Bildik bir kış günü…

     Bu sabah kalktığımda içimde her şeyi yapmaya yetecek kadar güç vardı. Gece geç saatte eve geldiğimizden ev ahalisi hâlâ derin uykudaydı. Ben de sesimi çıkarmadım. Hafta içi öyle erken kalkıyoruz ki hafta sonu isteyen dilediği kadar uyusun istiyorum.
Aşağıdan gelen hafif tıkırtılardan anladığım kadarıyla kahvaltı sofrası çoktan hazırdı. Ben de her zamanki gibi açtım. Her sabah kurt gibi aç uyanmak gibi bir durumum var.
Selçuk’u uyandırmaya çalıştığımda alışık olduğum sözler döküldü ağzından: Beş dakikaya iniyorum.
     Sessizce aşağı indim. Çaydanlıktaki suyun fokurdama sesi kulağıma geliyordu. Mutfakta hayat başlamıştı.
Neyse!
     Bir bardak çay doldurdum hemen kendime. Yarım dilimde ekmek, peynirle. Aç karnına çay içmemek için küçük bir dilim ekmekle yetindim. Kuzey’den umudum yoktu da Selçuk’la kahvaltı etmek istiyordum. Tabii o masaya gelene kadar ben birkaç bardak çayı götürdüm. Tam kahvaltının orta yerinde elimde telefon THY çağrı merkeziyle konuşurken başım döndü. Sanırım tansiyonum düştü. O arada tam kararımızı verememiş olsak da Lapland için Helsinki uçak biletlerimizin rezervasyonunu yaptırdım. Bayılmadan önceki son rezervasyon diyebiliriz buna.
     İnsanın bir anda bile sağlık durumunun değişeceğine sabahki baş dönmesiyle bir kez daha ikna oldum. Her gün o kadar çok çay ve kahve içiyorum ki buna en kısa zamanda son vermem gerekiyor. Çaysız bir hayatı düşünemiyorum; ama sanırım gece uykularımın bölük pörçük olmasının ana sebeplerinden biri çay. Bir ara çay ve kahve sorunumu ele almam gerekiyor.
     Kuzey’e bu hafta sonu çam ağacımızı kuracağımıza dair söz verdim. Hâlâ da fikrimden caymış değilim. Kendime biraz daha iyi hissetmek için zaman vereyim dedim. Aklımda Sevgili Lale Abla‘nın tavsiyesi bir film vardı: Jörgen- Anna: Sant
Çocukluğumun pazar günleri tadında bir cumartesi yaşamak istemiştim. Hepimiz televizyonun karşısındaki koltuklara yerleştik. Ben de uzandım. Jaluzileri indirdik. Dışarıda da güzel bir kış sabahı vardı. 2011 Norveç yapımı bu filme bayıldığımı söylemeliyim. İçinde duyguların, çocukluk hislerinin, derin çiziklerin, uydurma hikâyelerin olduğu bir filmi sevmemem mümkün değil zaten. On yaşındaki Anne’nın evlerinin yakınına taşınan Jörgen’e aşık olmasının anlatıldığı bir film. Filmi seyrederken sık sık Kuzey’e takıldık: Sen de aşık mısın diye!
Muhtemelen ergen olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini bozmuş olmalıyız, yaşasın kötülük.
     Şimdi düşününce bu sene film izlemek açısından çok verimli bir sene olmadı bizim için. Evin dışında bir hayata alışmaya çalıştığımız için olabilir. Havanın dışarı çıkmamızı olanaksız kıldığı günlerin dışında hep bahçedeydik. Toprağı eşeleyip durduk. Güneşi gördüğümüz her an bir sandalye çekip altına yerleştik.
     Kitap okumalarına gelince, bence başarılı bir seneydi. Tüm seneyi istikrarlı bir şekilde kitap okuyarak geçirdim. Bol bol yürüdüm ve bu sayede akıl sağlığımı korudum. 🙂
Hafta sonunun en güzel kısmı için rahat bir koltuğa çekiliyorum şimdi. Ferzan’la bir randevum var. Aralık ayının kitapları hâlâ okunmayı bekliyorlar ne de olsa.
Hımm, bir de yazılacak bir öyküm var.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bildik bir kış günü…” yazısında 6 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Biz bir türlü karar veremiyoruz. Arkadaşlarımız gidiyorlar. Onlar biletlerini de aldılar. Çocuklarla gidildiği için hep beraber gidelim istiyoruz. Biz sadece rezervasyon yaptırdık çünkü aynı tarihte Selçuk'un İzmir'de katılması gereken bir gelinlik fuarı varmış. Oraya gitmemeye ikna olacak gibi görünmüyor. Şimdilik hala hayal yani Lapland gezisi. Kısmet, gidersek anlatırım zaten burada.
      Nasıl da heyecanlandın hemen geziyi duyunca 🙂

