New York Günlüğü: Barnes & Noble

New York Günlüğü

İtiraf etmem gerekirse uzun zamandır böyle bir anı hayal ediyordum. New York’a gelecek, Barnes and Noble’da bir masaya oturacak, kahvemi alacak ve duvarlarda resimleri olan edebi kahramanların karşısında yazı yazacaktım. Öyle deftere falan yazmayı da hayal etmiyordum açıkçası. Bütün yazarlar nasıl bir kafede oturup, bilgisayarlarının karşısında yazıyorlarsa öyle yazacaktım. Her şehrin bir raconu var, değil mi? New York da az da olsa havalı takılabileceğiniz bir şehir.

Barnes and Noble- New York

New York Günlüğü : Kitapçılar, hayaller, yazmak ve kahve kokusu

İşte böylece şimdi bulunduğum yerdeyim. Beyaz çikolata eklenmiş kahvem masanın bir köşesinde duruyor ve ben bilgisayarın önünde yazmak için hazır bekliyorum.

Bu ülkenin dünyayı ne hale soktuğu malum ama kendi vatandaşları için ülkelerini bir cennet yaptıkları da aşikar. İnsana havadan uçup da kafanıza konarmış gibi bir rahatlama hissi geliyor. Her şeyi yapabilirmişsiniz, hayallerinizin sadece bir adım ötesindeymişsiniz gibi.

Şu raflarda duran kitaplar var ya, “Referans yazısının altında duranlar”, onlar nasıl bir yazar olabileceğinizi anlatıyorlar. İki ay içinde bir kitabı yazıp bitirmeyi garanti edenler bile var. Stephen King’in ”Yazmak” üzerine kaleme aldığı kitabı bilmem kaçıncı baskısını yapmış. Rafta görünce bu kitabı da okuduğumu ama hala bir kitap yazamadığımı anımsıyorum. Olsun, her şeyi yapabileceğime ilişkin ruh hali hâlâ üstümde. Bu şehirden ayrılana kadar da gidecek gibi durmuyor. Kafede otururken etrafımdaki masaların hepsinin kitap okuyan, önündeki bir deftere bir şeyler yazan, bilgisayarının klavyesine ritmik hareketlerle dokunan insanlarla dolu olduğunu fark ediyorum. Yazmak için bir sebep daha işte: Herkes yazıyor. Yazmak, çoğu kişiye iyi geliyor. En azından bu kitapçının kafesini dolduran bunca insana.

Burada yaşasam her gün buraya gelir, her gün kahvemi alır, aklımda dolanıp duran hikayemin her gün bir bölümünü yazar mıyım?

Bilmiyorum! İnsan böyle soruların cevaplarını bilmiyor ama yapamadığı şeyler için elbet özürler sıralıyor.

Çok işim var, yazmak için vakit kalmıyor, yazacağım da ne olacak, yazsam kim okuyacak?

Sen yaz da kimse okumasın. Kimin umurunda?

New York ne zaman sevdiğim şehirlerden biri oldu?

Tatil modundayım ve hayatımın yaşadığım şu anından çok mutluyum ya yazdıklarımın hiçbirinde sitem yok. Şurada oturmuş, iki satır da olsa bir şeyler yazıyorum. Kelimeler aynı düşündüğüm gibi dökülüyor ekrana. Ne sıraya koyuyorum onları, ne bir şekil vermeye çalışıyorum, ne de düzene sokmak için çaba harcıyorum. Uzun zamandır içine beyaz çikolata katılmış böyle şekerli bir latte bile içmemiştim. Tıpkı özgür bir ruh gibi kalorilerin hesabını yapmayı bile bir kenara bıraktım. Sahiden mutlu olmalıyım. Bir de ense kökümü donduran klima olmasa.

Tam karşımdaki duvarda, kahve servis edilen bar tezgahının hemen üstünde Emily’nin fotoğrafı duruyor. Bildiniz Emily Dickinson! Üstünde o bildik asaleti, portresini çizen ressama poz veriyor. İngilizcem Emily’nin şiirlerini kendi dilinden okumaya yetmiyor. Bazen buna üzülüyorum. Oysa başkalarının hislerinin karıştığı bir çeviri okumak yerine Emily’ye kendi dilinin üstünden dokunmak isterdim. Kim bilir, belki bir gün deneyecek cesareti bulurum ya da kendimi olduğum gibi kabul ederim.

New York, New York!

Barnes and Noble’dayım. Uzun zamandır hayal ettiğim gibi bilgisayarım önümde açık.

Kendimle sanki dünyayı değiştirmişim gibi gurur duyuyorum; öyle mutluyum. Buraya gelmeden az önce Gay Pride’ı izlemek için toplanmış onca kalabalığın içine karıştım ve önümden gelip geçen tüm insan oğlu ve kızlarını delicesine alkışladım. Kuzey de yanımdaydı.

Öyle mutluyum işte!

Bazen dünyada güzel şeyler de oluyor.

Keşke her yer iyilikle dolu olsa!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

New York Günlüğü: Barnes & Noble” yazısında 6 düşünce

  1. Aylin Kurhan diyor ki:

    Sevgili Özlem,
    Yazmaya devam. Biz seni okumayı çok seviyoruz. Belki birgün bu gezi anılarını kitaba çevirisin veya biriktirdiklerin öyküye romana dönüşür kimbilir. Amerika benim hiç gitmeyi istemediğim bir ülke. Biraz Mina Urgan gibiyim. O da Amerika’ya gitmekten hep kaçınmış. Dünyaya yaptıklarından ötürü sevmiyorum Amerikayı. Dünyadan çaldıklarıyla sürdürdükleri refahtan nefret ediyorum. Ama senin yazılarını okudukça NewYorka gitme isteği oluştu içimde. Sevgiyle kal..Aylin Kurhan

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      New York güzel şehir Aylin. Bu seferki gidişim de kalabalığı, pahalılığı ve şehrin ev hali biraz yorsa da yine güzel anılarla ve şehre aşık olarak geri döndüm. Haklısın, tüm dünyayı yönetiyorlar. Pek de kibar davranmıyorlar başka ülkelere ama kendi ülkemdeki her günkü mutsuzluklardan o kadar usandım ki gözüm görmezden geliyor bazı şeyleri. Yoruldum düşünmekten.
      New York’ta yaşar mıyım sorusuna her seferinde hiç düşünmeden evet diyorum. O zaman anlıyorum ki şehrin enerjisi çekiyor beni. Gerçi çok pahalı. 😔 Ama ne yapayım? Seviyorum yahu.
      Sen de sev. Mina Urgan görseydi severdi bence New York’u. Hele ki şehrin müzikli, konserli, bol etkinlikli zamanına denk geldiysen değme keyfine, keyfimize….
      Sevgiler

  2. Nihan diyor ki:

    Ne zamandır blog okumaz yorum bırakmaz durumdaydım. Tam özlemişken, sen en sevdiğim şehir en sevdiğim kitapçı hakkında harika bir yazı yazdın. Keşke rast getirip oraları aynı zevkleri paylaşan iki arkadaş olarak gezebilseydik. İmza günümde gelmeni ve birbirimizi ilk gördüğümüz anda sıkıca kucaklaşmamızı hiç unutmuyorum. Lütfen daha sık yaz.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Nihancım,
      Buranın vazgeçilmezim olduğuna karar verdim bu aralar. En azından bir şeyler yazmak için bir sebebim oluyor. Yoksa kendimle uğraşıp duruyorum. Yapamadıklarım canımı sıkıyor durmadan. New York'tayım ve çok mutluyum. Her gün bir kez Barnes-Noble'a uğruyorum, bir kahve içiyorum. Bir de Central Park vazgeçilmezim. Nasıl huzurlu bir yer. Sabahın köründe başlıyor parkta koşuşturma. O saatte bile etraf koşanlarla, yürüyenlerle dolu. Birçok köşe başında polis var. İnsan kendini güvende hissediyor. Uzun zamandır böyle iyi hissetmemiştim. Bana burada kal deseler kalırım. Ne yazık ki kal diyen yok 🙂 İyi ki geldin buralara, iyi ki bir selam verdin bana. Hem bak selamın New York'a kadar ulaştı. ''Daha çok yaz!'' diyerek de yüreğimdeki bir sızıya merhem oldun. Senden duymak iyi geldi.
      Sevgiyle kucaklıyorum seni.
      Ayrıca neden olmasın? Belki bir gün beraber gezeriz buraları. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir