Eve döndük.
Bir seyahat daha bitti.
Aslına bakılacak olursa bu benim bir şehirde yer değiştirmeden en uzun kalışım oldu ve her dakikasından çok keyif aldım. Şaşırtıcı bir şekilde devamlı fotoğraf çekip durmadım. Kendimi şehrin akışına teslim ettim. Saatlerce yürüdüm, bir yanıma gökdelenleri alıp şehri keşfettim. Central Park‘ta ağaç gövdelerine sırtımı yasladım, çimlere yattım, uzun uzun gökyüzüne baktım, sabah erkenden kalkıp parkta koştum.
Müzelerde dolaştım. Guggenheim hariç, gitmeyi hedeflediğim tüm müzelere gittim. Guggenheim Müzesine gidecek, spiral merdivenlerini fotoğraflayacak vaktim de vardı ama şehirden kopamadım. New York’un beni sarıp sarmalamasına izin verdim. Coştum, kahkahalar attım, güneşe yüzümü verdim.
Sokaklarda sosisli sandviç yedim. Gray’s Papaya en çok sevdiğim oldu. Köşe başlarını mesken tutmuş Starbucks’lardan kahve aldım. Elimde kağıt bardaklarla dolaştım. Tam on beş gün boyunca telefonumu kapalı tuttum. En sevdiğim parkın hangisi olduğunu uzun uzun düşündüm. Bu şehirde yaşasaydım sabahları Central Park’ta koşacağıma ama akşamları mutlaka Bryant Park‘ta bir kahve içip, kitap okuyacak kadar oturacağıma karar verdim. Girdiğimiz her mağazada, her kafede insanlar nasıl olduğumu sordu, hepsine gülümsedim, neşeyle cevap verdim. İnsanların birbirine nefretle değil de sevgiyle yaklaştığı bir yerde hayatın tadını çıkarmaya çalıştım.
”Homeless but not hopeless” yazan bir evsize üstümdeki tüm bozuklukları verdim. İki sosisli bir kola ısmarladım. Şehrin tüm kitapçılarını tek tek gezdim. Bazılarını akşam rutinim haline getirdim. Günün akşama dönen kısmını Barnes and Noble‘da geçirdim.Şehrin dört bir yanındaki ücretsiz interneti kullandım. Kiraladığımız eve gitmeden önce ”Whole Food Market”ten alışveriş yaptım. Akşam yemeklerini evde yedik. Sabahları götürdüğüm küçük çaydanlıkla çay demledim.
Paul Auster’ın peşinden Brooklyn’e gittim. sabahları uğradığı kafelere uğradım. Belki Paul Auster’a denk gelirim diye içimdeki umudu besledim. Denk gelmesem de onunla aynı kafede bir kahve içtiğimizi bilerek, Brooklyn’deki Barnes and Noble’da oturdum. Daha önce gidip de beğenmediğim Brooklyn’i sevdim. Paul Auster’in gözleriyle etrafıma baktım. Sunset Park kitabını yazdıran Green-Wood Cemetery‘de yürüdüm.
Alışveriş yaptım. Metroya bindim. Katz’de pastrami, Dean Deluca’da sushi, China Town’da çin yemeği yedim.
Hiç uyumayan bir şehirde uyudum ve sabahları New York’ta olduğumu bilerek uyandım.
Şimdi evdeyiz. Yeni yollar düşlüyoruz.
New York'un hakkını vermişsiniz, şahane bir gezi olmuş.Keyifle okudum her bir yazıyı.
İzinler tükenmiş ama değmiş sanırım:) Gönlüne göre daha nice tatillerin olur inşallah sevgili Özlem…
Tatilin uzun gölgesi yansımış yazıya.. Doya doya yaşanan,
Ortadaki fotoğraf beni benden aldı. Tüylerim diken diken oldu mutluluktan. Teşekkürler Özlem.
Orası her akşam oturup kahvemi içip kitabımı okumak istediğim yer 🙂 Hayaller, hayaller… Olmadan yaşanmıyor. Bizim gibiler hayal kurmayı seviyor. Burada aylarca çalışıp, orada on beş günde tükettik. Çok çalışmamız gerektiğini düşününce bir tuhaf oluyorum 🙂
Çok sevindim sizin adınıza. Yeni yerler keşfetmek, yeni anılar biriktirmek çok güzel… Kitapçıları epey merak ettim 🙂
Ah kitapçılar, nefisti. En beğendiğim kitapçıları toparlayacağım bir yazı yazacağım. New York kitapçıları yazılmayı hak ediyorlar. Hangi birinden başlasam diye düşünüyorum sadece 🙂
Ben de bu yazıyı okurken çok özendim 🙂 Hoş geldin canım, keyif alacağın nice tatillerin olsun…
Hoşbulduk canım 🙂 Ayaklarım geri geri gitti ama yine de kürkçü dükkanına geri döndük. Gidilen mekanlardan çok tatilin o rehavet kokan havası iyi geliyor insana. Tüm sorumluluklarını geride bırakmış oluyorsun. Hiçbir şey düşünmeden geçirilecek birkaç gün. 🙂 Hepimizin nice tatilleri olsun. Gezelim, görelim.
bu blogu yeni keşfettim teşekkur ederim cok guzel anlattınız
Teşekkür ederim.