    • Lale Abla diyor ki:

      Kuzey Işıkları Nazlı'nın en büyük hayali…Filmi ben de çok secmiştim…
      Özlemim çok çok geçmiş olsun…Azıcık dinlendir kendini…Çay kahve faktörünü de yabana atma…
      Bu ara favorim sıcak şarap ve ağacın ışıkları…
      Çok öpüyorum seni çok çok

    • özlem öztürk diyor ki:

      Lale Abla,
      Yeni yıl ağacının ışıklarına bakmak bana da iyi geliyor ama şu aralar şarap fazla gelebilir bana 🙂 Bu arada daha iyiyim zaten. İyileştim sayılır. Geldi geçti yani 🙂 Kuzey ışıkları daha kesinleşmedi. Selçuk düşünmek için zaman istedi 🙂 Kendisi soğuğu pek sevmiyor da 🙂 Güneşli bir yere gitsek olmaz mı diyor?
      Ben de seni çok öpüyorum.

  1. Buket Yavuz diyor ki:

    Çok geçmiş olsun Özlem. Bence de fazla çay ve kahve içiyorsan nedeni bu. kendini de fazla da yorma bence. Sana diyorum ama ben de
    hep güçsüzümdür. çok iyi beslenirim, çay sigara yok, hareketliyim ama
    en kötüsü var; kronik ağrılarım vardır. aylarca süren, nedeni psikolojik olan, arasıra sinir krizlerimde cabası 🙂
    filmi önerdiğin iyi oldu. haftasonu kızımla seyrederiz. bana
    kızıyor devamlı, anne yine mi senin saçma filmlerini seyredeceğiz
    diyor.geçen köpekli bir film seyrettik, ne ağladık sonunda görsen.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hayatı biraz yavaşlatmak gerekiyor. İstanbul'da bunun nasıl olacağını bilmiyorum ama her şey çok hızlı oluyor. trafik de korkunç zaman kaybediyor insan; stresi de cabası. Bir de saygı kalmadı buralarda. Durum sizin bulunduğunuz yerlerden çok daha fena. Pazar sabahı kalktık, Kartal'da bulunan organik pazara gittik. Köşedeki teyzeden sohbet muhabbet gözlemem yedik. Kuzey, yan taraftaki meyveci amcadan elma suyu sıktırdı kendine. Parasını meyve suyunu içtikten sonra verince hayatının şokunu yaşadık. Marketten değil de pazardan dokunarak meyveleri alınca, ağzına zorla mandalina sokulunca çok şaşırdı. Tarlalarında organik meyve- sebze üretip sonra da onları satan insanların insana, doğaya yaklaşımları d bir başka tabii. Öyle hoşuma gitti ki insanların doğallığı. İstanbul'un insanı gibi hormon yememişler, yapaylıkla hiç ilgileri yok.
      Burada anlattığım doğallığın dışındaki psikolojik baskılar insanı hasta eden. Bakma benim de her yanım ağrıyor. Ayağımda sinir sıkışması var. Bir ara hiç yürüyemiyordum. Sonra tak etti canıma, ameliyat oldum. Şimdi hala ağrısa da eskisi gibi değil diye yüz vermiyorum kendisine. yürüyebildiğim kadarıyla yürüyorum. Gel gör ki yapmak istediklerime bir türlü vakit yetmiyor. ''Ay çok yoğundum, bir de çocuk olunca işimi bıraktım, şimdi istediğim şeyleri yapıyorum'' diyen insanlara açıkçası sinir oluyorum. Doğru mu bilemem ama ruh halim bunu gerektiriyor.
      Yine de hayat güzel. Ortak paydalarda birleştiğim senin gibi arkadaşlarımla paylaşmak da şahane.
      Öpüyorum canım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir