimlerini kolayla katık etmeye başkadım. Çay bile söylememiştim. Burası keyifle çay içilecek mekanlardan değildi. İskeleye başka tekneler yanaştıkça benim de buradan gitme isteğim artıyordu. Oturduğum plastik sandalyeden bir kez daha kalktım. Bizim teknenin bağlı olduğu gişe sonunda açılmıştı. Böylece elimdeki internet çıktısını bilete dönüştürebilir, o esnada da biletin saatini öne çekmek için bir girişimde bulunabilirdim.
Yaşlı bir İtalyan kadın gişenin ardında oturuyordu. Başka bir İtalyan kadınla konuluyor ve kahkahalar atıyordu. Bir şey demeden elimdeki kağıdı aldı ve biletlerimi verdi. İngilizce bileti öne çekme çabalarımı sinek savar gibi salladığı eliyle bir hamlede savurdu. Mecbur bizimkilerin pineklediği kafeye geri dönüp kitabıma gömüldüm.
Elif Batuman ve Rus Yazarlar
Elif Batuman’ın Rus yazarlarla ilgili yazdığı kitabını çantamdan aldım. Tüm yolculuk boyunca kitap bana eşlik etmişti. Keyifle okuyordum. Yazar, Rusça’dan sonra Özbekçe öğrenmek için Özbekistan’a kadar gitmiş, oradaki koşullara uyum sağlamaya çalışıyor ve bu esnada da hiç dırdır etmiyordu. Bu durumla kendi durumum arasında ister istemez bir paralellik kurdum. İkimizde kendi isteğimizle başka ülkelere yolculuk etmiştik. Gerçi ben bunu ulvi bir sebep uğruna yapmıyordum ama olsun. Okuyucu her zaman yazarla yakınlık kurmak ister. Yine de kendi durumumu daha avantajlı görüyor olmalıydım ki yazarın bir an önce Semerkand’dan ve kendilerinden karıncasız reçeli esirgeyen kadından uzaklaşmasını istiyordum. Bu sırada saat ilerledi; oysa neredeyse ada yaşamında zamanın yavaş aktığına inanmak üzereydim. Yaklaşan deniz otobüsünü görünce vakit geçirmeden toparlandım. Kırk beş dakikalık bir yolculuk sonunda Napoli’ye ulaştık.
Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol