Neden bir kitaplığım var?

Kitaplarım, defterlerim bir de cd’lerim kıymetli benim için.
Alışveriş dendi mi de aklıma bunlar geliyor zaten. Gittiğim yerlerde de nereleri gezip, tozuyorsun derseniz kitapçılar derim. Kendimi en rahat hissettiğim, varlığımın huzura erdiği yerler buraları. Kitap kokusu yabancılık duygusunu alıp götürüyor. İnsanı güvende hissettiren nadide yerler.
O yüzden seyahat ritüellerimin başını kitapçı ziyaretleri alıyor. Ufak tefek de olsa birkaç kitapçıya giriyor, kendime minik bir şey alıp çıkıyorum dışarı. Kimi zaman bir defter, kimi zaman bir silgi, kimi zaman da bir kartpostal.
Paris, Londra ve New York kitapçılar açısından nefis şehirler.

New York, uzaktaki aşk!

    New York’taki Barnes and Noble Kitapçı zincirleri yazın yaptığımız seyahatin en keyifli duraklarından olmuştu mesela. Her yorulduğumda yakınlardaki bir Barnes and Noble‘a gidip kendime bir kahve almıştım. Selçuk bile New York‘un sistemine uyum sağlamış, kahve içmeye başlamıştı. Kahvenin yanındaki en güzel şeyse elbette Cheesecake Factory‘nin nefis cheese cakeleriydi. Yiğidi öldürsek de hakkını vermek şart. Sanırım Amerika’da yaşayıp da kilo almamak imkansız olur.
Brooklyn’deki Barnes and Noble‘da kahvemi yudumlarken şöyle düşünmüştüm: Paul Auster‘da sık sık buraya uğruyor olmalı. Elbette şans yüzüme gülmemişti. Yine de bir cheese cake yemiştim.
Şehrin etrafına yayılmış büyüklü küçüklü bir dolu kitapçıyı ayrı bir postta yazmak istiyorum aslında. New  York’un ilk on kitapçı listesini kendim için yaptım. Fotoğrafları da bir yerlerde duruyor. Niyet etmek başarmanın yarısı mıdır bilmiyorum ama şimdilik bu yazıyı bir gün yazacağımla ilgili iyimser bir düşünceye sahibim.

Ah Londra!

     Londra da kitapçılar konusunda insanı çok ama çok mutlu eden şehirlerden biri. Bu kadar yağmur yağan bir şehirde sıcak bir kitapçıya ihtiyaç duyulur gibi geliyor. Bu büyük şehirlerdeki devasa kitapçıları gezince sadece şu tuhaf his oluşuyor içimde: Çevrilmeyi bekleyen bunca kitap var mı sahiden? (Evet biliyorum. Çok Türk yazar okumuyorum ve sebebini de bilmiyorum.) Londra’nın bir köşesinde elime bir adres alarak gittiğim ”Stanfords” isimli bir gezi kitapçısı var misal. Şimdi burada size ne anlatsam eksik kalır. Benim kitapçıyı keşfettiğim yazı ”Üç Kuruşluk Dünya” blogundan. Londra’da geçen bu yürüyüş yazısını sahibinin dilinden okumanız şart. O yüzden burada vereceğim adrese bir uğrayın lütfen. Hepimiz oturduğumuz yerden böyle keyifli bir seyahati hak ediyoruz çünkü. Ne zaman aklıma tek başına bir yolculuk özlemi düşse ben bu yazının güvenli kollarında buluyorum kendimi.

Paris, elbette evim!

     Öyle hissediyorum, öyle diyorum.
     Her köşe başında beni bekleyen öyle çok kitapçı var ki. Elbette bir kitap almak için girdiğim tüm kitapçılar İngilizce kitap satan yerler. Fransa benim için ne kadar yakın bir ülkeyse, Fransızca da o denli uzak. Yine de her sokağın bir ucunda bir kitapçı yok mu iyi hissettiriyor insana kendini. Her birine girip çıkıyorum. Bir defter ya da bir kalem alıyorum. İlla kitap almam şart değil ya.
Shakespeare and Co.’ya gidiyorum en çok. Buranın turist kalabalıkları tarafından zapt edildiğini biliyorum ama sanki her gittiğimde en az bir kez uğramasam, buraya gelmemi sağlayan bir büyüyü bozacakmışım gibi geliyor. Şimdilerde açılan kafesinde elbet bir çay içiyorum. Hayalcilere kucak açan minik bir yer burası. Limonlu tartlarını ve geçenlerde içmeye yeltendiğim tuhaf fasulye çorbalarını hiç beğenmesem de nefis bir yulaflı kek satıyorlar. Kahvenin de çayın da yanına çok yakışıyor. Bir de kitapçının tam karşısında size gülümseyen koca Notre Dame Katedrali var. Gel de Victor Hugo‘yu hatırlama şimdi. 🙂
Benim kitapçılarım, benim kafelerim saymakla bitmez.
Tüm bu sebeplerden evimde de bir kitaplığım var. Sağdan soldan topladığım kitaplar onlara her baktığımda geldikleri yerleri hatırlatıyorlar bana. Aralarına sıkıştırdığım mektuplar, müze giriş kartları hiç beklemediğim zamanlarda karşıma çıkıyor. Kimisinin arasına kalın mı kalın bir peçete sıkıştırdığıma ben bile inanamıyorum bazen. En çok kitap kenarlarına yazdığım notlarımı seviyorum. El yazımın unuttuğum hislerimi hatırlatması yaşadığımı hissettiriyor bana. Geçmişteki beni de sevdiğimi anımsıyorum.
 “Ah!” diyorum bazen. “Geçmişte de böyle hissetmişim ben.”
Ya da değişen düşüncelerim karşısında şaşırıyorum.
“Sahiden böyle düşünmüş olamazsın, değil mi Özlem?”
Kitaplarımı, cd’lerimi birilerine vermekten hoşlanmıyorum. Çok sevdiğim kitapları onlarca kez alıyorum sevdiğim insanlara hediye etmek için. Ama kendime verdiğim hediyeleri geri almıyorum kendimden.
Bir de benim okuduğum kitaplara Kuzey’in dokunacağı ihtimali var. Çok sıcak tutuyor bu düşünce beni. Tıpkı ayağa konulan bir sıcak su torbası gibi.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Neden bir kitaplığım var?” yazısında 10 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bana kitap istenmedi bile bir tuhaf geliyor. Zaten kitap isteyenler de çok kitap okumayanlar bence. Bir de kitap çok pahalı alamıyorum geyiğine inanmıyorum ben. Tamam, ucuz değil ama ne ucuz ki? Kitap almak istiyorsan başka bir şeyden kısarsın. Yani lüzumsuz başka bir harcamadan. Öyle gereksiz şeylere para harcıyoruz ki?
      İyi yapıyorsun bence. Kuzey'e de hep aynı şeyi söylüyorum: Bir şeyi yürekten vermek istiyorsan var, yok ayıp olmasın diye veriyorsan verme.
      🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Çok teşekkürler Özlemcim. Sizler böyle güzel şeyler yazınca şevke geliyorum vallahi. İnşallah çabuk geçmez yine hevesim. Tam keyfim yerine geliyor ülkeden bir şeyler oluyor. Yap-boz yani.
      Öpüyorum seni çook.

  1. BAYKUŞ GÖZÜYLE... diyor ki:

    Ne güzel yazıyorsun Özlemciğim, seni okumayı hiç araya dereye sığdırmıyorum. şöyle bir köşeye yerleşip kahvemi de alarak okumayı tercih ediyorum zira çok değerli geliyor yazdıkların bana. Bazen ruhlarımız benzeşiyor acaba ikizim misin diyorum. Her ne kadar çok görüşemesek de enerjini seviyorum. Sen yaz, biz okuyalım ve hayalini kuralım. Şimdi önceki yazılarını okuyacağım, kahvemi de yapıp elbet…Nathalie

    • özlem öztürk diyor ki:

      Canım Natali'm 🙂
      Güzel sözlerin için çok teşekkür ederim. Öyle mutlu ettin ki beni. Bu aralar hayattan birazcık kopmuştum. Canım ne yazı yazmak istiyordu ne de bir şey okumak. Sonra zaman ilerledi. Baktım ki bir şey değişmiyor. Ufak ufak hayata tutunma alıştırmaları yaptım. İyi geldi. Yazmak iyi geliyor bana. Kavga edeceksem de kendimle etmek daha keyifli. Sen de yaz. Sen de küçük ev ödevleri ver kendine. Ruhunun inceliklerini okuyalım yine. Buradaki arkadaşlarım iyi geliyor bana. Burada birbirimizi bulmanın büyük şans olduğunu düşünüyorum. Hep eskiden bahsediyoruz ya keşke bloglarda eski günlerine dönse tekrar. Umarım buraya yazmayı sürdürebilirim. Çünkü sizden gelen iyi mesajlar mutlulukla dolduruyor içimi.
      Çok öpüyorum seni.

  2. Lale diyor ki:

    senin yazılarını okumak ta aynı işte, aynı ayağa konulan sıcak su tornası gibi. Ay bak mesela çocukluğumu hatırlattın şimdi. Dur bi sıcak su torbası resmi bulup bunu ig de anlatayım.
    Ve buluşalım evet, uzun uzun kahvaltı edelim yine Kız Kulesine baka baka, çoktandır yapmadık.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Benim yazılarımı sıcak su torbasına benzetmen ne güzel olmuş. İçimi bir sıcaklık kapladı. Bu arada İG'de yazdığın sıcak su torbası yazısı da muhteşem. Üç kardeşin gece olunca tek tek sıraya girip sıcak su torbalarını alıp yatağa gitmeleri gözümün önünde canlandı da çok güldüm. Nefis bir sahne.
      Bu aralar canım çok bloga yazı yazmak istiyor. Hep birlikte daha mı çok yazı yazsak ne? Yazalım Lale Abla yaaa.
      Öperim seni

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir