Mario Vargas Llosa: Hınzır Kız

     Bir yazıya başlamanın en zor kısmı, başı; yani ilk paragraf. Burası, benim en çok zorlandığım yer. Nedense ilk paragrafta oyalanıyor, konunun dışında bir yerlerde geziniyorum. Daha iyi yazmaya karar verdiğim ilk yıllarda, -ilk yazıya giriş hikâyem Mario Levi ile oldu-, ödevlerimi günlerce düşünür, dururdum. Bu uğraş günlerimi alırdı. Düşündüklerimi yazıya döktüğümdeyse, okuyanın hemen gözüne çarpan bir telaş satırların arasından sızardı. Girişte lafa nereden başlayacağımı bilememin sancıları hemen kendini belli ederdi. Mario Bey’e yazdıklarımı okuduğumda bu kaygımı dile getirirdim. ”Bana sorarsan ilk iki paragrafı at, gitsin,” derdi.
     O zamanlar o ilk paragrafları atmak bile zor gelirdi bana. Acı çekerdim. Sanki sahip olduğum tüm kelimeleri çöpe atıyormuş ve bir daha yazdığım o cümleleri yazamayacakmış gibi hissederdim. Gerçek şuydu aslında: O cümleler bir şeye benzemiyordu. Benim inanmam gereken tek şey, yazmak istediklerimin dilini bulmak için uğraşırsam, aradığımı mutlaka bulacağıma dair inancımı korumaktı.
Mario Vargas Llosa, ilk kez okuduğum bir yazar.
    Yukarıdaki fotoğraftaki kitaplar, yıllar önce Beyoğlu’ndaki Sahaflar Pasajı’ndan toplanmış kitaplar. Muhtemelen hepsi Selçuk’a ait. Ben Latin Amerika Edebiyatı‘nın kıyısından bile geçmemişken, bana Marquez’den bahseder, Yüzyıllık Yalnızlık’ı okuyacağım günü coşkuyla beklerdi. Yine de Llosa okumadım. Sıra bir türlü ona gelmedi. Geleneksel hale gelen yeni yıl kitap hediyeleşmesinde, Leylak Dalı‘m Hınzır Kız’ı yolladı bana. Masanın üzerine, dolapların raflarına, sehpaların üstüne, televizyon ünitesinin kenarlarına dizilmiş onca kitap arasından ne okuyacağıma karar veremediğim bir dönem bu aralar. Çok basit kararları alırken bile uzun uzun düşünüyorum. Gereklilikten değil, üstüme birikmiş ataletten. Hal böyle olunca Hınzır Kız, benim için alınmış bir karar gibi geldi. Ocak ayı okumalarımın içine aldım yazarın kitabını. Ne iyi yapmışım, ne kadar doğru bir karar vermişim.
     İlk sayfadan itibaren öykü kendini anlatmaya başladı. Kahramanlar gözümün önünde ete kemiğe büründü. Ricardo’yu, insanlığını ve kendini bu kadar yıpratan hayatının aşkını kabullenişini çok sevdim. Hızır Kız’a, Ricardo’ya çektirdiklerinden dolayı kızdım. Neden mutluluğu onu bu kadar seven bir adamın yanında aramıyor, beslemiyordu da hep başka maceraların peşinde sürüklenip duruyordu?
     Ah, biz okurlar!
    Sanki kendi hayatımızda her şey olması gerektiği gibiymiş ya da yaşamın olması gereken bir şekli varmış gibi roman kahramanlarının hayatına bile burnumuzu sokuyoruz. Bize benzeyen kahramanları severken, başına buyruk ve yaşamının ipini iyi ya da kötü kendi ellerinde tutanlara diş biliyoruz.
     Şu bir gerçek ki, hikâye ne olursa olsun iyi bir yazarın cümleleriyle başka bir şeye dönüşüyor. Kötüyü bile seviyor, kendimize onu mazur gösterecek bahaneleri sıralıyorsak, yazar işini yapmış demektir.
Hınzır Kız’ın yüzündeki gülümseme benim anılarımda bir yer kaptı mesela.
Ocak ayı okumaları beni mutlu etti. Bakalım Şubat neler getirecek?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Mario Vargas Llosa: Hınzır Kız” yazısında 10 düşünce

  1. Leylak Dalı diyor ki:

    Önerdiğim ya da hediye ettiğim bir kitap sevildiği zaman çok mutlu oluyorum. Bak şimdi de öyle oldu, hele hastayken iki kere oldu 🙂 Llosa'yı severim ben, 3-4 kitabını okumuştum Hınzır Kız'dan evvel ama Hınzır Kız hepsine baskın çıktı. Şimdi sırada Yeşil Ev var bakalım, onu nasıl bulacağım?

    • özlem öztürk diyor ki:

      Çok severek okudum. Resmen Llosa okumama vesile oldun. Yukarıdaki kitaplar evde bulunan Llosa kitapları. Sanki Yeşil Ev'i okumak geçiyor içimden, öyle bir hissim var. Şu an elimde yine senin önerin olan bir kitap var: Tokyo Uçuşu İptal. Seyahat sırasında da yanımdaydı ama pek okuma fırsatı bulamadım. Ancak altıncı hikayeye gelebildim. Onu okuyorum yani. Bitince de Kuzey'in bir kitabı var, onu okuyacağım oğlumla eş zamanlı olarak 🙂
      Yeşil Ev okumasında denk düşeriz belki 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ben de aynı diyetteyim. Şubat ayı itibariyle iki kitap alarak bunu başardım. Gülme, bu benim için süper bir rakam. Kitapçıdan elimde kitap olmadan çıktığım görülmemiştir. Kitap diyetleri de iyidir. İnsan bozduğu zamanlarda da gıda rejimlerinde olduğu gibi kötü hissetmez. Böyle de güzel bir yanı vardır olayın. Bir ara oku ama, seversin. Tanışmadıysan da yazarla tanışmış olursun. Latin Amerika Edebiyatı'ndan keyif alıyorsan seveceğinden eminim. Mimde yazdıkların için de çok mutlu oldum. Arada böyle güzel şeyler duymak insana ne kadar iyi geliyor bilemezsin. Tamam, kendimiz için yazıyorum diyorum ama yine de birilerinin okuduğunu bilmek güzel bir şey. Tarifi yok bu duygunun. Öyle güzel bir duygu 🙂
      Bu arada doğum gününde buralarda değildim. Geçtikten sonra kutlasam bir şey olur mu?
      Nice nice yıllara, keyif, huzur ve sağlıkla….
      Öpüyorum seni çooook….

  2. Gülşah Şahin diyor ki:

    En zorlandığıö şeydir aklımdan geçenleri yazıya dökmek.
    O yüzden de hep blogda ki yazılarım dağınıktır. Ordan burdan şurdan gibi oluyor sonunda yazım.
    Oysa ki klavyenin başına oturduğmda hepsini kurguluyorum ama yazıya dökünce nedense olmuyor Özlem'cim…..
    Veeee yine bir yazar ismi not aldım senin yazından… çok seviyorum bunu. :)))
    İyi pazarlar şimdiden.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Gülşah,
      Sanırım kafandaki düşünceleri sırasıyla yazıya dökmenin yolu telaşsız olmaktan geçiyor. Ben de bunu beceremiyorum. Deniyorum, biraz daha ehlileşmeye başladım. Yazdıkça insan bu yavaşlığı kazanıyor. Ama benim gibi kişiliğinde de telaş, acele varsa çok çalışmak gerekiyor. Yine de yazmak, yazmamaktan iyidir. Önemli olan ortak paydaları olan insanlarla fikir alışverişinde bulunmak, keyifli zaman geçirmek. Kitabı eminim çok seversin. Boş bir zamanında oku mutlaka.
      Ben fırsat buldukça yazarın başka kitaplarını da okuyacağım.
      Öpüyorum canım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir