Yolda olmak ve Paris’ten haberler 🇫🇷

Bir trenin insanı taşıdığı bir garda onu neler bekler? Yolda olmak ve bu duygunun dayanılmaz hafifliği.

Ne güzel bir soru değil mi? Sorunun cevabını düşünürken bile gülümsemeye başlıyorum. Aklıma devasa bir gara yanaşmış onlarca tren, bavullarını sürükleyerek uzaklaşan insanlar, kokularıyla insanı cezbeden irili ufaklı küçük yemek kabinleri, elinde bir sosisliyle geçen biri, alt katı işaret eden tuvalet/duş levhası, bavul dolapları, gişeler, dükkanlar, kalabalık ve akıp giden bir yaşam geliyor. Eskiye, çok daha eskiye gitsem şimdiki hızlı trenleri iki parmağımla tutarak peronlarından kaldırır, yerine buharla çalışan eski günlerin trenlerini koyardım. Ortam bir anda değişir, daha romantik bir hâl alırdı. 

Paris Kahve Kültürü
Yolda Olmak- Paris’ten Haberler…

Tren Yolculukları

Sanırım bir tren garına her adım attığımda o buharlı trenleri hayal ediyor,  trenin merdivenlerinden içeri bu hayalle dalıyorum. Sanki evime girmişim gibi bir rahatlık… Bir kahveyle, sonsuz hayal dünyasına açılan bir kapı. Sonra yollar geliyor. Fazla düşünmene fırsat vermeden, kelimenin gerçek anlamıyla bir film şeridi gibi akıp gidiyor önünden. Dakikalar trenin ritmiyle birlikte ilerliyor, yüksek katlı binalar tren yola başladığı yerden uzaklaştıkça seyrekleşiyor, bahçeli evler alıyor filmdeki yerlerini. Peşinden arka planda dağlar, ayak izi değmemiş karlı patikalar,  ovalar… Güneş kayboluyor, karanlık bir zamana bürünüyor dünya. 

Yolda Olmak ve Bu Hissin Dayanılmaz Hafifliği

Gezmek, bence bu! Yolda olmak. Yıllar, birbiri ardına eksildikçe ya da çoğaldıkça hayatımda, bunu daha iyi anladım. Sadece gittiğin yerden ibaret değil seyahat; bir yere varana kadarki yol hali çoğunlukla. Frankfurt Garında ortada duran piyanonun önüne oturup tuşlara dokunan birinin, hiç beklemediğin bir anda, yıllar içinde oluşturduğun belleğinin bir parçasıyla karşına çıkması. Sezen Aksu’dan bir parça mı bu? Yok artık, biri İstanbul İstanbul Olalı’yı çalıyor. Ve tuhaf olan şu ki evinden topu topu iki gün uzakta kalmışken, o ezginin sana dokunması. İstanbul, sanırım benim için dışına çıktığımda anlam kazanan bir yer. O da tekrar gelene kadar. 

İstanbul…

Bu kadar duygusallık yeter! İstanbul’dayım işte. En güzel kısmı şehirden çok, evimde olmam. Ayağımı salondaki sehpama uzatıp yeni demlenmiş bir bardak çayı içebilmem, dağınık da dursalar oraya buraya atılmış kitaplarımın arasında ve oğlumun yanında olmak. Demem o ki, yol hali kadar ev hali de çok güzel. Elbette bir seyahatten yeni dönmüşsen. 

Kendini bir şehirde evinde hissetmek

Paris nasıldı peki? 

Çok güzeldi. Hep çok güzel oldu benim Paris seyahatlerim.

Yine soğuktu. Şubat ayında Paris’ten başka bir şey beklemek mümkün değil. Birkaç gün öncesinde İG’yi işgal eden tüm o karlı fotoğraflar sanki çok uzun bir zaman öncesinde kalmıştı. Ara ara yüzünü gösteren bir güneş, soğuk ama aydınlık bir gökyüzü vardı. İki gün yalnız gezdim Paris’te. Kafamda oluşturduğum küçük rotanın peşinden gittim, Kimi taş binaların önüne kamp kurdum, yürüdüm, yürüdüm. Yorulduğumda ve yürüdüğümde de bir kafede oturup ya bir şeyler atışırdım ya da bir kahve/çay içtim.

Yalnızlığın başkenti Paris!

Yalnız olmanın kabul gördüğü bir şehir Paris. Kafe masalarının bile iki kişilik olduğu bir şehirde tek kişi olmak yadırganmıyor. Yanında taşıdığın onca şey de (kitap/defter/çanta/kışlık kıyafetler) diğer boş sandalyeyi dolduruyor zaten. Bir de soğuktan dem vurduğunda bile insan, etrafına bakınıp şöyle düşünüyor: Bunca insan kafelerin teraslarını doldurduğuna göre soğuk olmamalı hava. Isıtıcılara şükürler olsun diye dua ediyor insan içinden. Sanki her şey insan evladı için düşünülmüş.

Hayat kitaplardan, kahveden, yemekten, bir kadeh şaraptan ve sohbetten ibaretmiş gibi. Hayat kendi dünyanın sınırları içinde akarken çok hızlıyken, çemberin dışına çıkınca yavaşlıyor. Ve ben en çok böyle zamanları seviyorum. Tek başına kaldığım kısa zaman aralıklarını, defterimle ya da kitabımla kaldığım vakitleri ve bir bardak sıcak çayın iç ısıtan hissini…Döndük. Yazının başında söylemiştim zaten. İşe gidip geliyorum. Coğrafya bir seçim mi yoksa kader mi bilmiyorum. Benim gönlümde yatan gibi ülke ülke gezip yeni maceralara atılamasak da, ara ara bir uçağın kanadına takılıp yol aldığımız için çok mutluyum.

Paris’ten uzak bu günlerde PARİS ÖZLEMİ içeren bir yazımı okumak isterseniz linke lütfen.

ECEKENT demişim Paris’e bir yazımda. Ne güzel demişim.

Bir de belki merak edenler olur diye, Paris Tren Garlarından bahsedilen bir yazı var. CNN Travel’dan….

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Yolda olmak ve Paris’ten haberler 🇫🇷” yazısında 8 düşünce

  1. sonat şen diyor ki:

    Benim de en sevdiğimdir "yolda olmak" hali. Pencerenin camından akıp giden hayatlara bakmak, bolca hayal kurmak, aracın ritmine uyarak dalınan uykularda bu hayallere eşlik eden güzel düşler görmek, bolca okumak… Bazen sırf bu keyifli anlar devam etsin diye yol hiç bitmesin isterim. Tren yolculuğu da bu masalsı havaya en uygun olanıdır gerçekten. Ne güzel anlatmışsın sen de yine hem yolda olma halini hem de varılan yerdeki duygularını… Hoşgeldin Özlem'cim.

  2. kekik diyor ki:

    Mart'ta ilk kez Paris'e gidiyorum.. Niye bu kadar geciktim bilemiyorum ama vardır bir nedeni.. Tek başıma 1 hafta.. Bence iyi gelecek:) Paris'le ilgili yazılarınızı keyifle okudum, bakalım benim Parisim nasıl olacak? Sevgiler!

    • özlem öztürk diyor ki:

      İnşallah hava güzel olur da çok daha keyifli gezersiniz Paris'i. Bence Paris'i sevmeye gönlünüz var 🙂
      Bu durumda o da size gönlünü açacaktır diye düşünüyorum. Nefis bir Paris olsun inşallah. En güzel yemekleri yiyip bol bol yürüyün olur mu? Ayak basılmadık yer bırakmayın Paris'te.
      Size de sevgiler

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bürokrasiden nefret ediyorum. Benden uzak olsunlar başka bir şey istemem. Daha gitmeden geriliyorum oralara. O yüzden yol halin güzel geçsin. Bürokratik işin neyse de hemen bitirip geri dön yuvana 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir