Avustralya Gezi Notları- 2 Melbourne

1920’lerin Fransasında benim adını şimdilerde Alain de Botton’ın bir kitabından duyduğum bir gazete varmış: L’Intransigeant. Bu gazete ön sayfasından sansasyonel yazılar yayınlar, okuyucuların ilgisini çeken sorular sorarmış. Sordukları sorulara mutlaka zamanın ünlülerinden, yazarlarından cevaplar gelirmiş.    

Mesela, “Ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalsanız hayatta olduğunuz son dakikalarda ne yapardınız?” sorusuna birçok ünlünün yanında Proust da gazeteye bir mektup yollayarak cevap vermiş.

“Dediğiniz gibi ölüme çok yakın olsaydık hayat gözümüze birdenbire harikulade görünürdü herhalde. Düşünün, -o kendi yaşamımız- bizden neleri esirgiyor; projeler, yolculuklar, aşk ilişkileri, yapacağımız çalışmalar, hepsi gelecek günlerden emin olmanın verdiği tembellikle bulanıklaşıyor, sürekli erteleniyor.

Ama bunların hiçbirini bir daha yapamayacak olsak, her şey ne kadar güzel olurdu. Ah! Şu felaket bir gelmese, ilk işimiz Louvre’un yeni galerisini görmek, Bayan X’in ayaklarına kapanmak, Hindistan’a bir yolculuk yapmak olacak.”

Yazının devamı var elbet. Biraz “Ah! Keşke her gün bunu bilerek yaşasak!” kıvamında bir yazı. Okurken sayfadan başımı kaldırıp biraz düşündüm. “İyi ki!” dedim. “Gitmişiz Avustralya’ya. Ertelemeyerek, Avustralya’ya ve kendimize bir şans vererek ne güzel yapmışız.”

Melbourne Nehir Kıyısı
Melbourne Nehir Kıyısı

Melbourne benim için güzel anılar şehri!

Melbourne’de havaalanından çıktığımızda bizi arkadaşlarımız karşıladı. Daha doğrusu şu bizim meşhur yan komşunun kız kardeşi ile eşi. Ayaklarında parmak arası terlikler, yüzlerinde kocaman gülümsemeler vardı. Zannediyorum Avustralya’ya çok fazla giden olmuyor. Memleket havası bu ülkede çok fazla rağbet görüyor.  ?

Melbourne- Gece
Melbourne- Gece

 

Şaka bir yana, Berfuların evine uğrayıp birkaç demlik çayı içince kendimize geldik. Akşam üzeri olduğundan uyumamak ve buranın uyku düzenine ayak uydurmak istiyorduk. Uzun bir sohbetin ardından arkadaşlarımızı kardeşlerinin evinde bıraktık. Hakan bizi Melbourne’deki otelimize kadar götürdü. Melbourne’e dair çok şey göremedik ilk akşam için. Yol boyunca arabanın camından baktım durdum. İlk kez geldiğim ve bir daha gelemeyeceğimi düşündüğüm yerlerde bunu sıklıkla yapıyorum. Havalaanından Berfuların evine gittiğimiz ilk dakikada bile yol kenarında kanguru görmüştük. Gitmeden fotoğraflarda gördüğüm Melbourne’de koca koca gökdelenlerin olduğunu biliyordum ama yine de sokak aralarındaki parklarda kanguru görecekmişim gibi bir yargıyla da donatmıştım kendimi.

Grifton Sokağı İstasyonu- Melbourne’de ikinci nefis akşamımız?


(Melbourne’deki otelimizi merek edenler BURAYA tıklayıversin.)

 

Melbourne’de her sabah Cafe Bella’da kahvaltıyla başlar.

Her tatilin başlangıcı ayrı güzel, hele ki hayallerinin ötesinde bir yere varmışsan daha da farklı bakıyorsun her şeye. Ertesi sabah erkenden uyanıp kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Şehrin dibindeydik. Merkeze doğru biraz yürüyüp gözümüze kestirdiğimiz bir kafeye girdik: Cafe Bella, Southbank.



Kahvaltı ettiğimiz bu mekanı ve hepimizin zevkine uyan yumurta çeşitlerini öyle beğendik ki Melbourne’de kaldığımız günler boyunca kahvaltımızı burada yaptık. Bu arada “poached egg” denilen yumurta var ya, hani suya kırılan sanırım bizim çılbır dediğimiz, bu yumurta çeşidini Avustralya’dan daha güzel yapan bir ülke görmedim ben. Yediğimiz her yerde yumurtanın kıvamı harikaydı. Yine kahvaltı ettiğimiz yerlerden birinde yumurtayı nasıl böyle kıvamında yaptıklarını ve parçalamadıklarını sorduk. İşin sırrı kaynar suyun içine atılan birkaç damla sirkede yatıyormuş.

 

Melbourne son yıllarda üst üste 7 kez dünyanın en yaşanılır şehirleri arasında birinci seçildi. Artık nasıl bir şehir olduğunu siz düşünün. Benim ilk görüşte kanım ısındı bu şehre. Sydney ile karşılaştırıldığında daha sakin, daha mütevazi ama insanın aradığı her şeyi içinde barındıran bir kompaktlığı ve sevimliliği var. Akşam oldu mu sokakları yavaş yavaş tenhalaşıyor, gökyüzünü pamuk şekeri kıvamında bir pembelik ele geçiriyor. Bizim gibi kalabalık bir şehirden kalkıp gidince bu sakinlik insanın hoşuna gidiyor. Sokakların en güzel halini footoğraf makinesinin vizörünün içine sığdırabileceğini düşünüyor insan. Elbette her şehrin olduğu gibi bu şehrin de daha kalabalık, daha turistik caddeleri var. Oraların da hoşluğu ayrı.

 

Dünyanın birçok yerinde katedral, kilise gezdiğimizden olsa gerek Melbourne’de arkadaşlarımızla kendimize ilk gün için buluşma yeri olarak belirlememize rağmen, 1800’lü yılların ortalarında yapılmış olan St. Paul Katedralinin önünden geçip içine girmedik. Onun yerine biraz daha yürüyerek Graffiti Caddesi olarak bilinen Fitzroy Street ile Hoiser Lane arasındaki bölgede binaların duvarlarını süsleyen graffitileri seyrettik. Bu bölgedeki sokak aralarında dolaşıp şehri biraz tanımaya çalıştık.

Melbourne Şehri İstasyonu: Görmeden geçme!

Yine St. Paul Katedrali’nin hemen çaprazındaki Flinders Sokağı İstasyonu (Flinders Street Station)da gezilecek görülecek listemizin başında yer alıyordu. Trenleri ve garları seviyoruz. Burası New York Merkez İstasyonu gibi görkemli, şatafatlı değil. Üstelik istasyondan içeri girince de bilet almadan gişelerden geçemiyorsunuz. Bu yüzden içeride ne olduğunu bilmiyorum. Şöyle bir göz gezdirip  istasyon önünde birkaç fotoğraf çektirip Avustralya sıcağında adımlamaya devam ettik.


Sanırım akşam 20.00 civarı 🙂 Şehrin nasıl sessiz olduğunu artık bir de siz düşünün.

 

Şehir içinde ulaşım çok kolay. Sizin de aklınızda bulunsun. City Circle Tram diye bir sistem kurmuşlar. Melbourne’un merkezinde bulunan birçok görülmesi gereken ve turistik yerleri bu tramvaya ücretsiz olarak binip gezebiliyorsunuz. Şehir Müzesi, Parlamento Binası, Federasyon Meydanı, Dockland, Melbourne Akvaryumu, Prenses Tiyatrosu bu tramvayla ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz yerlerden bazıları. 35 Numaralı Rota sizi dilediğiniz her yere götürüyor. Ne güzel bir hizmet değil mi?

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi almak için buraya bir TIK lütfen.

Beni biz ne yaptık Melbourne’de?

Birazcık başımıza buyruk gezindik. Berfu’nun yanımızda olmasından dolayı sırtımızı ona yasladık. Yapmak istediğimiz şeyleri söyleyip, onun “Hadi bunu yapalım!” dediği yerlerde gezindik. 

St. Paul Katedrali, Graffiti ile dolu olan sokaklar derken yönümüzü şehrin merkezindeki birkaç alışveriş caddesine çevirdik. Bourke Caddesi ile Collins Caddelerinde gezindik. Bu iki caddeyi de çok sevdim. 

Melbourne Eyalet Kütüphanesi

Swanston Caddesi üstündeki Eyalet Kütüphanesi (State Library Victoria) çok sevdiğim kütüphanelerden biri oldu. İçerisi inanılmaz şekilde doluydu. Her biri birer masa lambası ile aydınlatılmış masaların çoğu çalıştıkları ya da okudukları şey neyse onunla ilgilenen insanlarla doluydu. ?

Üst katlara doğru merdivenlerden yavaş yavaş tırmanarak çıktık. Yukarı çıktıkça aşağıdaki salonların görüntüsü daha da güzelleşti. Yine o sizin benden sıklıkla duyduğumuz cümle geçti içimden, “Bu şehirde yaşasam devamlı buraya gelirim.” Kütüphaneyi gezdiğimiz günün akşamında konakladığımız otele gidince odada Melbourne’ü tanıtan bir dergiyi elime aldım. Avustralya’nın çok okunan yazarlarından biriyle yapılmış bir söyleşi vardı dergide. Yazar Jane Harper’a başarı kazanan ilk kitabı The Dry’ı soruyorlardı ve yazar da bu kitabı Melbourne’deki State Library‘e giderek orada yazdığını anlatıyordu. (Bu arada kitap filme çevriliyormuş ve başrolünde Eric Bana olacakmış.) Hem yazarın hikâyesi hoşuma gittiğinden hem de kütüphaneyi çok güzel bulduğumdan, yine Berfu’nun bizi götürdüğü Dymocks isimli kitapçıdan bu kitabı alarak çıktım. Anı kitabı ?

Evet evet! Melbourne’de özellikle iki yeri çok sevdim: Kütüphane ve kitapçı.

P.S.1: Devamı elbette gelecek. Kafelerden bahsedip Melbourne’ü ve dolayısıyla Avustralya’yı övmeye devam edeceğim. ?

P.S.2: Kütüphanenin fotoğraflarını Kuzey bana yollar yollamaz onları da ekleyeceğim buraya.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Avustralya Gezi Notları- 2 Melbourne” yazısında 17 düşünce

  1. Lale diyor ki:

    Nev Mekana beraber gidelim?
    Poşe yumurta diyoruz biz ona,severim daha doğrusu yumurtayı severim.
    Avustralya yazilarini cok keyifle okuyorum.
    Bu seyehat yazilarını kitap olsun diye bekliyorum.

  2. İzler ve Yansımalar diyor ki:

    Özlem'cim, keyifle okudum yazını…ve pek çok satırında "ben de" dedim!. Huzur, sakinlik… bunlar nasıl da etkiliyor bizleri. Ne çok hasretiz böyle aheste yaşamaya!. Bir de şu, uzadıkça uzayan, bir türlü ucunu bucağını tutturamadığımız, sıraya alamadığımız 'gezi yazıları'mevzusu var ki!. İki üç günlük geziler, daha kolay yazılıveriyor, ama öyle bir haftalık, 10 günlük kompakt gezileri yazmak, benim için de başlıbaşına bir mücadele haline geliyor :)) Araya özel ve tüzel başkaca şeyler de girince, o benim bir haftalık gezi notları, abartmıyorum neredeyse bir yıla yayılıyor. En son Orta Avrupa gezimizin Slovakya'dan sonraki bölümü Budapeşte'de kaldım meselâ. Ne yazsam eksik kalıyor. Bir de araya mutlaka bir şeyler giriyor. Neyse birazdan yayına vereceğim artık. Dükkân bizim nasılsa. Gözüme çarpan, aklıma gelen bir şey olursa eklerim. Sonra da "bu da bu kadar oluversin" der geçerim. ))) Avustralya'ya gitmekle ne iyi yaptınız Özlem. Hadi deyince gidilecek gibi değil çünkü. İg.den de takip ettim hep. Resim işleri vs. derken, bloglara pek uğrayamıyorum şu ara…ama severek takip ettiğim canım bloggerları yine de okumadan geçmemeye çalışıyorum 🙂 Devamını merakla bekliyor olacağım. Sen hep yaz…Sevgilerimle canım. Şimdiden güzel bir hafta ve iyi çalışmalar dilerim sana. ♥

    • özlem öztürk diyor ki:

      Esin,
      Nasıl da anladın beni. Hem her şeyi yazmak istiyorum, hem de hiçbir şey yazamıyorum. İpin neresinden tutacağımı bilemiyorum. Vakit desen bir türlü o vakti bulamıyorum. İnanır mısın diyeceğim inanacağını bilerek, bir blog yazısı yazmak bir günümü alıyor. Şimdilerde öyle bir günlük vakti kimse bana vermiyor. Kaçak göçek yazıyorum. Biraz yazıp bırakıyorum. Sonra devam ediyorum ama içimde hep bir sıkıntı oluyor. Yapacağım dediğim şeyi yapamadığımdan dolayı. Bir de gezi yazısı yazacağım deyince araya başka yazı alamıyorum. Tamam dükkan benim, çokça kez bunu tekrarlıyorum kendime ama yine de bir düzen takıntısıyla hareket ediyorum. Elimde bir kitap var, çok güzel ama vakitsizlikten bir türlü istediğim hızla okuyamıyorum. Eee, okuma o zaman, ya da stres olma, değil mi? Yok, hem kendime devamlı tavsiyeler veriyorum, hem de aynı ben olmaya, kendimi üzmeye devam ediyorum. Bakalım nasıl olacak?
      Öte yandan, ne güzel resimler yapıyorsun öyle Esin. Tebrik ederim. Müthiş bir cevheri içinde saklamışsın. Ne mutlu ki şimdilerde fırsat yaratabildin bu yeteneğine. Çok mutluyum senin adına. Birazdan özel olarak bloguna uğrayıp yolladığın yazıya bakacağım. Kaçırmış olabilirim.
      Sevgiler

  3. Esen Can diyor ki:

    Kütüphaneler çocukluk anısıdır bizde. Ablamla, Yalova Atatürk İlkokulu'nun yanındaki kütüphaneye çok sık gider, çocuk kitapları okurduk. Kütüphanenin loşluğu, huzuru ve kokusu düşündükçe iyi gelir hala.
    Şimdilerde Üsküdar'da yeni bir modern kütüphane açıldı. Duymuşsundur belki, Nevmekan Sahil. Hem kafe, hem kütüphane ama böyle yabancı ülkelerdeki gibi konsepti. Ben çok sevdim, ara ara gidiyoruz.
    Senin kütüphane resimlerini de bekliyorum ama ne güzel gezmişsiniz yahu 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Nevmekan'ı duydum. Arkadaşlarım çok övgüyle bahsetti. Ama ben kendime kızıyorum. Buradan kalkıp tatil diye Avustralya'ya gidiyoruz ama İstanbul'a gelince hiçbir şey yapamıyoruz. Çünkü hep işim var. Hafta içi zaten işteyim, hafta sonu da Kuzey'in işlerinin peşinde oluyoruz, dersti, futboldu derken hiç vakit kalmıyor geriye. Hafta içi işi assam içim rahat etmiyor. Tuhaf bir durum yani. Kütüphaneleri ben de çok seviyorum. Hep aylak zamanlarımı hayal ediyorum kütüphane görünce. Bir gün inşallah diyorum.
      🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Biraz daha foto paylaşsaydım iyiydi de fotoğrafları hep bizimkilerin telefonuyla çekmişim. Kuzey'den alamadım hala fotoları. Malum telefonunu elleyemiyorum. Bekliyorum ki keyfi gelsin de atsın 🙂
      Teşekkürler uğradığın, yorum bıraktığın için 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ah, biri yardım etse de yazsam. Çok yavaş yazıyorum ya. Hep bir şeyler giriyor, hiç işim bitmiyor. Bu hızla ilerliyor. Yazamayınca da üzülüyorum. Sinir oluyorum kendime, sinir 🙂
      Sen hep gel buraya olur mu?
      Çok öperim canım seni.

  4. sonat şen diyor ki:

    Dünyanın bir ucuna gidip de, merakla beklenen anı yazısının ilk bölümüne kütüphaneden, kitapçıdan, kitaptan, yazardan bahsederek başlayan kaç blog yazarı olur bilmiyorum, ama bu şekilde başladığın için bir kez daha gönlümü kazandın, söyleyeyim:-) Avusturalya'ya dair yazacağın her satırı daha keyifle okuyacağım…
    Sevgi ve dostlukla Özlem'cim.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sahiden ya, bir tuhafım ben. Oysa başka şeyler anlatmalıyım 🙂
      Açıkçası anlatacaktım da ya, nereden başlasam acaba? Gerçi nereden başlasam konu kitapçıya, kitaba falan geliyor. Bak çok güzel bir pasajı var, onu anlatacağım; kumar sevenlere acayip bir kumarhanesi var; nehrin kenarında, üstünde oturalım da bir kadeh bir şey içelim diyenlere nehri var; yeşillik diyenlere parkları var.
      Adamların her şeyi, en güzeli de huzuru var. Ya, biz çok sevdik bu Avustralya'yı. Yalnız ben bu hızla yazarsam bir Melbourne'den çıkamayacağız gibi geliyor. Hadi hayırlısı. Öperim çok. 🙂

  5. serpil diyor ki:

    Tenhalık ne tuhaf geldi fotoğrafa bakınca, öyle alışmışız ki kalabalık İstanbul'a 🙂 Jane Harper kitabını hep görüyordum ama bakmamıştım hiç,şimdi baktım, eleştirileri oldukça iyi. Yeni fotoları bekliyorum, çok sevgi selâm.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bana da çok değişik geldi. Şehirlerde insan yok değil elbette. Nehir kenarı her daim cıvıl cıvıl. Bak orayı anlatmadım daha. Şehrin ortasından Yarra Nehri geçiyor. Etrafı da üstü de bir hayli eğlenceli. Nehrin üstünde tekne-barlar var. Oturmaya yer bulamazsın. Bir de Casino var. Şehrin tüm kalabalığı ve eğlencesi orada. Ama buraların dışında şehrin merkezi dediğimiz yerler akşam oldu sessizleşiyor. Sokaklar sana kalıyor. Güneşin binaların üstünden seke seke ilerliyor.
      Sen söyleyene kadar Jane Harper'ın Türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı olduğunu bilmiyordum. ben kütüphaneyi çok beğenince, üstüne yazarın ilk kitabını da bu kütüphanede yazdığını öğrenince dayanamayıp kitabı aldım. Bana orayı anımsatacak bir şey olsun istedim.
      🙂
      Ben de okumadım yani daha.
      Benden de sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir