Kahvem, defterim ve kalemimle sessizliğin içinde kendimin keyfini çıkardığım şu anlarda bana, yazı yazdığım bu fiskosa yüksek omuzlu balrengi kadife iki berjer eşlik ediyor. Gariptir ki ait olduğum yerden bunca uzakta bu balköpüğü koltuklar bana çok yıllar önce yaşayıp, unuttuğumu düşündüğüm anılarımı getiriyor. Balköpüğü kadife takım elbiseli adam yan koltukta bana eşlik ediyor. Burada Brugge’de bir otel odasında çocukluğumun ilk okul gününe, yüreğimin heyecan ve endişe taşıyan korkulu bakışlarına ordan da çoktan bilinmez başka bir diyarda yolculuklara çıkmış olan ilkokul öğretmenime, balköpüğü kadife takım elbise giymiş o uzun boylu adamla ilk buluşmamıza gidiyor aklım.
Çok yıllar geçmiş üstünden, buranın puslu havası gibi o günlerin üzeride kalın örtülerle kaplanmış. İlkokulla ilgili bugüne taşıdığım anılar o kadar az ki…
Sevildiğimi, çok sevildiğimi hatırlıyorum. Mehmet Öğretmenimizin bizleri ”kuzularım” diye sevdiğini ve ilk öğretmenim sayesinde okumayı çok sevdiğim ilk aklıma gelenler. O gün aynı sırayı paylaştığımız ilkokul arkadaşımla hâlâ beraber bakıyoruz aynı yerden hayata. Burada bu koltuklara bakarken birden Mehmet öğretmenimi ne çok özlediğimi düşünüyorum, bir de bu koltuklara ne çok yakışacağını..
Şimdi düşünüyorum da bu şehirle ilgili ya da ülke diyeyim tanınmış bildiğim bir yazar bulamıyorum bu kaçış rotasında. Bu sessiz, sakin kentte adımlarını takip edeceğim, topuk seslerini dinleyeceğim bir yazar gelmiyor aklıma. Ama ben yanımda Paulo Coelho’yu sürükledim buralara, bu şehirde ayrılacağım okuduğum kitabının son satırlarından.
Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol