Keyifli bir Takıntı : Blog yazmak

Gün-17 – Takıntılarım ve ben 😉

Birisi takıntı mı dedi?

Paris Sokakları
Paris Sokakları

Bazı objelere takıntılı olma durumum var ne yazık ki. Uzun zamandan beri benimle olan eşyalarıma gözüm gibi bakıyorum. Mesela lise yıllarından beri kullandığım mavi renkli bir 0.5 kalemim var. Kimselere vermek istemiyorum, kimsenin kullanmasını da istemiyorum. Uğurlu kalemim o benim. Dili olmasa da bana anımsattığı çok şey var. Ben şu malına sahip çıkan insanlardanım. Hediye vermeyi çok severim. Bir hediye alacaksam uzun uzun gezinir, hediye vereceğim kişinin ruhuna uyan bir şey almaya çalışırım. Bunun yanında eşyalarıma da sahip çıkarım. Kuzey çok dağınık. Selçuk, ona çektiğini kabul ediyor. Çantasına bir gün koyduğu kalem ikinci gün asla olmuyor. 😊

Sorunca, falancaya verdim diyor. Alt tarafı bir kalem diyor. İşin kötü yanı, kendisi de başkasından bir kalem ödünç alırsa aynı muameleyi yapıyor. Ya bir yerde bırakıyor aldığı kalemi, ya çantasına atıp eve getirip ertesi gün kaybediyor. Oğlum, başkasından ödünç aldığın şeye kıymet ver lütfen, iade et deyince de, “ne olacak alt tarafı bir kalem!” deyiveriyor.

Geçenlerde benim bu mavi kalemi kalem kutusuna atıp okula götürmüş. Elbette ki kalem kutusunu unutmuş. İlk defa bunda bir telaş! “Söz veriyorum getireceğim kalemini. Kalem kutusunun içinde.” dedi. Ben de, “Gelmezse, sen de eve gelme.” dedim. Neyse ki hem oğlan hem de kalem geldi eve.

Demem o ki, mavi kalemim, seyahatlerden severek aldığım kalem kutularım, anne evimden getirdiğim artık yıkana yıkana çizilen cam salata kasem çok şey ifade ediyor bana.

Gün-18

Not defterim: Aklıma takılanlar, geçen günler, gülen yüzler…

 

Aklımda nice soru. Gün içinde bir fırsat yaratırsam kendime dönüyorum hep. İç sesime yani. En çok onunla konuşuyor, onu dinliyor, ona anlatıyorum kendimi. Ara ara üzüyor beni. Başkalarından daha çok dokunuyor söyledikleri. Yine de dönüp dolaşıp ona sığınıyorum. Günlerim akşam oldu mu salonun köşesindeki koltuğa kıvrılıp okuyarak geçiyor. Bana iyi gelen şeyleri yapmaya çalıyorum. Kitap okumanın dışındaki şeyleri pek başaramıyorum. Öğlen iş arası kaçıp yogaya gidemiyorum ya da sabah erkenden kapıdan adımımı atıp yürüyemiyorum.

Takıntı dediğim şeyler beni mutlu eden şeyler…

Yıllardır istikrarla yaptığım yegane şey çay içmek ve kitap okumak. Hayat, bir kitabın sayfalarının arasındaysam ve bir bardak çayı yudumluyorsam nefis geliyor. Uzun zamandır eve aldığım dergileri okuyamıyorum. Sehpanın üzerinde öylece beni bekliyorlar. Onları okumak, hayalini kimseyle paylaşmayacağım bir gezi planı yapmak aklımda. Şöyle araba sırtında bir seyahat. Köy, köy gezmeli, durduğun her köyde bir dondurma yemeli. Yeni bir seyahatten dönmeme rağmen başka bir seyahati hayal ediyorum.

Söylemezsem duramam. Harry Potter okuyorum yine. Melez Prens’i. Harry’yi, Ron’u bir kenara koyarsak en çok Hermione’yi seviyorum. Bir de şu Luna var. Tuhaf kız. Keşke Rowlings bu karakteri daha çok işleseymiş diye düşünüyorum. Böyle bir şey geçiyor aklımdan. Selçuk yine ailemizi diziden diziye sürüklüyor. Hep beraber Umbrella Academy’ye başladık. Şimdilik sadece iki bölüm. Aramızda süre gelen kitap okuma yarışı devam ediyor. Hâlâ yarışı bırakmamış olması şaşırtıyor beni. Acaba bu hırsı daha ne kadar devam eder diye merak ediyorum.? Olmadı, iş seyahatine çıksın diye destekleyeceğim onu. Bu meydan okuma işinde sınıfta kaldım. Tam yakalayacakmış gibi oluyorum. Tekrar gerilere düşüyorum. Şubat ayını aksayarak da olsa tamamlarsam Avustralya’yı yazmak istiyorum. Avustralya’yı yazmak istememin tek sebebi benim. Muhtemelen bir daha gitme şansımız olmayacağı bu muhteşem ülkeyi, kıtayı sırf kendim için bile olsa yazmak istiyorum. Orayı düşününce kalbim heyecanla çarpıyor.

Kitaplarla ilgili diğer yazdığım yazıları okumak isteyenleri, çok keyifli bir yazı içinde BURAYA bekliyorum.

Bloglardaki meydan okumada başka kim ne yazmış merak edenler, BURAYA buyursun.

Mesela Sevgili Şebnem de şöyle demiş bu günlerde.

Gün -19-

Artık takıntı mı dersin yoksa keyif mi bilemem ama işte benim blog maceram.

 

Şimdi bakın. Hayatta iyi ki yaptım diye çok mutlu olduğum, kendi kendime övündüğüm birkaç şey var. Bunlardan biri ömür boyu en iyi arkadaşım olan kocamla evlenmiş olmam, Kuzey’ciğimi doğurmuş olmam, doğru dostlar edinmem ve bu blogu yazmak.

Blogumu açtığım, elimden geldiğinde yazabildiğim ve bu yaptığımdan bunca (dünyalar kadar) keyif aldığım için çok mutluyum. Geriye dönüp bakacak olursam ilk blog yazımı 1 Şubat 2010 yılında  basit bir merhaba diyerek yazmışım. Üstünden kocaman bir 9 sene geçmiş. Şimdi yazarken şok geçiriyorum. (Bu gerçek olabilir mi? 😊)

Blog yazmak mı?

İşin tuhaf yanı, blog yazmaya karar verdiğimde blog dünyasından bi’ haberdim. Takip ettiğim hiçbir blog yoktu. Bu fikir nasıl oldu da aklıma geldi hiçbir fikrim yok. Sadece etrafımda olan bitenden çok sıkıldığım bir dönem olduğunu anımsıyorum. Hayatın “Hadi içelim, güzelleşelim.” formatında döndüğü, aynı günlerin ardı sıra birbirini takip ettiği günler. Etrafımdaki herkesten sıkılmış, aynı muhabbetleri tekrar tekrar yapmaktan bunalmıştım. Yazmak, ruhuma iyi gelecek bir şeyler yapmak istiyordum. Kitaplardan, dergilerden, keyif aldığım şeylerden, hayallerimden bahsetmek istiyordum. ilk yazımı, yorum gelsin diye beklediğim onca zamanı çok iyi hatırlıyorum. İçimin umutla dolduğu, bir şeyi yapmaktan çok ama çok keyif aldığım zamanlardı. Şimdilerde hayat o günlerdeki kadar heyecanlı gelmiyor bana. Tüm duygular zamanla eskiyor sanırım. Bloga yazmanın verdiği keyfi hep ayrı yerde tutmaya çalışsam da, keşke Türkiye’de blogların değeri yeteri kadar bilinse, Ig’de iki fotoğraf paylaşan blogger diye kendini adlandırmasa diye düşünüyorum. Çünkü yazmak emek istiyor ve emek verenlerin kıymeti bilinsin istiyorum. Diyeceklerim bu kadar hakim bey! 

Blog yazmayı takıntı haline getirenlere canım ekşi sözlükçüler ne demiş merak ediyorsanız BURAYA bir uğrayın.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Keyifli bir Takıntı : Blog yazmak” yazısında 22 düşünce

  1. Biricik Su diyor ki:

    Merhaba, takıntılarınızın sizi mutlu etmesi ne güzel. Benimkiler beni delirtiyor. Mesela yazma takıntınızı hiç bırakmayın! Çok beğendim. Kaleminize sağlık! Teşekkürler…

  2. Adsız diyor ki:

    Her zaman diyorum; senin yazdıklarını o duygularını aktarışını okumak ayrı bir keyif. Evet keşke daha çok blog okusak ve yazsak. Tabi kendime de bir serzeniş var:) öperim… Natali

  3. Furkan YETEK diyor ki:

    Merhaba, Değerli Blog Arkadaşım; İnsana Davet sitesinde "Blog Keşif Etkinliği ve Önemli Duyuru" başlıklı yazımızda size de yer verdik. Hemde önemli bir duyuru içeriyor… Bakmak isterseniz beklerim…Selam ve Dua ile…

  4. Esen Can diyor ki:

    Kuzey'e katılıyorum 🙂 Alt tarafı bir kalem 🙂 Şaka şaka ama çocuklar bazen bizden çok farklı olabiliyorlar, benzeniyor huyları, karakterleri ve ben inanıyorum ki, titizlikten çok rahatlık kazandıracak çocuklarımıza..
    Blog yazmaya başlamamız aynı zamanlara denk gelmiş, aynı hislerle başlamışız, ben de bir türlü hatırlayamadım neden yazmaya başladığımı ama seninle hemfikirim, blog yazmak ve takip etmek emek isteyen bir iş. Bu yüzden de blogger lar igırlardan daha özel insanlar. Dilerim yeniden blogların o eski zamanlarındaki haline geri dönelim. Yeniden heyecanla yazalım ve okuyalım birbirimizi..
    Muhabbetle Özlem…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hahahaha:)
      İki hafta önce bir sebeple okula uğradığımda kayıp bürosuna uğrayıp montunu aldım. O haftaki yüzme kıyafetlerini de unutmuştu okulda. "Bir şort, bir gözlük, bir bone" dedim kayıp bürosundaki görevliye. Bu hafta kaybettikleri haftaya gelir buraya diye cevap verdi görevli. Bir sonraki hafta uğrayamayacağımdan şimdi orada bir yerlerde duruyordur herhalde. Bu arada eve getirdiğim montu bir hafta daha giydi. Yine kayıp. Yine bir yerde bırakmış. Okullarında sınıf sistemi yok. Yani her ders o dersin öğretmeninin sınıfında. Bizimki de yol üstünde kaybediyor işte malını mülkünü. 🙂 Bu arada mont yokluğunda babasının montunu giydi. Onu da unutmuş. Çok telaşlandım, neyseki kantinde buldum dedi.
      Umarım dediğin gibi titizlik değil de rahatlık kazandırır. :))))
      Bizimki hangi aşamada bilmiyorum tabii.
      Benim kocam rahattır. O bile "Yahu liseye geçti artık, bu kadar unutulur mu her şey?" diyor. Çocuk bizim, idare ediyoruz işte 🙂
      Esencim, bloglar harika bence. Bizim yazdıklarımız da çok güzel. Ruhumuz güzel çünkü. Yazdıklarını keyifle okuyorum. Bu blog etkinliğini tam tamamlayamayacak olsam da seni tanıdığım için çok mutluyum.
      Sevgilerimi yolluyorum sana.

    • Esen Can diyor ki:

      Ay tövbeler olsun Özlem, ben ki eşya takıntım, titizliğim yoktur, ben bile bi fenalaştım okurken! Benim kastettiğim yeminle bu değildi :))
      Amma velakin özetlemişsin durumu "Çocuk bizim çocuk" çok şükür..
      Bloglar harika da bazı bloggerlar da çok iş yok yahu, baksana Özlem, takılıp kaldım, millet çoktan bitirdi meydan okumayı, ben ha şimdi, ha sonra yetişemedim bi türlü :(( Gerçi sen de tamamlayamamışsın ama söz meclisten dışarı, ben iğneyi kendime batırdım sadece 🙂
      Ve evet iyi ki Ezgi başlatmış bu etkinliği ki, ben de kendime çok yakın bir güzel dost edindim seni. Baki olsun inşallah, kâh yazarak, kâh ig'de..
      Sevgiler pek çok, unutmadan Kuzey diyodum, kime çekmiş ki bu rahatlığı :)))

    • özlem öztürk diyor ki:

      Teşekkür ederim Arzu. Bu aralar günlerin kızgınlıklar, dinginlikler, sen yaparsınlar içinde geçiyor. Akşam yatmadan önce kendime şu soruyu soruyorum: Bugün kendin için ne yaptın? Sonra da uydurmaya başlıyorum 🙂
      Bloga yazmak benim için dünyanın en güzel işlerinden biri. Mutluluk kaynağım. Senin gibi güzel insanlarda da kendimi buluyorum. Yazdığınız cümleler inan ki kalbime dokunuyor, günümü neşe ile dolduruyor. Mutluyum ve teşekkür ederim.
      Çok öperim seni.
      Sevgiler

  5. Leylak Dalı diyor ki:

    İyi ki yazdın o blogu da bana en güzelinden, en tatlısından bir kızkardeş kazandırdın. Hatırlar mısın, ilk kart etkinliği ile başlamıştı bağlantımız, ne heyecanlıymışız o zamanlar, çocuk gibi 🙂 Çok da iyi etmişiz, baksana gündem bizi soldurdu adeta. Bu arada hediye konusunda ne kadar titiz olduğunu en iyi bilenlerdenim, seni anımsatan öyle çok şey var ki evimde, hem de ne şık paketlere bürünür onlar 🙂 Umbrella Academy'ye ben de başladım, 5. bölümdeyim ve giderek sıkılmaktayım, ne yapsam acaba?

    • özlem öztürk diyor ki:

      Umbrella Academy'ye azıcık daha şans tanıyoruz 🙂 Ellen Page'i seviyorum ben. Hatırı büyük bende niyeyse. Bu arada akşamları ailecek bir bölüm seyrediyoruz. Hepimize o birlikte olma anı iyi geliyor. Biraz daha devam yani 🙂 Ben de bu blogu açtığım, senin ve senin gibi süper insanlarla tanıştığım için çok mutluyum. O günleri anımsayınca içimde bir şey cız ediyor ama. Daha coşkuluydum. Yazarken daha mutluydum. Yorum gelecek de okuyacağım diye ölürdüm. Şimdi o heyecanım yok. Her şeye karşı coşkum azaldı. Bu duruma biraz canım sıkılıyor. Kendimi gaza getirmeye çalışıyorum ama dilediğim kadar başarılı değilim.
      Dediğin gibi etrafımızı saran puslu bulutlardan dolayı böyleyiz. Umut olmayınca olmuyormuş demek ki 🙂
      Çoook seviyorum seni. Sesini duymak da nefis geldi bu arada. Öperim çook.

  6. Furkan YETEK diyor ki:

    Ya Allah Bismillah diyip girmişsiniz 🙂 son dediklerinize de katılıyorum Bloggerların değeri yok ülkemizde maalesef… Daha uzun seneler mutlu mesut yazarsınız inşallah her daim bekliyoruz :)… Selam ve Dua ile …

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bak ne güzel bir şey yapmışım. Seni hiç tanımazken, birbirimizin hayatında hiç yokken eminim ki mutlu olman için küçücük bir sebep olmuşum. (Ben de aynı hisleri yaşadım elbet. ) İnsanları pahalı hediyeler değil, gönül hediyeleri, hoş sedalar ve içten gülümsemeler mutlu ediyor. Keşke toplum olarak bunu anlasak. Daha anlayışlı olsak birbirimize karşı. 🙂
      Seni çok öpüyorum güzellik :=)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Evet, haklısın ama hep kolaycılar kazanıyor. Böyle söyleyince sızlanıyormuşum ve negatiflik yapıyormuşum gibi gözüküyor. Belki de çok izleyicili olanları falan kıskandığım düşünülüyordur. Hayır! Sadece iyi blog yazan da, iyi edebiyat yapan da, iyi okur olan da belli oluyor. Bahsettiğim illa ki dilbilgisi kurallarına uyalım da değil. Yazının ruhunu yansıtan, beni yazdığıyla içine alan her blog yazarının başımın üstünde yeri var. Bunca emek ve gönül isteyen bir şeyin de biraz kıymetinin bilinmesini istiyorum. "Takdir edilmeyi beklemeden yapın her ne yapıyorsanız." diyor eğitimciler falan ama insanın doğasına aykırı bu yahu. Şuraya iki yorum gelince bile ne kadar mutlu oluyoruz. Demek ki birbirimizi desteklemeli ve düşüncelerimizi de dile getirmeliyiz. Gerçi sen bu konuda gayet iyisin 🙂
      Çok öperim Yeliz. Sevgilerimi yolluyorum Belçikaya.

  7. Çileksuyu Sibel diyor ki:

    Canim Ozlem'immmmmm!!!!!!!!!!!!!!!!!!!1

    Luna ve H benim de favorim,ben sadece filmeleri izledim.L'nin ayakkabilari var ya kapi ustunden asilan,benim 13 yillik ayakkabilarim,bu yuzden L'e ayri bagliyim:) Bu arada ben sadece filmleri izledim,okuyabilir miyim bilemiyorum…

    The Umbrella Academy,bir basladik,duramadik.Tum sezon bitti,heyecanla yeni sezonu bekliyorum.Ellen Page bu rol icin keman calmayi ogrenmis,ne sahane bir kadin,hayran kaldim.

    Ve iyi ki blog yaziyorsun,ben de iyi ki seni tanimisim.Yasli tontisler olunca da yazalim dilerim.Cok oper,sarilirim,selamlar:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yaşlı tontişler olunca bakarsın bir road trip yaparız birlikte. Olmaz mı? Senin o zamana kadar artık şu ehliyet işini halletmen lazım. Üstünde baskı oluşmasın ama alınsın o ehliyet. İhtiyacımız var. Bu arada Selçuk Avustralya hep soldan kullandı arabayı. Londra şimdilik biraz ürkütse de acaba kırsallarda gezebilir miyiz araba ile düşünüyoruz. Hayaller, hayaller… İşimiz bu biliyorsun. Canım Sibel, sana da etrafına yayılan nefis enerjine de bayılıyorum. Suratında yapışık o gülümseme çok güzel.
      Aynı kızları seviyoruz 🙂 Luna favorim. Kuzey, "Hermione tam senin kalemin zaten" diyor. Çalışkan ya, seviyorum keratayı. Ama Luna bambaşka. Bence Harry Luna'ya aşık olmalıydı 🙂 Ama Kuzey Ginny'ci 🙂
      Çoook öperim seni. Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir