Paris ben geldim.

Grand Boulevards Metro durağından şehre adımımı atarken içimden bu cümle geçiyordu. “Paris, ben geldim.” Uzun zaman sonra en sevdiğim şehirdeyim. Şehir sabah sessizliğinde. Gökyüzü soğuktan bembeyaz. Ağaçlar yapraklarını dökmüş.

Paris ben geldim.
Paris ben geldim.

2022’nin ilk seyahati Paris’e oldu. Sayılı gün çabucak geçiyor. Gittik, özlem giderdik ve döndük. Dünyanın bu köşesi hâlâ benim için en güzel ve en özel yer. Kavuşmak bana çok iyi geldi. Bildiğim sokaklarda gezinmek, uzun zaman sonra ilk kez Kuzey’le en sevdiğim yerde olmak, yemek içmek, etrafta salınmak çok güzeldi. Hava şaşkınlık verici şekilde İstanbul’la kıyaslamak gerekirse çok güzeldi. Dört gün Paris’te kaldık ve İstanbul’da bastıran kara kışı hiç görmeden atlattık. Yine de bu anlattıklarımdan Paris’te havanın güzel olduğu anlamı çıkmasın. Yağmur yoktu, öldüren soğuk insanın parmaklarının arasını kanatmıyordu ama soğuktu elbet. Ayaklarım yürümekten gerçek anlamıyla su topladı. Netice itibariyle mutluyum.

Paris ben geldim.
Paris ben geldim.

Döviz artışlarını burada da fark etmiştik elbet ama iş parayı harcamaya gelince canımız çok yandı. Üç kahveye nerdeyse 300 TL vermek havanın soğuğundan daha çok acıtıyor insanın canını. Ülke olarak ne kadar fakirleştiğimizi yaşayarak anlamış olduk. Ne yazık ki bu coğrafyada iyi bir yaşam hayal etmek mümkün değil. İnsan birkaç gün uzaklaşınca bunu daha iyi anlıyor. Paris’te kafeler, restoranlar, bistrolar, alışveriş merkezleri, dükkanlar her yer tıklık tıklım dolu. İnsanlar hayatlarına bıraktıkları yerden devam ediyor. Yapmaları gereken tek şeyi yapıyorlar; çok da ülke gündemini düşünmeden yaşıyorlar. Ne büyük mutluluk değil mi?

Sokaklar hep bir şenlik alanı…

Küçük dükkanlar var. Kendi üretimleri olan peynirleri, reçelleri, balları satıyorlar. Ya da ev yapımı, artizan kurabiyeler, ekmekler. Fiyatları o kadar normal ki insan şaşıp kalıyor. Mesela bir kafede içilen bir kahve 6 Euro ama aynı zamanda bu küçük dükkanlarda satılan nefis reçeller de 5-6 euro civarı. Markete girerseniz 2 euro aralığında birçok reçeli almam mümkün. Çok sevdiğim tuzlu tereyağlarının paketi de 1.5 Euro ile 3 Euro aralığında. Türkiyede bu zamlardan önce de kendi para birimimizde böyle fiyatlar yoktu. Şimdiki fiyatları konuşmamız zaten anlamsız. İşte, insan bunları görünce üzülüyor. Adamların kendi para birimlerinde alacakları şeyler pahalı değil.  Hem kaliteli ürünler tüketiyorlar; hem de her şeyi ederinde alıyorlar. Ne yazık ki bu gidiş, eyvah biz bitmişiz minvalinde bir seyir gösterdi. Kafamızda her daim dolaşan çarpım tablosunu görmemezlikten gelmeye çalıştık ama fazladan hiçbir şey almadan geldik.

Paris ben geldim.
Paris ben geldim.

Shakespeare and Company’den bir kitap aldım. Minik bir ritüel. Her gidişimde ilk sayfasına kitabevinin damgasının vurulu olduğu bir kitap. İkinci kitaba elim gitmedi. Aklımdan şunu da alsam diye geçirdiğim birçok şeyi bıraktım. Kuzey’e sevdiği tereyağlı kurabiyelerden aldım; kendime de bir portakal reçeli, birkaç makyaj malzemesi ve iki kutu peynir. 😀 Camembert peyniri 🧀 (Evet, soğuk tutan poşetlere atıp getirdim.)

Paris seni çok özledim ve ben geldim.

Paris’in en güzel yanı, şehrin her mevsimde kalabalık olan kafeleri. İnsan olsun olmasın terasların ısıtıcıları hep açık oluyor. İnsanlar mevsimlerin hayatlarını etkilemesine izin vermiyorlar. Bu durum bana şaşırtıcı geliyor çünkü ben gerçekten dışarıda oturunca üşüyorum. O yüzden bahar aylarında Paris kafeleri kanımca daha güzel. Bir kadeh şarap ya da bir kahveyle yüzün sokağa dönük gelip geçenleri izlemek inanılmaz keyifli. Tatil dediğin şey sorumluluklarını bir köşeye bıraktığın bir zaman dilimi zaten. Hâl böyle olunca sokaklar, insanlar, sebepsizce adımlamak insana kendini dertsiz hissettiriyor. Ve benim dertsiz, tasasız hissetmeye çok ihtiyacım var. Kafamın karışık olduğu, deli deli düşüncelerin beni meşgul ve hatta mutsuz ettiği bir dönemde bir uçağa atlayıp buradan, tasa kaplı düşüncelerden uzaklaşmak beni biraz hafifletti.

Birkaç gün sonra bir fuar sebebiyle yine aynı şehirde olacağım. Bu sefer Selçuk çalışırken ben günümü yalnız geçireceğim. Bir sene önce olsa Kuzey’i burada bırakıp gitmezdim ama şimdi öyle hissetmiyorum. Kendimle kalmaya ihtiyacım var. Kulağımda bir kulaklık, kafamda hayatın aslında çok güzel olduğuna dair düşüncelerle dolaşmaya, soğuktan üşümeye, bir kafeye sığınmaya, kaybolmaya ihtiyacım var. Bu gidişimde defterimi açıp iki satır bir şey yazamadım ama bu gidişimde yalnızlığın bana bahşedeceği zamanla yazabilir, bir kafede okuyabilir, hayal kurabilirim. “Yaşasın yalnızlık!” diye bağırabilirim bile içimden.

Ne dersiniz?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Paris ben geldim.” yazısında 8 düşünce

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Selam,
      O farkındalıklar can yakıyor tabii. Hâlâ baş aşağı gitmemiz de başlı başına bir problem. Sahip olduklarımızla, kaybettiklerimizle günü kurtarmaya çalışıyoruz.
      Keşke gittiğimiz yerlerdeki mutlu, tasasız insanlardan olabilsek biz de 🙂
      Sizin de keyfiniz bol olsun.

  1. Esin Bozdemir diyor ki:

    Paris seyahatiniz, uzun bir aradan sonra ne iyi geldi değil mi! Özellikle maailecek 🙂 insan, dertsiz-tasasız, ferah ferah gezmeleri özlüyor. Yalnız gezmelerin de yeri ayrı tabi ki! Dilerim bu defa hava biraz daha yumuşak olur ve sen de bir flanöz edası içinde, Paris sokaklarında salınarak dolaşır, kafelerin teraslarında keyifle kahveni yudumlarsın 🙂 Kar, geride kalan kir pas ne varsa içimizi karartan her şeyi süpürmüş olsun. Hayat akıyor bir şekilde 🙂 Yeni yıla güzel girdin, öyle de devam etsin Özlem’cim. Sevgilerimi gönderiyorum….

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Esin’cim,
      Geri dönmem ne kadar da uzun zaman aldı. Değil mi? İş güç diyeceğim, hayat telaşı diyeceğim ama öyle mi ondan da emin değilim. Zaman akıyor işte ve içimde kendimi bildim bileli hep aynı his: Bana verilen zamanı yeterince iyi kullanamıyorum. Oysa, öyle de değil biliyorum. Çokça dikkat ediyorum bir şeyler yapıyor olmaya. Yine de bu karamsarlık, hayat mutluluğunu kaybetmek beni bazen bir yorum yazmaktan bile uzaklaştırıyor. Akşama yazarım, sabaha yazarımlara, öğlen yaparımlara dönüşüyor. Gittik, geldik. İşteyim an itibariyle. Kuşlar da bizim gibi düşünüyor mu bilmiyorum ama insan kuş misali sahiden bir orada bir burada. İyi geldi Paris bana. Özlemişim. Yeni yerler açılmış. Değişmeyen tek şey değişim. 🙂 Paris de değişimden payını alıyor; bunca eskiye sahip çıkmayı istemesine rağmen.
      Ahhh, sana ne çok yazarım uzun uzun ben. Şimdilik uzatmayayım. Çok teşekkür ederim güzel dileklerin için. Seyahat hepimizin en sevdiği şey. Dilerim hep gönlümüzün istediği yerlerde içeriz kahvelerimizi.
      Sevgiler

  2. Sonat diyor ki:

    Ah Özlem’cim, kendim gitmiş kadar mutlu oldum gidişine. Tekrar gidecek olman da şahane. Paris aşığının maceraları kaldığı yerden devam edecek desene… Baudlaire zamanında Paris için ” Bu şehrin şekli, bir faninin kalbinden daha hızlı değişiyor.” dediğine göre vardır bir bildiği ama, bugünün Paris’inin en güzel tarafı, hala bazı şeyleri bıraktığın yerde bulmak gibi geliyor bana. Değer verdiğim insanların bir zamanlar oturduğu cafelerden sokağa bakmayı, yaşadığı evleri gezmeyi adeta zaman tünelinde yolculuk yapmaya benzetiyorum oraya gittiğimde. Tarihi mekanlara sahip çıkan şehirleri seviyorum. Doğup büyüdüğüm ve hala yaşadığım Ankara’da bile kendimi her sokağa çıktığımda eksilmiş hissediyorum çünkü. Mekan hafızamız gözlerimizin önünde yok ediliyor. Neyse, enerjini düşürmeyeyim. Güzel anılarının verdiği huzura, en kısa zamanda yenileri eklensin de sen de o coşkuyla paylaş burada yine…
    Dostlukla öperim seni…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ohhh, ne güsel demiş Baudelaire: “Bu şehrin şekli, bir faninin kalbinden daha hızlı değişiyor.”
      Bilmiyordum. Esin’e yorum yazarken bilmeden ben de dert yandım aynı durumdan. Evet, Paris eski Paris ama o da değişiyor. İki yıl aradan sonra bunu gördüm iyice. Her zaman değişik ülke mutfakları olurdu Paris’te ama sanki bu gidişimde iyice coşmuş gibi geldi Çin, Kapın restoranları. Her köşe başında artık bir Çin restoranı var artık. Ramen yemek de pek bir moda. Biraz da fiyatlardan olsa gerek kapıdaki bu kuyruklar diyeceğim ama inan ülkenin ekonomik durumu hakkında da öyle geniş bir fikrim yok. Her yer tıklım tıklım dolu.
      Ben yine bildiğim eski restoranlara gittim. Hatta akşam yemeklerinde hovardalık yaptım. Gözümün, gönlümün gitmek istediği restoranlarda yer ayırttım. Ortalama bir restoranla, iyi bir restoran arasındaki fark iki katı Paris’te. Biri 50 Euro ise diğeri 100 Euro. Az değil elbet ama Türkiye’de daha uçuk fiyat farkları var restoranlar arasında. La Rotonde’a gittim bu sefer. Büyülenerek çıktım. Afiyet olsun dedim sonra da kendime.
      Mezarlıkta gezindim tek başıma. Sustum yürürken hep. Konuşacak kimsem yoktu. Tuhaf ama güzel bir Paris seyahatiydi.
      Ben de seni dostlukla öperim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir