İngiltere’den İrlanda’ya nasıl giderim?

Londra’dan Dublin’e nasıl gidilir? Seyahate çıkmadan önce kafamızı en çok kurcalayan soru buydu. Londra’ya gitmek, sonra da oradan Dublin’e geçemeden bir de geri dönmek vardı işin ucunda.

Londra’yı tüm güzellikleriyle bir kenara bırakırsam seyahatimizin diğer kısmını oluşturan İrlanda’ya vurulduğumu hemen belirteyim. Gitmeden önce kafamda nasıl bir İrlanda yarattığımı bilmiyorum; lakin vardığımda karşıma çıkan Dublin’e ilk görüşte aşık oldum. En sevdiğim üç metropol var: Paris, New York ve Londra. Bu üç şehir de bir şehri yaşam merkezi yapan her şeye sahip. Kültürel olayların yanında, yürüme mesafesinde olan (ya da bir metroyla ulaşılabilen) parklarıyla da konuklarına ev sahipliği yapıyor. Dublin, sınırlarını biraz genişletirsek İrlanda ise bence bambaşka bir coğrafya.

Dublin Gezi Notları

Londra’dan Dublin’e gidiş yolculuğumuz

Son zamanlarda kendimi doğanın kollarına teslim etmek arzusundayım. Yaş aldıkça daha çok yürümek, mevsimlerin daha çok tadına varmak, yağmur altında ıslanmak, bir ağacın altına yerleşmiş ahşap bir bankta sessizce oturmak, susmak ve dinlemek istiyorum. İnsan sesinden ziyade dalların rüzgâra eşlik ederken çıkardığı sesleri, ayağımın altında ezilen kuru yaprakların hışırtısını, taşların şarkısını, ağaçların fısıltısını, yağmurun ninnisini duymak dileğim. Yazı, denizi, güneşi çok sevmeme rağmen kuzeyden esen hafif rüzgârlara teslim etmek istiyorum kendimi. Güneşin altında yürümek zor elbette; malum güneş insanı hep uzanmaya, miskinliğe davet ediyor.

Ulysess Feribotu

Londra’dan Dublin’e nasıl giderim?

Saymaya çalıştığım onca sebep yaz mevsiminde konuk olduğumuz serin İrlanda’yı sevmemin sebepleri olabilir. Üstelik genellikle ilk kez gittiğim şehirler/ülkeler de çok iyi karşılar beni. Dublin’de anılarımda yer edecek bir yolculuğun ardından ulaştığım bir şehir oldu.(Eminim Londra’dan Dublin’e geçme niyetinde olan herkes buraya nasıl gideceğini düşünüyordum; zira ben karar verme aşamasında bayağı bir araştırdım.) Londra Euston İstasyonu’ndan trene atlayıp, keyifli bir tren yolculuğunun ardından Holyhead istasyonuna vardık. Burası Dublin’e ulaşmak için bineceğimiz feribotun olduğu limandı. Hayatımda belki de ilk ve son kez üstünden geçeceğimiz bir kıyı kentiydi Holyhead. Feribota binmeden  hemen önce görevlilerin önünde kuyruğa girip pasaportlarımızı uzattık, bavullarımızı teslim ettik.

❗(Londra’dan trenle Holyhead’e gilip, buradan da feribota binecek herkesten tren biletlerini göstermeleri isteniyor. O sebeple tren biletlerinize sahip olunuz.)

Avrupa Birliği’ne üye olmayan ya da diğer gelişmiş ülke pasaportlarından birine sahip olmayan her dünya vatandaşının başından geçen bürokratik işlemler. 😬Feribota binmeden önce İngiltere’de kaç gün kaldığımızı sordular. İrlanda’ya gelmeden önce İngiltere’ye uğramamızın sebebi buydu çünkü aldığımız İngiltere vizesi sayesinde İrlanda’ya geçiş yapabiliyorduk. Bu vize ile önce İngiltere’ye girmemiz, ardından İrlanda topraklarına geçiş yapmamız gerekiyordu. Feribottan inerken de yine görevlilerin önündeki sırada yerimizi aldık, pasaportlarımızı uzattık, İrlanda’da kaç gün kalacağımıza dair sorulara cevaplarımızı verdik. Dünya globalleşirken, sınırlar birbiri peşi sıra kalkarken, biz Türkler için yola çıkmak daha da güçleşiyor gibi geliyor bana. Üstelik bu işler için bir dolu parayı da gözden çıkarmamız gerekiyor.

 

Eh, bunca para harcanmasından sonra her seyahatten sonuna kadar zevk almayı kendime bir görev edinmiş de olabilirim.

Londra’dan Dublin’e gidişimiz

Londra’dan Dublin’e gidişimiz

İki yol var aslında.

  • Ya ucuz havayolu şirketlerinden birinin uçağına atlayıp soluğu Dublin’e alacaksınız. (Ryan Air)
  • Ya da kombine bir bilet alarak önce bir tren yolculuğu yapıp, ardından da çok konforlu bir feribot yolculuğu ile deniz yoluyla Dublin’e varacaksınız.

Bu ikinci yolculuk seçeneği nerdeyse bir günü alsa da, tren yolculuğu boyunca tren penceresinden akan manzaralar; ardından son derece konforlu bir feribotta çayınızı, kahvenizi içip sandviçinizi yerken ilerleyen bir feribotun içinde yol almak seyahati unutulmaz kılıyor. Üstelik gezinin ilk kısmını oluşturan Londra kısmında öylesine yorulmuştum ki, tren ve feribot yolculuğu dinlenmeme yaradı. Yol boyunca bir masaya kurulup gezi notlarımı yazdım. Feribottan indikten sonra Dublin şehir merkezine giden bir otobüse bindik. Feribot iskelesi ile şehir merkezi birbirine yakın olmasına rağmen, ağır ilerleyen trafik ve bitmeyen trafik ışıkları sayesinde şehre ulaşmamız bir hayli vakit aldı. Sonunda otobüsten inip de meşhur barların olduğu sokağa adım atıp nemli kaldırımlar ve barlardan yayılan müzik sesleriyle karşılaşınca Dublin’e sonunda geldiğimizin farkına vardım.

Dublin’de nerede konaklayalım? Temple Bar Oteli’ne ne dersiniz?

Biz konaklamak için Temple Bar Bölgesini, otel olarak Temple Bar Oteli‘ni seçtik. Ucuz değildi ama otel son derece güzeldi. Küçük bir ayrıntı ama daha reseptiyonda her birimizin eline birer dondurma sıkıştırdılar. Odamız otelin en üst katındaydı. Kuzey için istediğimiz yatak, odaya ekstradan yerleştirilmiş açılır kapanır bir yatak değil, tek kişilik konforlu bir yataktı. (Londra’da airbnb’den kiraladığımız evdeki yatak öyle rahatsız bir kanapeydi ki çocuk altı gün boyunca rahatsız bir şekilde yattı.) Yatağımızın üstüne çikolatalardan, cipslerden oluşen bir hoşgeldin sepeti bırakılmıştı. Her gün her birimiz için bir şişe su bırakıldı odaya. Diyebilirsiniz ki, “Eee Özlem, sen de kabul ediyorsun zaten otelin çok bütçe dostu olmadığını. Birer şişe su da mı bırakmasınlar?”

Bırakmıyorlar vallahi.

Bu otelden daha pahalı otellerde de kaldım ama adamların günahlarını bile bırakmıyorlar. O yüzden Temple Bar Oteli’ni çok sevdim. Verdikleri birer şişe suyla, iki çikolata ile en önemlisi de konforlu yataklarıyla benim kalbimi çaldılar. Dublin’e gitmeyi düşünürseniz, otelin fiyatını bir kontrol edin. Önceden rezervasyon yaparsanız uygun bir fiyat yakalayabilirsiniz. Bu arada, otelde konaklarken hemen yanındaki spor salonundan ve oranın havuzundan da yararlanabiliyorsunuz. Ben mayo götürmemiştim. Ama önceden bilirseniz akşamları gidip yarım saat olsun keyif yapabilirsiniz.

Temple Bar Hotel- Fotoğraf: Temple Bar Oteli'nin internet sitesinden.
Temple Bar Hotel- Fotoğraf: Temple Bar Oteli‘nin internet sitesinden.

Temple Bar Bölgesi, İrlanda’da özellikte Dublin merkezli filmlerde gördüğünüz gibi. Barların hepsinde canlı müzik var, gitar tınıları sokaklara kadar yayılıyor, gece yarıları hatta gecenin sabaha dönük yüzünde bile dışarıdan canlı müzik sesleri ve kahkahalar geliyor. Odaya girdiğimizde başucu sehpalarına bırakılmış kulak tıkaçlarından gecelerin nasıl geçeceğini insan bir çırpıda anlıyor.Dublin, kesinlikle gidilmesi gereken şehirlerden biri. Sabahları erken kalkıp dağlara doğru yol almayı da göze alıyorsanız daha da güzel bir ülke haline geliyor.

Gelelim serinin diğer yazılarına 😀

Dublin’i ne çok sevdiğimi okumak isteyenleri BURAYA

Meltem Gürle’nin Dublin’le ilgili anlattığı güzel bir hikâyeyi okumak isteyenler BURAYA buyursunlar.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

İngiltere’den İrlanda’ya nasıl giderim?” yazısında 14 düşünce

  1. mesut diyor ki:

    merhabalar
    ben eşim ve kızım ile bırlikte agustos ayının 2 yarısında 10 gün sürecek bir gezi planlıyorum londra çıkışlı önce iskoçya ve sonra irlanda nasıl bir yol gürgahı ve önerirsiniz (mesela önce iskoçya oradan mı dublin, yoksa tersi mi) ve başka önerileriniz varsa paylaşırsanız sevinirim

  2. Semi M.Eller diyor ki:

    Aktarma iyi olmuş, vakit varsa en güzel şey bence de.
    Bu arada otele bakayım dedim, epey tuzluymuş:) Bizi aşar mesela bu bütçe. 4 kişi olunca otel konusunda bu sınıf bizi üzer:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Kesinlikle haklısın. Hatırlarsan biz bu seyahate bir sene önce çıkmaya niyetlenip vizeler çıkmayınca da bir dolu zarar etmiştik. O zaman da ekip olarak (arkadaşlarımız da vardı) bu oteli ayırtmıştık. Tabii, euro/pound falan daha ucuzdu. Hatta şimdinin yarısı kadardı. Onlar gidip bu otelde kaldılar ve çok beğendiler.
      Sonra, bu tatil için biz bu otele baktık fakat çok pahalı olduğu için buraya yer ayırtamadık. Fiyat uçmuştu. Selçuk başka bir otelden iptal edilebilir bir oda ayırttı. Ardından da nerdeyse iki günde bir otel sitelerine girip bu otele baktı. Hiç düşmedi fiyatı. Gitmeden on gün önce nasıl olduysa otelin fiyatı düştü ve bizim rezervasyon yaptırdığımız otelle aynı fiyata geldi. Yukarıdan bir göz bize bir kıyak yaptı sanırım. Hemen diğer oteli iptal edip bunu aldı selçuk. İnanılır gibi değil. Yani belki kollamak gerekebilir.
      Fakat selçuk da şunu söylüyor. eskiden Kuzey küçüktü, resmen aramızda yatırıyorduk. Şimdi büyüyünce Selçuk 3.kişi aramalarında hep ekstra oda ya da king oda verdiklerini anlatıyor. 3 kişi bile çok can yakıcı, sizi düşünemiyorum. 🙂
      Çok çalışmak lazım Semicim, çoook 🙂

    • Semi M.Eller diyor ki:

      Çok şanslıymışsınız o zaman:)) Çocuklar büyüyünce zorlaştı tabii, ücretsiz çocuk da kalmadı bizde:)) Hani en azından küçükkken ücretsiz 6 yaşa kadar veya bazen 12 yaş falan bile olabiliyordu. Artık nerdeee:)) Tatil planlarını iyi yapmak lazım ve biraz da şans gerek:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ah, feribot süperdi. ağır yolculuk yapmayı seviyorum. Millet nasıl hazırlanmış feribot için bir bilsen. Feribot yol almaya başlar başlamaz resmen piknik sepeti gibi çantalar açıldı. İçlerinden termoslar, kahveler çıkarıldı. Sandviçler dağıtıldı. Ardından cipsler, muzlar yendi. Keyifler çatıldı. Selçuk'a, "Çok hafif hazırlıkla gelmişiz yahu biz bu feribota." dedim. Ve her şey vardı feribotta, Kuzey gidip pizza aldı mesela, yanında elbet bir kolayla 🙂 eee, çocuk euro/dolar/sterlinle pek ilgilenmiyor tabii. O yedikçe selçuk'la biz çarpıp duruyoruz 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Beyda'cım umarım en kısa zamanda hayallerin gerçek olur. Neden olmasın ki zaten? Döviz bu kadar patlamamışken daha rahat harcayabiliyorduk; şimdi insan ister istemez devamlı her harcadığı parayı TL'ye çeviriyor 🙂
      Yorum için çok teşekkürler

    • özlem öztürk diyor ki:

      İzledim, izledim; hem de çok severek birkaç kez. Gitmeden önce yine seyrettim. Gece otel odasındayken dışarıdan gelen müzik sesleri de bana hep bu filmi anımsattı. O naif İrlanda filmlerinin etkisendeydim tüm seyahat boyunca. İrlanda şarkıları, efsaneleri, gürültücü İrlandalılar hep bizimleydi. Sanırım bu seyahat ömrüm boyunca gülümseyerek anacağım bir seyahat olacak.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ya aslına bakarsan bir yolculuğun nasılını falan yazmaktan pek hoşlanmıyorum. Ansiklopedik bilgi gibi geliyor bunlar. Birilerinin ihtiyacı var mıdır bu cevaplara sorusu geliyor aklıma. İnternette artık her şey var. Belki İngilizce bilmeyen biri bu soruların cevabına ihtiyaç duyabilir gibi geliyor bana. Tuhaf bir şekilde yazıp yazmamak arasında gidip geliyor. Böyle bilgiler verince yazının ruhunu/hissini öldürüyormuşum gibi geliyor. Öte yandan, feribotla seyahat (onlar ferry diyor bu gemiciklere ama bana feribotun anımsattıklarından daha öte bir şey bu gemiler) tecrübesini herkes duysun istiyorum ya da uçağı binip trenle seyahat etsinler falan 🙂
      Blog yazmak tuhaf bir şey galiba; ya da ben iyiden iyiye garipleştim. İnsanlar da öyle!
      Bu karışık duygular içinde nasıl bir İrlanda yazısı çıkar bilemiyorum. Gezi yazısı yazarken insanları yanlış yönlendirmekten çekiniyorum ama, onu biliyorum. 🙂
      Geldiğin için sağol. İnsan blogunun hep konukları olsun istiyor.
      Öperim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir