Ömrümde gördüğüm en güzel müzelerden biri: Morgan Library

Morgan Library ömrümde gördüğüm en güzel müzelerden biri. New York’un merkezinde özel bir kütüphane. Bir insanın kitaplara olan tutkusunun kanıtı.

Ah kitaplar…New York seyahatime en çok kitapçılar damga vurdu. Bunun böyle olmasının dışında bir şey de düşünülemezdi zaten. Çünkü küçüklüğümden beri kitapları çok sevdim. Kendimi evimde hissetmek için her gittiğim yerde kitapçı gezmem belki de bu yüzden. Güzel kitapçıların olduğu şehirler hiç tereddütsüz benim şehrim oluyor. Belki de bu yüzden New York da sevdiğim güzel şehirler arasındaki yerini aldı.

Photo Credit: The Morgan Library.

Kitapları ve kitapçıları bu kadar severken ömrünü nadide kitapların peşinde geçirmiş, bir elyazması için dünyanın bir ucuna gitmiş, yolların, maceraların ve sınırsız hayallerin sahibi bir adamın yarattığı bir cennete gitmemem düşünülemezdi. Hangi kısmın beni daha çok büyülediğini bilmiyorum. Seyahat fikrinin ötesine geçen bir şeyler vardı bence Pierpont Morganın yola düşüşlerinde. Ona kapıldım. Morgan’ın evine doğru yola çıktım. Madison Avenue üstünde görkemli bir bina; sıcak, insanda içeri girme isteği uyandıran. Şimdi müze haline dönüştürülen evin sahibi az önce adını andığım Pierpont Morgan isimli Amerikalı bir banker. Ailesinin ve kendisinin uzun ve görkemli bir hikâyesi var. Müzeye dönüştürülen bu ev, Pierpont Morgan’ın yıllarca peşlerinden koşarak biriktirdiği kitapların toplandığı özel kütüphanesi.

 

Müzeyi, tüm duvarları kaplayan onca kitabı, geniş pencereleri, içeri süzülen nazik ışık demetini, bordonun hakim olduğu huzur veren dekoru, Pierpont’un çalışma odasını ve masasını görünce insan, kendini ender bulunan kitapları, karalamaları, baskıları toplamaya adamış birinin nasıl biri olabileceğini düşünürken buluyor.

Morgan Library… Morgan Pierpont kimdir?

Uzun bir hikayesi var Morgan’ın. Şanlı bir geçmişi var. Siz de benim gibi kütüphanenin resmi sitesinde gezinirseniz Morgan hakkında daha geniş bir bilgiye ulaşırsınız. Kısaca anlatmak gerekirse kahramanımızın kökleri New England’a kadar uzanıyor. Neredeyse beş jenerasyon ötesine dek New England’da süren bir yaşam var. İhtilalden önce Amerika’ya yerleşiyorlar. Para, pul, kültür, sanat ne ararsan bu ailede mevcut. Pierpont Morgan’ın James Pierpont isimli atalarından biri, aynı zamanda Yale Üniversitesi’nin kurucularından. Daha ne olsun değil mi?

Köklü ve zengin bir aile.

Pierpont Morgan’ın büyükbabası öldüğünde oğluna (yani Pierpont’un babasına) kurmuş olduğu sigorta şirketini ve 1 milyon $ değerinde bir arazi bırakıyor. Sene 1847. 1900’lü yılların başlamasına yüz elli yıl gibi kısa bir zaman var yani. Sonrasında baba Morgan evleniyor, ilk çocuk bugün müzesini gezdiğimiz Pierpont Morgan’ın ta kendisi. Peşinden üç kız ve bir erkek kardeşi daha oluyor ama erkek kardeşi on bir yaşındayken ölüyor. İlerleyen yaşlarında Morgan’ı Avrupa’da bir eğitim hayatı bekliyor. Bu sırada iyi derecede Fransızca ve Almanca öğreniyor. Yirmi yaşında New York’ta bir bankada çalışmaya başlıyor. Sene 1857.

 

Dedenin ölümü ile Morgan’ın ölümü arasındaki tarihler sizi şaşırtmasın.

Müzenin sayfasında anlatılan bir takım finansal bilgiler var. Bu kadar çok parayı benim kafam almıyor. Uzun lafın kısası, babası gibi Morgan Pierpont’ta banker. Ailenin ne kadar çok parasının olduğunu anlamamız için şu örmek yeterli sanırım. Öyle çok paraları var ki Amerikanın yeniden yapılanması için gereken parayı Amerikan Hükümetine bu aile veriyor.

Morgan’ın banker babası Junies, 1890 yılında öldüğünde ailenin arazilerinin değeri 12.4 milyon $.

Para elbette önemli ama Pierpont’un ruhunda entellektüellik var. En büyük ilgi alanı kitaplar.

Peki bu arada Pierpont Morgan’ın yaşamında neler oluyor?

Hayatının baharında, Avrupa’dan döndüğü sıralarda aşık oluyor. New York’un tanınan işadamlarından (Davul bile dengi dengine çalar!) ve sanat hamilerinden birinin kahverengi saçlı, güzel kızına ilk görüşte vuruluyor. Kızın adı Amelia Sturges. Biz ona Memie diyoruz.

 

Memie ve ailesi 1859 yılında büyük bir Avrupa turu yapmaya karar veriyorlar. Avrupa’yı elinin içi gibi bilen Pierpont, hemen aile için bir rota çiziyor. Turun son ayağı olan Londra’da Morgan da aileye katılıyor. İki hafta boyunca her gününü aşık olduğu kızın yanında geçiriyor ve onlarla birlikte Atlantik’i geçerek New York’a geri dönüyor. 1860 yılının baharının sonunda kızı evlenmeye razı ediyor. Ne yazık ki Memie’ye musallat olan ve bir türlü geçmek bilmeyen bir öksürük var. Yine de evlilikleri için düşündükleri tarihi ertelemiyorlar ve 1861 yılında evlenip balayı için Akdeniz’e doğru yola çıkıyorlar. Paris’te Memie’ye tüberküloz teşhisi konuyor. Pierpont’un yoğun ilgisine ve bakımına rağmen 1862 yılının şubat ayında Memie ölüyor. Pierpont dul kaldığında 24 yaşında.

Hayat devam ediyor.

Aradan fazla bir zaman geçmiyor. 1865 yılında Pierpont bu sefer Frances Louisa Tracy ile evleniyor. Birbirlerinden öyle farklılar ki. Morgan New York’u, çalışmayı, oradan oraya koşuşturmakla geçen sosyal bir yaşamı, macera dolu seyahatleri, sanatı, güzel döşenmiş evleri, giyinip kuşanmayı, yatları seviyor. Oysa Fanny çocukları ve yakın birkaç arkadaşıyla birlikte olacağı sessiz bir yaşamı tercih ediyor. Pierpont ve Fanny’nin dört çocukları oluyor. Büyük kızları Louisa evlenene kadar tüm seyahatlerinde babasına eşlik ediyor. Aile 1882 yılında şimdi müzeye çevrilen Madison Avenue 219 numaralı eve taşınıyor. Pierpont, yaşadığı süre boyunca seyahatlerinden arta kalan tüm zamanda bu evde oturuyor.

 

Pierpont’un hikayesi yukarıda anlattığım gibi. Benim ana hatlarıyla anlattığım yaşam öyküsünün içinde nice acı, nice kahkaha nice anı gizlidir. Bunu bilmek mümkün değil. Hayal edebildiklerim kendi yaşamımın acı-tatlı anılarından öğrendiklerim. Morgan’ın evi, günümüzde hemen yanına yeni yapılan modern bir bina ile birleştirilmiş. Geniş cam kapıdan içeri girince önce giriş biletinizi alıyor, sırt çantanızı bırakıyor ve Morgan’ın evinin giriş kapısından kütüphanenin içine giriyorsunuz. O kapıdan geçer geçmez de bir adamın ömrünü adadığı tutkusu sizi sarıp sarmalıyor. Kitap seven herkesin önünde saygıyla eğileceği bir mabed burası.

Elbette ”Benim de o kadar param olsa…” diye kurulacak nice cümle içimizden çıkmak  için sabırsızlanacaktır ama öyle değil bence. Morgan Library and Museum, bir adamın hayatının uzun yıllar sürecek şanlı hikâyesi. Bu adamın tutkusu olmasaydı yok olup gidecek nice ilk kitap orada huzur içinde yatıyor.

Bir gün New York’a giderseniz ve kitaplar sizin için önemliyse mutlaka gidin diyeceğim ender mekanlardan biri Morgan Library and Museum.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Ömrümde gördüğüm en güzel müzelerden biri: Morgan Library” yazısında 4 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hoş geldiniz efenim 🙂
      Leylak Dalım, burayı görmeni çok isterdim. Cidden güzel bir yerdi. En çok burayı gördüğüme sevindim. Kitapçılarla ilgili bir post hazırlayacağım çünkü vaktimin çoğunu oralarda geçirdim. Bu arada oradayken nerdeyse hiç kitap okumadım. Yürümekten o kadar yoruldum ki okuyacak halim kalmadı.
      Facebook'da kitapçı fotoğrafı paylaştıkça bir arkadaşım dayanamamış yazmış: Ne o kendinizi ilim irfana mı verdiniz diye? Selçuk'la çok güldük.
      Öperim seni çok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir