28 Gün Meydan Okuması #8-9-10-11

Gün #8- Sizin ve kendim için seçtiğim üç alıntı…



Geç kaldım biliyorum. ? Güya günü gününe burada olacak, her güne bir yazı ekleyecektim ama nerde? Anneliğime, işe gidip gediyor olmama, az biraz sosyalleşmeme verin lütfen! Bir de önceden olsa kendimi yerden yere vururdum ama şimdilerde kendimi olduğum kadarıyla kabul etme çabası sergiliyorum. Kumaş bu! Daha gelen yorumlara cevap bile yazamadım ama yarın iş yerinde fırsat bulursam o işin altından kalkmayı düşünüyorum.

Neydi alıntılar…. Öncelikle alıntı insanı değilim. İnstagramda paylaştığım fotoğrafların altına yazarlardan, şairlerden bir şeyler paylaşmak istedim ama o insan ben değilim. Belki sırf bu yüzden en sevdiğim aforizma Oscar Wilde‘dan gelsin. Kendisinin bu sözü benim başucu sözüm gibi bir şey. Mutfağımızı kaplayan panonun üstünde asılı. Umarım benim gibi evin her ferdi her sabah Oscar Wilde’ın bu sözünden ilham alıyordur. ?
Şöyle demiş Oscar Wilde,

       “Kendin ol. Öbür kişiliklerin hepsinin zaten sahibi var.”

Ben de tam onun dediği gibi olmaya çalışıyorum. Neysem oyum. Evet, çabuk sinirleniyorum. Ne yapayım? Öyleyim. Ama onun yanında başka çok güzel özelliklerim de var. Başkası istiyor diye ne kap değiştiriyor, ne de içinde bulunduğum kabın şeklini alıyorum. Seviyorsam seviyorum, sevmiyorsam sevmiyorum. Kuzey’e de hep bu tavsiyeyi veriyorum. Olduğu gibi olsun yeter.

     “İçimizde olanın ancak küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak, gerisine ne oluyor?” (Lizbona Gece Treni)

Okuduğum ve en sevdiğim kitaplardan biri Lizbona Gece Treni. Zamansız bir kitap. Her okuduğunda insana başka kapılar açan, düşündüren ve iyi hissettiren. Kötü sonlar da insana iyi hissettirebiliyor bence zaman zaman. Hayatın nerede biteceğini hepimiz biliyoruz nihayetinde? Yukarıdaki kısacık cümledeki soru sık sık aklıma geliyor. Hayal ettiklerimizin sadece bir parçasını yaşıyorsak kalanları ne yapıyoruz dersiniz?

     “Hayatımızın gerçek yönetmeni rastlantıdır- gaddar, acımasız ve büyüleyici bir cazibesi olan bir yönetmen.” (Lizbona Gece Treni)

Rastlantıların hayatımızda çok büyük yeri olduğunu düşünüyorum. Paul Auster‘ı da kitaplarında rastlantının izlerini aramasından bu denli çok seviyorum. Tanıştığımız insanlar, evlendiğimiz kişiler, önümüze çıkan fırsatlar, sapaklar hepsi rastlantı gibi geliyor bana. O yüzden hayatın güzel rastlantılarla dolu olmasını diliyorum. ?
Gün #9- Hakkında beş garip şeyi söyle de bilelim ne kadar arızasın?


Öyle kaldım şimdi. Kendimi düşünüyorum neyim garip diye. Bizimkilere sorsam akşam olur mu diyeceğim ama eminim ki mantıklı bir cevap vermezler.?Mesela şu belki garipliklerimden biri olabilir. Kitap vermekten hiç hoşlanmam. Sevdiğim bir kitap varsa etrafımdaki herkese alır bir tane hediye ederim. Ama kendi kitabımı vermem. Kitaplığımdan kitap istenmesinden de hiç haz etmem. Bu huyumun garipsenmesi de bana tuhaf gelir.
“Canım ben sizin evinizden bir şey istiyor muyum?” diyesim gelir. “Birkaç günlüğüne mümkünse bilgisayarını alayım, ihtiyacım var, işim bitince veririm.” demek gibi gelir bana kitap istenmesi. Kaldı ki aldığım kitapları dağıtırsam bir kitaplığım olamaz değil mi? Her şeye para bulan, her yerde kolaylıkla para harcayan insanların kitaba para vermek istememesi de ayrıca çok kötü bence.?Bize gelen misafir pasta getirdiyse, çayın yanına ikram eder, kalan pastayı yanlarında geri yollarım. Mümkün değil yenmez bizim evde o pasta. Neden ziyan olsun ki? Gelen pastaların kalanını yolladığım gibi, çok az ama çok az pastane alışverişi yaparım. Birine gidiyorsam bir şey almak için. Yoksa bizim eve pastane ürünü pek girmez.

?Kendimden başka kimsenin arabasını kullanmam. Kocamın arabasını bir kez bile kullanmadığım. Çünkü bana ait olmayan bir şeyi kullanıp zarar vermekten ve karşımdakini üzmekten çok korkarım.

?Arabam o temiz arabalardan değildir. Çoğunlukla içinde içilmiş kahve bardakları, yenmiş bir çikolatanın kabuğu falan bulunur. Selçuk’un torpidosunun aksine orada burada gizlenmiş gofretler, protein barlar, çubuk krakerler falan da yoktur.

?Az eşyayla seyahat etmekten hoşlanırım ve ne kadar küçük bir bavulla seyahate çıkarsam o kadar fazla gurur duyarım kendimle. Bir de her seferinde çantamı erkenden hazırlamaya niyet eder, her defasında son gün hazırlarım o çantayı. (Bazıları böyle gezince o çantanın hep hazır beklediğini zannediyor ama yok öyle bir şey.)

Gün #10- Aklım olsaydı nerede okurdum? 

İngiliz Dili ve Filolojisi/ Amerikan Dili ve Filolojisi olabilir. Edebiyata çok düşkün olmama rağmen kesinlikle Türk Dili ve Edebiyatı okumak istemezdim mesela. Sırf bilgisayarımla ve kendi varlığımla yapabileceğim bir işimin olmasını çok isterdim. Al bilgisayarını yanına ve dünyanın bir ucuna gidip orada çevirmenlik yap mesela. Belki başka bir hayatta, daha akıllı bir Özlem’e kısmet olur bu hayali. Neden olmasın?


Gün #11- Son zamanlarda okuyup bitirdiğin kitabın yorumunu yazar mısın?

Bu aralar çok tuhaf okumalar yaptım. Öncelikle onu söyleyeyim. Avustralya seyahatine gitmeden önce elime Leylak Dalı‘nın önerisi ile Sekizinci Hayat diye bir kitap aldım. Kitap değil, ansiklopedi aslına bakılacak olursa. Hikâye nefisti ama yazıların puntosu insanı yoracak kadar küçüktü. Üç yüz sayfa kadarını seyahate çıkmadan önce okudum ama kitabı yanıma almam mümkün değildi. Bavul ağırlığının yarısını kitapla doldurmak istemedim. Bu yüzden beni içine çeken bu nefis hikâyeyi bir kenara bırakıp seyahate çıktım.
Yanıma aldığım kitapların ikisi de Kuzey’in okuması gereken kitaplardı. Onunla aynı kitapları okumak ve bu kitaplar üzerine birlikte konuşmak hoşuma gidiyor. O yüzden Avustralya seyahati boyunca Melih Cevdet Anday’ın Aylaklar kitabı ile Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları’nı okudum. İkisi de çok keyifli kitaplardı. Hele Melih Cevdet Anday’ı dili ve anlattıkları. Masal gibiydi. Bu iki kitap on beş günlük seyahatte bitince bu sefer Kindle’ımdan Harry Potter macerasına dalış yaptım. Uzun uçak yolculukları boyunca elimde serinin altıncısı, Harry Potter ve Melez Prens vardı. Bitti mi bitmedi. ? Yüz elli sayfa falan okudum. Eve döner dönmez Sekizinci Hayat’ı yeniden aldım elime.
Bitsin mi bitmesin mi karar veremeden okuyup duruyorum kitabı.?

 
 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

28 Gün Meydan Okuması #8-9-10-11” yazısında 8 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Aferin sana 🙂 Çok fenayım di mi? Kitaplığım olsun istiyorsan başka türlü olmuyor bu iş. Eee, yenmiyor bizde 🙂 Geçen gün birinin doğum günü için küçük bir pasta almıştım. Üç gün sonra attım pastayı yenmeyince.
      Canım pasta gibi bir şey isteyince Starbucks'tan herkesin sevdiğine göre birer dilim alıyorum.

  1. oytunla hayat diyor ki:

    Bak ne güzel bize topluca meydan okuyorsun :))
    Şimdi ben de sırayla yorumlayayım 😉

    Başkasının arabasını ben de kullanamam, hoş zarar verme korkusuyla birlikte kullanamayacağımı da düşünürüm :))
    Kitaplar konusunda sana katılıyorum. Ben vermemezlik yapamam ama öyle çok gidip gelmemişliği vardır. Bak aklıma getirdin yine üzüldüm :/

    Öyle bilgisayarımı alıp gideyim çalışayım bak ben de isterdim. Homeofis çalışanlara hep gıpta ile bakmışımdır bu sebeple 🙂

    Sekizinci Hayat kitabını ben de sevgili Leylak dalının önerisiyle okuyayım dedim. Almaya kalkarken dur Şebo bu kadar kalın kitaba hazır değilsin dedim braktım hahahaaaa :)))

    Öpüyroum seni çokça ♥

    • özlem öztürk diyor ki:

      Şebo,
      Hani bugünkü listede de var ya sinir olduğun, eleştireceğin şeyler kıvamında bir soru; işte ona ben kitap isteyenler diyebilirim. Kitap istemek değil de mevzu, şimdiye kadar kitap isteyip de kitap verdiğim birinin kitabı geri getirdiğini görmedim. Yani aslında kitap istenirse vermem durumu tecrübeyle sabitlenmiş bir durum. Kitaba para vermeyi anlamsız bulan kimseler aldıkları kitaba da kıymet vermiyorlar, geri getirmek için de özen göstermiyorlar. Bir arkadaşıma vermiştim birkaç kitap seneler önce, yaz boyunca kumsalda kitapları okuyup parçalamış, çay ve kahve lekeleriyle parçalanmış kitapları getirmişti. Ben değil ama Selçık, "Sen bizden bir daha kitap isteme, kitapçıdan al, istediğin kadar parçala kitapları." demişti. Der yani icabında :)))))
      Yok artık, görüşmüyoruz elbette. Baksana ne huysuz insanlarız :)))
      Yahu ben kocamın arabasına bir zarar veririm de üzerim onu inceliğinde düşünüyorum. Şimdi böyle düşünen biri başkalarının özensiz tavırlarından inciniyor tabii. O yüzden, kesin bilgi herkes etrafına yayabilir, kimseye kitap vermiyorum ve üzerime yapıştırılacak her türlü etikete de razıyım. :))))
      Seni çok ama çooook öperim.

  2. Esen Can diyor ki:

    E böyle de güzel ? Yani 10 günlük meydan okumayı bi postta sıralamak 🙂 Latife ettim 10 gün değil elbette 🙂 Ama güzel vallahi. Yalnız o gariplikler sorusunda ben de çok takıldım ne yazsam diye, ki insanın garipliklerini en iyi yakınındakiler bilir, ben de sormadım tabii ;(
    Kitap önerilerini dikkate alacağım..
    Teşekkürler, çok sevgiler Özlem r??

    • özlem öztürk diyor ki:

      Esen ?
      Hahaha 🙂 Yetişemiyorum vallahi. Elimden geleni yapıyorum. Bu hafta sonu bloga bir şey yazamadım. Avustralya'dan sonraki ilk hafta sonumdu. Biraz kitap okudum, çokça oğlanla ders çalıştım, bir baktım akşam olmuş. Ee, tabii. Biz de koşturma bitmiyor. Oğlanın sabah futbol antrenmanları falan var. Yani diyeceğim o ki, bazen sadece durmak istiyorum. Ama bloga yazamamak içimi tırmalamadı mı? Tırmalamaz mı? Sonra şöyle dedim kendime: Nefes al ve rahatla. Ben de öyle yapıyorum.
      Ben de şimdi sana geliyorum. Sabah çayıyla beraber misafirinim. Haberin olsun.
      Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir