Fidel Castro ve Havana Sokakları

Küba’dan döndüğümden beri bir türlü Küba yazılarını yazmaya fırsat bulamamam ve onca talihsizlikten sonra yazımı yayımladıktan iki gün sonra Castro’nun artık aramızda olmayacağını gerçeğine uyanmak insana kendini tuhaf hissettiriyor. Ya bir önceki yazımın başlığına ne demeli? “Fidel Castro ölmeden Küba’ya gitmek”
Havana sokakları ile ilk kes burada tanışıyoruz.
İtiraf ediyorum: Klişelerden nefret ediyorum. Sırf klişe diye bir sürü şeyi yapmamışlığım var. Aşağılanan turistik atraksiyonların hepsini aslında bana ait olmayan bir ülkede olmadığım ve neticede bir turist olduğum için yaparım ve bunu da sonuna kadar savunurum.
“Ne Eyfel’in tepesine çıkmak mı? Son derece turistik bir şey bu!”
Tamam da arkadaşım, turistim ben zaten. Ömrümde bir kez geleceksem Eyfel’e de çıkarım, Champs-Elysees’de de kahve içerim. Kime ne?
Amma ve lakin Fidel Castro ölmeden Küba’ya gitme cümlesinin altında beni fazlasıyla geren bir şey vardı. Dünya her gün durmadan değişiyor. Kendi küçük dünyamızda değişime böylesine açıkken dünyanın başka bir köşesinde yeniliklere kendini kapatmış bir ülkenin sokaklarında gezinmeyi ve Fidel’in Küba’sında gezinmeyi hayal ediyorduk.
Kulenin üstündeki bronz heykelin bir hikayesi var. Uzun yıllar önce deniz aşırı bir yere giden biri varmış. Kadın öldüğü güne kadar kocasının gelmesini o kulede beklemiş.
Biraz bencilceydi sanki bu düşünce. İyi niyetle bir yerlerde yazılmış bir cümleydi. Birinin sanal aleme düşmüş bir hayaliydi belki de. Bilmiyorum. Ama her birimizin ağzına yapışmıştı sanki. Bilmeden tekrar eder, sever olmuştuk bu cümleyi. Ben sevemedim. Bir ülkeye gitmemin önceliğinin ”Castro bu dünyadan göçmeden olması” ihtimalini de sevmedim.
Castro’yu sevdim mi?
Elbette sevdim. Fidel Castro’yu sevmemek, onurlu ve başı dik duruşunun önünde saygıyla eğilmemek mümkün değil. Tüm çocuklar aynı haklara sahip olsun istemişti, hepsinin ayağında birer ayakkabısı olsun, hepsinin karnı doysun. Ne güzel dileklerdi bunlar. Uğrunda ölünecek ideallerdi. Bunun için de müthiş bir savaş verdiğini hepimiz biliyoruz. Bunları burada anlatmak çok da gerekli gelmiyor bana şimdi.

Ayaklarımın altında uzanan tahta zeminli sokağı görüyor musunuz? Vakti zamanında hükümetin ileri gelenlerinden birinin evi bu sokaktaymış. Eşi, dışarıdan geçenlerin sesinden çok rahatsız olurmuş. Bu yüzden daha az ses olsun diye eşi, sevgili karıcığı için bu sokağı tahtayla döşetmiş. Alın size Küba’yı sevmek için bir sebep, değil mi?

 

Benim gördüğüm Küba sokakları ve Küba halkı başka şeyler anlatıyordu bana. Havana’ya ilk görüşte vuruldum. Okyanusun karşısına koloniyel tarzda yapılmış görkemli binalar sıralanmıştı. Okyanus’un açıktan gelen kuvvetli dalgaları sahil şeridi üstündeki duvarla üzerinde patlıyor, sönüp gidiyordu. Denizin buharı, tuzu kalıyordu geriye. O da şehrin binalarının üstüne konuyor, kuvvetli yapılar azar azar ve sabırla yiyordu.

 

Şehrin genelindeki tüm yapıların ciddi bir bakımdan geçirilmesinin gerekliliğini dikkatsiz bakan gözler bile görebilirdi bence. Bazı binalarsa yıkılma tehlikesi içinde olduklarından ve tehlike arz ettiklerinden dolayı boşaltılmışlardı. Tüm bu aksaklıklara rağmen görkemliydi Havana. Hani bakanı bir daha dönüp baktıracak cinsten bir güzelliği vardı. Binaların içine girdiğinizde yaralı ama görkemli merdivenler çıkıyordu karşınıza. Duvarlarda Castro’nun ya da Che’nin resimleri.
Birbirinin peşi sıra ortaya çıkan meydanlar da Havana’da başımı döndüren şeylerden biriydi. Birini geride bırakıp başka bir sokağın içine daldığınızda yeni bir meydana çıkıyordunuz. Bu meydanların bazısı geniş bir katedrale sırtını yaslamış oluyordu.
Bu katedralin olduğu meydanın bir köşesini Chopin’e vermişlerdi mesela. Gelen geçen selam veriyordu kederli besteciye. Birinde, en sevdiklerimden biriydi üstelik bu meydan, Kübalı kadınlar kulağınıza gelecekte sizi nelerin bekleyeceğini fısıldıyordu.

 

 Aynı meydanda hiç tanımadığım bir adamla tanıştım. İkimizde birbirimize isimlerimizi vermedik.
Bir diğerinde nefis bir yemek yedim. Güzel şarkılar dinledim. Sanırım bu meydanda da oturduğum zaman hayatın aslında sadece güzel anlardan ibaret olduğunu düşündüm.
Müzik, alkol ve puro… Küba’nın değişmeyen üçlüsü…
Köşedeki arabadan hindistan cevizli dondurma aldı. Bayıldım. Tatilin son günü Havana’ya tekrar dönünce aynı meydana dönüp, aynı dondurmadan tekrar aldım.
Gece çöktüğünde şehir biraz daha güzelleşiyordu. Yaraları görünmez bir merhemle kaplanıyordu. Küba insanı sıcak… Fidel Castro’nun Kübasını görmek isteyen turistlere de çoktan alışmışlar elbette. Fotoğraflarını çekerseniz genellikle para istiyorlar. Halkın fakir olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum. Bizimle tüm seyahat boyunca gezen lokal rehberimiz bizi çok güzel ağırladı. Çok iyi İngilizce konuşuyordu. İki yıldır bu işi yapıyormuş. Bu iş bana başka kapılar açıyor diye çok memnunum dedi. Küba’dan, Castro’yu tüm Küba halkının çok sevdiğinden, Che’nin halk kahramanları olduğundan bahsetti. Sağlık sisteminin ne kadar gelişmiş olduğunu anlata anlata bitiremedi. Kanser aşısının bulunup bulunmadığını sorduk elbette. “Daha değil ama çok yaklaştık.”dedi. Ailesinden üç kişiyi kanser yüzünden kaybetmiş. Hastane diye bize gösterilen yerlerin çoğunun ciddi bakıma ihtiyacı var. Camları kırık, binaların sıvaları dökülüyor. Taksi niyetine korsan arabalar çalışıyor ve kısacık bir mesafe için 15 CUC istiyorlar, yani 15€. Ülkenin görünen yüzü komünizm diyebilir ama yolunu bulan için vahşi bir kapitalizm var. Turistler için fiyatlar Avrupa ayarında, hizmet ne yazık ki sınıfta kalıyor. Mutlu insanların ülkesi mi Küba?
Bilemiyorum.
Ülkeden gidenlerin birçoğu kaçak yollarla Amerika’ya giriyormuş. Genellikle de Meksika sınırından. Tehlikeli bir yolculuk ama birçok Kübalının yaşam hayali. Rehberimiz seyahatin sonunda bir gün buralardan gideceğini çünkü parasızlıktan ve bu hayatı yaşamaktan bıktığını söyledi. Trump’un seçilmiş olması belki bugünlerde hayalini yıkmış olabilir.
Dünyanın her yerinde fakirler ve zenginler var. Sistemi lehine çevirenler ya da ellerinden bir şey gelmeyenler. Keşke dünya daha adil bir yer olsa. Keşke insanların hepsi aynı haklara sahip olabilse.
Fidel Castro öldü bugün. Biz Fidel Castro ölmeden Küba’nın sokaklarında dolaştık. Şimdi bundan sonra olacakları Küba’ya giden birileri anlatacak elbet.
Biz de dinleyeceğiz.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Fidel Castro ve Havana Sokakları” yazısında 3 düşünce

  1. sezer eser perker diyor ki:

    Sosyalizm bitmeden, kapitalizmin eli bulaşmadan gidilmeliydi evet. Geçtiğimiz günlerde bir belgesel izledim. Birçok Kübalı "biz de son model arabalara binmek istiyoruz, biz de iyi giyinmek istiyoruz" vs. diyorlardı. Görünen o ki zamanla çok şey değişecek Küba'da. En son bitirdiğim kitaplardan biri de Küba'da eğitim ve sağlık hakkındaydı. Her iki alanda -ağır ambargoya rağmen- ülkeyi dünya genelinde ilk sıraya yerleştirmek kolay iş değil. Bir kez daha saygı duydum Castro'ya. Zenginlik hayalleri kuranlar da kendilerince haklılar aslında. Ama Castro'yu çok aramazlar umarım.
    Her iki yazını da keyifle ve hak vererek okudum sevgili Özlem.
    Biz de önümüzdeki sene için düşünüyoruz Küba'yı. Kendi imkanlarımızla ama. Araştırıyoruz bakalım şu an. Kısmet:)
    Sevgiler benden sana…

  2. Berfin diyor ki:

    Çok güzel ve yalın bir anlatım. Ben gidip görmedim. Çok isterdim. Özellikle puro, müzik ve içecek:)
    Ama felsefesi güzel değil mi? Bir çok kişi diktatör diye adlandırıyor. Diktatör benim anlayışımda çok farklı. Halkın mı sömürdü? Hırsızlık mı yaptı? Arsızlık mı yaptı.İnsanca şeyler bıraktı geriye. Bana göre. Elbette mutlu olmayanlar çıkacaktı. Bir halkın yüzde yüz mutlu olduğu nerde var ki? Biz seviyorduk açıkçası. Ve hikayemizi bende yazdım:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Server'cim birazdan gelip yazını okuyacağım. Bakalım senin Fidel hikayen nasıl?
      Fidel'i düşüncelerinden dolayı biz de seviyoruz elbet. Ülkenin durumunu bir Hindistan'la mukayese bile edemem mesela. Çok da güzel bir ülke. Anlattığım gibi binalar tüm yıkılmışlığına rağmen hala görkemli. Sokakları, meydanları çok güzel. Denizi anlatmama gerek bile yok. Hayali kurulan, düşlenen plajlar var ya hani masal gibi aynen öyle.
      Sadece şu var: Fidel Castro'nun başkanlığı sırasında 11 tane Amerika başkanı gelmiş geçmiş. Bir koltuğa böyle yapışmak bana hiç uygun gelmiyor. Düşünceleri, idealleri nefis. Gel gör ki sistem çoktan eskimiş. Kendi çalmamış, çırpmamış ama ezilen birileri var. Bir de yolunu bulup paralarına para katanlar. Diyeceksin ki her sistemde yok mu? Olmaz mı? Var elbet. Ama keşke ülke yönetimini rahatsızlanınca kardeşine devretmeseydi. 🙂 Ülke sadece Castro kardeşlerin değil bence….
      🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir