Fransa: Loire Vadisi Şatoları 3

Ertesi sabah erkenden Villeny‘ye doğru yola çıkıyoruz. Artık dönüş yolculuğumuz için yavaş yavaş Paris’e yaklaşarak ilerlememiz gerekiyor. Uzun bir yolumuz olduğundan ve bir gün önce şato kapasitemizi doldurduğumuzdan daha sakin bir gün geçirmeye karar verdik. Sadece bir şato gezecek, yol üstünde durarak çay kahve içecek, Loire Vadisi‘nin keyfini yaşayacağız.
Paris’in içinde bile sokak aralarında irili ufaklı bir sürü park çıkar karşınıza. Her seferinde uzun yürüyüşler yaptığımız Lüksemburg Bahçeleri bizim en sevdiğimiz. Hele bu bahçenin kapılarından birinin karşısında bir kafemiz var ki. Her Paris seyahatinin olmazsa olmazı, ayaklarımızın biz farkında olmadan bizi götürdüğü yer. Diyeceğim şu ki biz Paris’in içindeki bu parklara bile vurgunken, şehrin dışına çıktıkça gittikçe artan yeşillikli, ağaçlıklı bölgeye aklımızı başımızdan aldı. (İnanın insanın aklından sık sık bizden bir halt olmaz düşüncesi geçiyor. Kendimizi bir şey sanma halimiz böyle devam ederse, dünyanın hiç de sevmediği bir coğrafya olur çıkarız. Ağaçların içinde yol almak, hiç susmayan kuşların seslerini dünlemek inanılmaz bir keyif)

Bugünkü şatomuzun ismi: Chateau de Chaumont (Chaumont Şatosu)

 

Bir gün önceki gezimizi anlatırken bu şatonun aslında Kraliçe Catherine de Medicis‘in olduğunu ama Diane’ı Chenonceau Şatosu‘ndan atma planları dahilinde bu şatoyu Diane’e verip diğerini elinden aldığını söylemiştim. Bence bu şato diğerinden daha samimi, daha sıcak ve elbette daha küçük. Tabii Diane benim gibi düşünmemiş. Şatonun boyutlarına bakınca bunu attan inip, eşeğe binmek olarak algılamış olmalı ve bu şatoyu hiçbir zaman evi gibi benimsememiş.
,

 

Şatonun bana soracak olursanız en enterasan olayı Catherine de Medicis‘in burada yaşarken hemen yan odasında astrologu İtalyan Cosimo Ruggieri‘nin yaşamış olması. Astrologu ve Catherine sık sık Catherine’in odasında buluşur, entrikalar yaparlarmış. Geleceğin ona ne getireceğini vaktinden önce öğrenmek Catherine için çok önemliymiş. Muhtemelen Diane’le ilgili bir sürü sormuştur astrologuna. ?
Öyle değil mi sizce de?
“Ömrü uzun mu, güzelliği baki mi, kocasını bu kadının elinden alabilecek mi?”
Pek tabii kralın ne zaman öleceğini de önceden haber vermiş bu astrolog kraliçeye.
Bu şatodan çıkar çıkmaz kendi kalacağımız şatoya doğru yola koyulduk: Chateau de la Giraudiere.

Bir ormanın içinde inanılmaz güzellikte bir şato ve şatonun asil sahibesi. Bizi kapıda karşılayan bu Fransız kadınla tanışınca ve sohbet edince asil olmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi anladım. Günlük kıyafetiyle bile üstünden zarafet akıyordu Claudine’in. Sabah kahvaltısı, sohbeti, içtiğimiz çay her şey bir harikaydı. Üç kişilik ailemiz için en üst kattaki altı kişilik suit odayı bize vermişlerdi ki Kuzey mutluluktan uçtu. Ben sabah ormanın içinde uzun bir yürüyüş yaptım, bizimkiler tenis kortunda saatlerce tenis oynadılar. Kendi evimizdeymiş gibi keyifle konakladık. Hatta belki bir gün Paris’ten kaçar, burada kendimize bir hafta sonu kaçamağı hediye ederiz diye düşündük. (İstanbuldan kaçmak için Paris, Paris’ten kaçmak için Villeny. İşin özü şu ki sanırım Paris’ten kaçmam ben.)

Bu küçük yerleşimlerin olduğu yerlerdeki kasabalarda Michelin yıldızlı bir dolu restoran var. Gitmeden önce internetten bakıp yer ayırtmak mümkün. Bizim niyetimiz buraya gidince Michelin yıldızlı restoranlara da gitmekti fakat hep bir düzensizliğin içinde hareket edince canımız ne zaman acıkırsa o zaman yedik. Konakladığımız şatodan beş dakika uzaklıkta küçük bir pizzacı vardı. Selçuk burayı, yerel halkın yemek yiyip sahibiyle sohbet ettiği bu mekanı öyle çok sevdi ki biz iki akşam yemeğimizi de burada yedik. Bir dahaki seferimizde Michelin yıldızlı restoranlarda da yiyip Kuzey’i mutlu edeceğiz. ?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Fransa: Loire Vadisi Şatoları 3” yazısında 4 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Gezmeyi sevenler belli oluyor. Şato yazılarının yazılmamış tek bir günü kaldı. Gezdiğimden daha çok anlattığım için bir türlü bitmiyor. Sevmene, okumana sevindim. Teşekkür ederim. Öperim 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hiç gitmemek gerekirmiş Reyhan'cım. Kesinlikle haklısın. Aynı duyguları biz de yaşıyoruz. Orada o kadar rahat oluyoruz ki gece uykularımız bile değişiyor. Elbette her şey kusursuz diyemeyiz ama burası da değil. Genel sıkıntıların yanında günlük sıkıntılar çok yoruyor insanı. Gittiğin bir restoranda bile insanda "Aman kimseye bulaşmayayım!" duygusu hep alarm haline. İçen sapıtabilir, birine sarkabilir, çocuk gürültüsü yüüznden kavga çıkabilir. Oralarda yok böyle şeyler. En azından ben hiç denk gelmedim. Trafik ışıklarında herkesin duracağını bilerek adımını güvenle yaya kaldırımına atmak tuhaf bir his. İnsan burada herp kendini, çoluğunu çocuğunu kollamaktan yoruluyor.
      Coğrafya, insanın kaderi olurmuş. Ne yapalım? Burada doğduk, mecburen burada yaşayacağız. Bakarsın gün doğmadan hiç tahmin etmediğimiz bir unut ışığı doğar da biz de başka bir hayat yaşarız. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir