Mart ayımı güzelleştiren kitap: 4321

Paul Auster ve son kitabı 4321

Haber şu: Paul Auster’ın kalın kitabı 4321’i bitirdim.⬤

Paul Auster’ın kitabıyla ilgili hislerimi buraya yazıyorum çünkü elimdeki kitabı çok severek okudum ve bitirdiğimde de bu kitabı okuduğum için çok mutlu hissettim. İyi bir kitap okumanın gerçek okur üzerinde böyle bir etkisi var. Kitapların bana sunduğu bu huzur duygusunu unutmayı hiç istemiyorum. İlerki yıllarda 2018’nin bana çok uzunmuş gibi gelen mart ayını blogum sayesinde şöyle anımsamayı diliyorum: Paul Auster ve 4321 kitabı ile geçen, bir türlü iyileşmeyen bir soğuk algınlığı ve alerjinin bana eşlik ettiği; buna rağmen okuduğum her satırın şifa olduğu kış.

Paul Auster- 4321
Paul Auster- 4321

En sevdiğim yazarlardan başını çekiyor Paul Auster.

Kitabı okumak için uygun zamanı beklemişim meğerse. Tüm okuma deneyimim bahar esintisi gibiydi. Okumayı bıraktığım her günün ertesinde sanki okuduklarıma, Ferguson’un değişik yaşamlarına yeni başlangıçlar yaptım. İyi ya da kötü, değişik tüm başlangıçlar çok iyi geldi bana. Hayatın önümüze çıkardığı nice yol var ve hepsi farklı bir yere ulaşıyor. Temelde Ferguson’un okumaya olan yatkınlığı, kitaplarla ve yazıyla olan dostluğu her hikâyede merkez olmuş; bu alışkanlığın ardında yeni kapılar sunulmuş önüne. Tıpkı yazarın da dediği gibi Ferguson’ların yaşamında Paul Auster’dan izler var. O izler de hikâyenin tümünü gerçek kılıyor.

Paul Auster gibi Yahudi bir genç Ferguson; onun gibi New Jersey Newark’ta doğuyor. Bu yüzden olsa gerek uzun eserin içinde akla yatkın olmayan hiçbir şey yok. Bunca değişik yaşam kurgusunun hiç aksamadan ilerliyor oluşu bende kesinlikle hayranlık uyandırdı. Rastlantılarla şekillenen hayatlara inanıyor Paul Auster; ben de öyle! Ne zaman Paul Auster’dan bahsetsem, hayatta bir yerlerde bizi bekleyen bir şeyler olduğu ve o şeylerin de nedense hep güzel şeyler olduğunu düşünüyorum. Ne zaman hayatla aramdaki bağ zayıflasa, umuda olan inancım pamuk ipliğine bağlı gibi kopmakla kopmamak arasında sallanıp dursa raftan bir Paul Auster çekiyorum. Yazarın her sözcüğünün umut sözcüğü olduğunu iddia etmiyorum ama o kelimelerin içinde umut taşıyan bir şey var ve bu bana her seferinde ulaşıyor.

Brooklyn bana Paul Auster’ı anımsatıyor.

Şimdiden sonra söyleyeceklerim spoiler olur mu bilmiyorum. Aslına bakılacak olursa zannetmiyorum. Yine de uyarayım okuyacakları. Belki hiçbir şey duymadıkları bir kitabın sayfaları içinde gezinmek daha iyi geliyordur kimi okurlara. 😊 Kaldı ki tam da bu satırları yazdığım anlarda internette, Paul Auster’la yapılmış söyleşilerin arasında gezinirken New York merkezli bir okuma kulübünün yazarla yaptığı bir internet sohbetine denk geldim. Bir okur, Paul Auster’a kitabını raflarda görür görmez büyük bir hevesle aldığını ve hemen kitabı okumaya başladığını; bir müddet ilerledikten sonra bir kişinin dört değişik yaşam olasılığını okumakta olduğunu anladığını söylüyor ve Paul Auster’a soruyordu: Kitabın arka kapağında bu durumu belirtmek yerine (-ki okucuyu bu yazıyı okumadan başlamış kitabı okumaya-), bu durumu tespit etmeyi okuyucuya bırakmak daha güzel olmaz mıydı?
Auster da bu durumu editörü ve yayıncısıyla uzun uzun görüştüğünü ve okuyucunun önünde uzanan konunun haberinin önden verilmesinin zorlu bir okuma serüvenini kolaylaştırmak olduğunu dile getiriyordu. Amerika’da yayınlanan kitapların arka kapaklarında bu konuyla ilgili kısa bir bilgi varmış. Bendeki kitaba baktığımda (Can Yayınları elbette) kitabın arka kapağında böyle bir bilginin olmadığını gördüm. Buradan belki de Türk okurların daha zorlu okuma deneyimlerine hazır olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Çevirinin de muhteşem ötesi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Yaşadığın şehrin yazarı olmak

İki sene önce on beş gün kaldığımız New York burnumda tütüyor. Amerika’nın birçok insana çok sevimli gelmediğini biliyorum. Politik bir dolu sebebi bir kenara bırakacak olursak özellikle New York hayatımda gördüğüm en güzel şehirlerden biri. Paris, kalbimin en kıymetli köşesi; amma ve lakin New York da gönlümü çelen, enerjisi ile beni büyüleyen ve aklımı karıştıran diğer şehir. Bu şehri benim açımdan kıymetli kılan çok etken var. Bir kere Fransa’nın aksine dilini konuşabilmem, Amerikalıların Fransızlarla karşılaştıramayacak kadar sıcak kanlı olması, ülkenin göçmen nüfusunun yoğun olması orada yaşamayı kolay kılan nedenlerden birkaçı. Diğer taraftan şehrin enerjisi insanı oraya çekiyor. Kalabalığı, hızla akan yaşamı İstanbul’a benziyor. İstanbul’u çok eskiden sevmeme sebep olan bir sürü şey orada var gibi; üstüne üstlük İstanbul’da sevip de kaybettiğim bir dolu şey de hâlâ orada. Şehir yaşamını seviyorum. Şehir kavramını yaşatan şehirlerden biri de benim için New York.

Bunun yanında devasa bir park var şehrin orta yerinde. İnsanı zarafetiyle büyüleyen Bryant Park da ayrıca çok ama çok sevilesi. Müzeleri, kütüphaneleri, kitapçıları… Evet, Benim için New York kıymetli. Biraz daha yakınızda olsa bu şehri kesinlikle kapı komşusu yapar, kitapçılarında kahvemi içer, cheecake yer, kilo alırdım. İki yaz önceki New York, belki Paul Auster‘ı görürüm diye dolaştığım Brooklyn, yine yazarın Sunset Park kitabından dolayı gezindiğim Green Wood Mezarlığı ara ara aklıma geliyor ve ben yine bir uçağa atlayıp kendimi bu güzel şehirde bulmak istiyorum. Ne yazık ki New York harita üzerinde çok uzak bir köşede ve dolar paramız karşısında her gün değer kazanmaya devam ediyor.

New York, Brooklyn, Paul Auster ve bir şehri sevmek…

Yine nereden nereye geldim?
Lonely Planet seyahat kitabından bir şehri tanımaktansa bir yazarın dilinden yaşadığı şehri tanımak daha güzel geliyor bana. Dikkatle bakmazsam göremeyeceğim bir sürü ayrıntı bir yazarın eserinin içinde saklıymış hissiyle okuyorum kitapları hep. Bilmediğim bir zamanda, tanımadığım bir kelime erbabının şehrine gideceğimi düşlüyorum. Ve elbette bir yerlere ufak notlar alıyorum.

Bu kitapta ne bulduğuma gelince… Amerika’nın geçmişini, New York sokaklarını, Vietnam Savaşı’nın detaylarını, savaşa karşı insanların (özellikle üniversite öğrencileri) ayaklanmalarını, Columbia Üniversitesini, Princeton Üniversitesini, bir zamanların Amerikasının kokuşmuş yönlerini, şehrin kafelerini, sinemalarını… En çok Archie’nin okuduğu kitapları, üniversitede okuduğu dersleri, Paris’te geçen zamanları sevdim. Arkadaşlıkları, yazın gittiği kamplar, iç dünyasındaki karmaşa hepsi ayrı ayrı çok keyifliydi.

Bu sebeple Paul Auster yine kalbimi çaldı. Bana unutmayacağım bir mart ayı yaşattı.
Ben okudum, bitti. Siz de okuyun, bitirin bence. Eminim bu kitabı çok seveceksiniz.

Paul Auster ve Sunset Park ile ilgili yadığım yazıyı okumak için BURAYA bir tık lütfen.

New York, New York 💓

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Mart ayımı güzelleştiren kitap: 4321” yazısında 16 düşünce

  1. Onur Ramazan diyor ki:

    Yazarın hemen hemen tüm kitaplarını okumuş, 4 3 2 1’de de hızlıca ilk çeyreğe gelmişken romanın nesi eksik diye düşünür halde buldum kendimi. Sanırım Ferguson’un dört farklı öyküsünü okuyunca gerçeklik duygusundan uzaklaşıyor insan. Bu da roman kahramanıyla bağ kurmasını engelliyor. Bağ kuramayınca da ne sevincine ortak olabiliyorsunuz ne hüznüne. Ne duygularına kapılabiliyorsunuz ne uğraşlarına. Kötü mü, kötü diyemem romana ama Paul Auster’in diğer romanlarına kıyasla iyi de diyemem. Hele bir başyapıt hiç diyemem. Özellikle “Yanılsamalar Kitabı” adlı kitabı kütüphanede taş gibi dururken…

  2. Yasemen Ç. diyor ki:

    Yok aslinda gorunurde bir Turkiye seyahati ama bir gun olursa diye oyle tatli tatli hayal kurdum sadece, biraz hararetli kurmusum galiba 😀

    Pek guzel anlatmis sonra da olmaz mi demissin de olmaz olur mu hic, yanina baska seyler eklemeye bile gerek yok, bana ekmek, peynir, sarap yeter de artar bile 🙂

  3. Yasemen Ç. diyor ki:

    Paul Auster'i ilk senin yazilarindan farketmistim Ozlemcim. New York uclemesini okudum gecenlerde, sonra donup senin yazilarini okudum. Bu yazinin da "spoiler olabilir mi" dedigin yerden sonrasini okumadim, hehe 😀

    Once kitaplari hic bir seyden etkilenmeden okuyup sonra bloglarda yorumlari okumayi seviyorum. Ayni seyleri mi hissetmisiz, benim farketmedigim ya da bambaska degerlendirdigim neler var, beni cok etkileyen, aklimda kalan, ilham veren vs cumleler baskalarina da ayni sekilde hissettirdi mi… O kadar keyifli oluyor ki, sanki kitaplari birlikte okuyup, ustune konusuyormusuz hissi veriyor 🙂

    Tabi boyle bilgisayar ekranindan konusuyormus gibi hissetmekten daha keyifli seyler de var, himm birden aklima gelmedi ama ne bileyim mesela şöyle bir sey olabilir; ev yapimi eksi mayali ekmek, yaninda peynir, mis kokulu domates, yeni demlenmis cay bir de bahce manzarasi karsisinda muhabbet etmek, ahaha 😀 Operim kocaman..

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yasemen, sen şimdi böyle yazınca sanki İstanbul'a yolun düşecekmiş gibi geldi. Kitabı falan unuttum ben şimdi. Geliyor musun yoksa? Geliyorsan bize de gelin yahu. Ekmek yaparım, peynir kolay zaten. Yanına başka şeyler de ekler, önce şarap içer sonra çay demleriz. Olmaz mı?
      Haber ver bak! Merak ettim ve heyecanlandım şimdi.

  4. Gülşah Şahin diyor ki:

    Selam.
    Biliyor musun fark ettim ki( belki daha önce ki yorumda da bahsetmiş olabilirim) ben hiç Auster Kitabı okumamışım…
    Sadece geçtiğimiz aylarda otobiyografik bir kitabını okumuştum.
    Sen okuyun diyorsan hemen listeme ekliyorum. Tıpkı "Kavgam" serisi gibi. Henüz başlayamadm okumaya ama sıradaalar.
    Bu yazarı da not ettim.
    Selamlar, iyi haftalar canım.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Handancım, sahiden de kalınlığı düşünüldüğünde e kitap iyi olabilir. Kalınlığı elle hissedilen bir kitabın en güzel yanı, ne kadar yol alabildiğini görmek bence. 🙂 Kitap bitmiyor yahu ama bitirdiğinde büyük bir şey başarmışsın gibi hissediyorsun 🙂

  5. serbest klavye diyor ki:

    Canlı bir anlatımı olan özgün bir kitap tanıtımı olmuş, kalın hacmine rağmen kitabı merak ettiriyor yazdıklarınız… Gerçekten de bir şehri tanımak için bir yazarın gözünden bakmak iyi bir alternatif yol; aklıma Buket Uzun'erin Newyork Seyir Defteri geliyor mesela , Newyork deyince, akıcı Newyork hikayelerinin yer aldığı güzel bir çalışma…Yazıyla, edebiyatla dolu günler dilerim…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Buket Uzuner'in gezi kitaplığı en sevdiği seyahat rehberi/anı kitaplarının başında geliyor. Hele New York'ta Flatiron binasına bakarak bir karanfilli sigara içişi vardır ki insanda bu binaya bakarak bir sigara yakma isteği uyandırır. Kitaplardaki böyle ayrıntıların insanın aklına işlemesi ne tuhaf değil mi? New York Seyir Defteri bana bunu anımsatıyor mesela. Bir de Buket Uzuner'in orada bir okuma/yazı grubuna katılmasını. Acaba bu anımsadığımın doğrumu anımsıyorum diye de merak ediyorum şu an. Değilse bile öyle kalabilir; zira Central park'ın içinden geçilerek gidilen bir yazı dersi çok romantik geldi 🙂
      Ben de size yazı ve edebiyatla dolu günler dilerim. Nereden nereye gittim bir yorumla 🙂

  6. SevKoz diyor ki:

    Benim de okuma listemde var… Ama o kadar çok kştap var ki okumak istediğim 24 saat okusam yetmeyecek
    Okumadıysanız Paul Auster Şans Müziği…. Bloguma da yazdım. Şahaneydi…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Paul Auster okumayı çok seviyorum. Şans Müziği'ni okudum mu bilmiyorum. Bazen aynı kitapları tekrar okuyorum; bazılarını da başka bir zamanda okunmak üzere saklıyorum. Bana her seferinde Paul Auster iyi geliyor. Yazım diline her seferinde hayran oluyorum. Sanki oturmam aynı onun gibi, konuşurmuş gibi yazabilirmişim gibi hissedip, bunun imkansız olduğunu bilmek. Ne tuhaf di mi?
      Sevgilerimi yolluyorum.

    • Aslınur diyor ki:

      Paul Auster ile 2001 yılında “Yanılsamalar Kitabı” ile tanıştım ve devamında tüm romanlarını okudum. Sizin aksinize, benim içimi hep umutsuzluk kapladı okurken ama gene de okumayı bırakamadım. Bir çeşit çekimi/cazibesi olan umutsuzluk. Yaklaşık iki yıldır kütüphanemde duran 4321’i elime aldım geçenlerde ve bugün 100küsuruncu sayfa itibarıyla farklı hikayeler olduğunu keşfedip, kitapla ilgili yorumları okumaya karar verince sizin blogunuz çıktı karşıma. Çok uzun zamandır okuduğum en güzel kitap yorumunu okudum satırlarınızda ilerlerken. Belki Auster’ı çok sevdiğim için, belki geçen sene Times Square’de “New York Üçlemesi”nin fotosunu çekmem sebebiyle bir denklik hissettiğim için ama esasen kitapla ilgili samimi yorumlarınız, içtenliğiniz ve her satırın gerçek olduğunu hissettiğim için çok sevdim yorumlarınızı. İyi ki çıktınız karşıma:)

      • Özlem Öztürk diyor ki:

        Aslınur Hanım Merhaba,
        Öncelikle oldukça gecikmiş yorumum için affedin beni. Tatile gitmeye çok yakın bir zamanda cep telefonundan okudum yorumunuzu. İçimi anında bir sıcaklık kapladı. Ama günler birbirini kovalarken ve yapacak işler bir türlü bitmezken cevap yazamadım size. İnsan bazen güzel şeylere zaman ayıramıyor. Ne acı değil mi?
        Sonra iş, yine iş ve iş…. Oysa bugünlerde sevdiğim şeylere ihtiyacım var. Paul Auster kitaplarıyla ilgili aynı hislere sahip olmasak da ortak bir yerde birleşmişiz ne güzel. Sevdiğim şeyleri herkes sevsin istiyorum. Geldiğimiz günden beri aklımda size bir cevap yazmak vardı. Size bir şey yazmadan önce yorumunuzu, ardından yazıyı okudum. Bugün içimin karanlık olduğu bir gün. Daha önce yazdığım bu yazı bana yazı yazmayı/ blog yazmayı ne çok sevdiğimi anımsattı. O yüzden teşekkür ederim size. Bazen farkında olmadan dokunuyoruz birbirimizin ruhuna ve bu çok iyi geliyor insana.
        Kalpten sevgilerimi gönderiyorum size. Umarım ulaşır.

        • Aslınur diyor ki:

          Lütfen hep yazın. Ben heyecanla bekliyor olacağım.. Bazı karşılaşmalar, denk düşmeler çok güzel. Bir kitabı ve/ya yazarı biriyle (gerçekten) konuşabilmek özel bir mutluluk. Gecikmeler ise hayatın akışında çok doğal. Sürekli bir şeylere, bir yerlere, birilerine yetişmeye ve esasen günü kurtarmaya çalışıyoruz:) Önemli olan yüzüme kocaman bir tebessüm yerleşmesine sebep olan bir cevap gelmesi.. Tez veya geç fark etmez.. Sevgi ve selamlar..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir