Peki!
Anladım!
İnsanın her günü aynı güzellikte geçmez değil mi?
Hatta bazı günleri ortalamayı bile tutturamaz. Bir de ortalamanın çok altında, insanın mutsuz olduğu günler vardır.
Yazmak rahatlatır. Bazen rahatlamak için yazarsın, sonra yazdıklarını yoketmek için- parıldayan bir ekrana ise yazdıkların- delete tuşuna basarsın, siliniverir. Su gibi akar, evet! Bir zaman sonra yazdıklarını hatırlamazsın, su gibidir harflere döktüklerin, silinir gider.
Hislerden geriye, o gün hissettiğin bir kalp kırıklığı kalır, bir zaman sonra kalbinin geçmişte bir gün kırıldığı gelir ama detayları tam olarak hatırlamazsın. Ya da ben böyleyim, bilmiyorum! Kırgın günlerimden geriye, genellikle akşamdan kalma sabahlarım gibi tek bir cümle kalır.
Tükenmez bir kalemle yazılan kırgın bir cümle, tükenen hayatlarımız içinde bir yere, bir defter kenarına sıkışıverir.
Virginia, Kendine Ait Bir Oda'da yazıya dökülmeyen hayatlardan bahseder. Büyük üzüntü içindedir. O kadınlar, tüm hayatlarını sabah kalkıp evlerini toplayarak, yemek yaparak, çocuklarını büyüterek, zaman zaman okuyarak, nakış yaparak ve kocalarının yaşadıkları aynı yüzyılın çalkantılı geçişlerine tanıklık ederek geçirirler; lakin onların kayda geçirilmiş herhangi bir anları yoktur.
Zamanlarının romanlarına konu olan kadın yaşamlarının hepsi ama hepsi istisnasız hayallerden oluşan kadınlardır ve o romanların hepsinde kadınlar hakkında yalanlar vardır.
Şöyle der Virginia kitabını okumakta olduğu Mary Carmichael'a tıpkı yanıbaşındaymış gibi:
''Bütün bu karanlıkta kalmış hayatların kayda geçirilmesi gerek.''
Şimdi ben bu muhteşem kadından yıllar ötede, başımı ellerimin arasına alıp düşünüyorum. Kitabını bitirip kenara koyduktan sonra, bir süre bocalıyorum. Bazı kitaplar böyledir bilirsiniz. Okuduktan sonra kitabın kafanızda bıraktığı izleri koklamak, ayrılık anını geciktirmek istersiniz. Öyle bir zamanın ertesinde uzun zaman önce alıp okuduğum bir yazarın kitabını çekiyorum raftan. Feridun Andaç'ın Paris Bir Yalnızlıktır isimli anlatısı. Daha ilk sayfayı açmamla beraber, önceden altını çizmiş olduğum satırları görüp, sevdiğim cümlelerin arkasına saklanmış kendimle karşılaşıyorum. Başka bir şehrin sokaklarında kendi yalnızlığıyla buluşmaya çıkan Feridun Andaç nasıl naif bir yazar. Yolları ve yolculukları kanıksamış biri olarak, yüzünü Paris'e ve Erzurum'a döndüğünde nasıl heyecanlandığından bahsediyor. Bu iki kente dair yazmayı, bir de bu iki şehirde yazmayı seviyor.
Senenin sonu hayatımıza kattıklarımız ve eksilttiklerimizle geliyor yine... ''Ulan,'' diyorum kendime, ''bu seneyi de bozuk para gibi harcadın ya, helal olsun sana''