Edebi New York’a buyrun!

Gitmeden önce uzun uzun hazırlık yaptım. Şehre gidince nereleri gezecektim? Hem telaş etmeden bir on beş gün geçirmek istiyor, hem de hiçbir şeyi kaçırmadan geri dönmek istiyordum. Kitapları, yazarları, edebiyat kokan binaları çok sevdiğimden internette biraz araştırma yaptım. Google’a ”Edebi New York” diye yazdım. Karşıma nefis bir blog çıktı. Yeni Zelanda’lı bir genç kız yollara düşmüştü ve gittiği yerlerden yazıyordu. Sanırım ”Türkiye güvenli bir değil, sakın gitme!” diyenlere inat Türkiye’ye gelmiş olmasından ve sonra Türkiye’yi anlatan güzel bir yazı yazmış olmasından kanım daha da çok kaynadı. New York’un edebi binaları ile ilgili yazdığı yazıyı da bir kenara not ettim. Bir eksikle gittiği yerler benim de listemde vardı. New York’u bir de bu gözle görmek isteyenler için bu listeyi yazmak bana da şart oldu.
Edebiyat demiştik, değil mi?
Hadi beni izleyin!

Library Way mi, o da ne? 

(E 41th street) Göğe doğru uzanan gökdelenlerin yanından, Batı 41. cadde boyunca yürüdüğünüzde ve gökyüzüne değil de yere doğru baktığınızda yerde  tanıdık edebiyatçıların söylediği özlü sözleri göreceksiniz. Benim gibi her birinin önünde durabilir, bir yerden bir yere ulaşmaya çalışan insanların önünü tıkayabilir, hatta çocuğunuzu hint fakiri gibi yere oturtup fotoğraf çekebilirsiniz. Amerika’da, daha doğrusu New York’tasınız. İnsanlara zarar vermedikçe her şeyi yapabilirsiniz. Bu yol sizi dosdoğru nereye götürüyor? Tabii ki önünde iki aslanın nöbet tuttuğu New York Halk Kütüphanesine.

 

Liz, yukarıda bahsettiğim blogun sahibesi, New York’un edebiyat duraklarına kitaplarla dolu olan bir otelden başlamış. Library Way üstündeki bu otelin önünden geçtik, kapısından içeri girdik, küçük resepsiyonunda soluklandık, birkaç da fotoğraf çektik. Ne yazık ki otelin odalarına girip konaklamadığımızdan benim ”Edebi New York’‘ listemde yer almıyor otel. Yine de gitmek isteyenler için burada bu bilgi bulunsun istedim.

 

Özlem’in ”Edebi New York” Listesi 

1- New York Public Library:
 
New York Public Library, New York’ta yaşama hayallerimin birincisi. Aslanların iki yanında durduğu merdivenlerden teker teker çıkıp, heybetli taş binanın insana güven veren gölgesine sığınmak. İnsanın içini ferahlatan geniş bir alan, hayata şükretmek için nefis bir sebep. Bence öyle! Her romantik gibi aklımda filmlerden kareler; Sex and the City’deki Carrie’nin Mr. Big’e kavuşamadığı o koca kütüphane. Serin avlularda fazla ses çıkarmadan dolaştım.Üst kata doğru emin adımlarla ilerledim. Hayat her zaman insanın yüzünü güldürmüyor değil mi? Daha şehre gelmeden onca hayalini kurduğum üst kattaki Rose Reading Room‘un ne yazık ki tadilat nedeniyle kapalı olduğunu öğrendim. Yıkılmadan, belki bir sonraki gelişimizin sebebidir bu deyip New York’u yaşamaya devam ettik.

2- Strand Bookstore:
 
Strand‘ın hakkını yemek mümkün değil. Burası sokaklarda satılan hot dog, köşe başlarına kurulmuş Starbuckslar, sokakları mesken tutmuş evsizler kadar New York, Amerika. Temelleri 1927 yılında atılmış bir kitapçıdan bahsediyoruz. Yeni, kullanılmış ve ender kitapların satıldığı Strand‘in kitap dolu raflarının arasında gezinirken insan şaşırıyor. Hâlâ böyle yerler var mı sahiden?
Benim gibi bir çömez için ilk seferde aradığını bulmak mümkün değil. Burası daha çok ev gibi. Sevgi, şefkat ve kucaklama istiyor. En çok kitapçının ikinci katını kuşatan çocuk ve genç kitaplarının olduğu katı sevdiğimi söylemem şart. Ah, ne çok kitap var öyle! Şimdiki çocuklar sahiden çok şanslı.

Kitapseverler, New York’a yolunuz düştüyse Strand‘e uğramanız şart. Kitap almasanız bile havayı koklayın. Bez çantalardan bir tane edinin ve öyle geri dönün.

3- Morgan Library ve Müzesi:
 
Burayı uzun uzun anlattım. Detaylar için buraya tıklıyorsunuz. 🙂
Ama kısaca bahsetmeden geçemeyecek, bu gizli diyarı bir kez daha tekrar etmeden duramayacağım. New York’taki birçok müzeye giriş ücreti ödemeden ya da ne kadar ödemek istiyorsanız onu ödeyerek girebiliyorsunuz. Tabii gişede size böyle bir hakkınız olduğunu söylemiyorlar. Morgan Library ne yazık ki böyle bir haktan yararlanabileceğiniz bir müze değil. Yine de benim gönlümde verilen her kuruşu hak ediyor. İçeri girip de bir insanın tutkusunun neler yapabilceğiniz görünce insan hayatını tekrar gözden geçiriyor, etrafında heveslerinin peşinden giden daha çok insan olmasını diliyor. Hayat bize öğütlendiği gibi sadece akademik başarılardan ibaret değil. Yaşamı değerli kılan ne çok şey var etrafımızda. Bunları bulup çıkarmak gerek.
Kitaplar hayattaki en büyük tutkularınızdan biriyse mutlaka gidin Morgan Müzesi‘ne.

 

Not: Hani rastlantılardan, evrene sesini duyurmalardan falan bahsedip duruyordum ya, doğum günümden bir gün sonra Paul Auster burada kendine ilham ve yazma hissi veren filmlerle ilgili bir sohbet yapmış. Sevdiğim yazarı göremesem de çok yakınlarından geçtim, bunu hissediyorum. 🙂
4- Barnes and Noble:
 
Bu kitabevi zincirini bizim D and R ile karşılaştırmamız mümkün; sadece D and R, Barnes and Noble‘ın yanında fazlaca çelimsiz kalır, hepsi bu! Burası benim kitap mabedlerimden biri oldu. Daha önceden tanışıklığımız vardı ama yine de kapısından girer girmez aradaki mesafeleri ve zamanı hemen erittik. Sanki her şey bıraktığım gibiydi. Bir önceki gelişimizde aldığım kupa tezgahı yine aynı yerde duruyordu. Aradan altı koca yıl geçmişti. Ben kitapçıyı düşündüğüm köşede bulamamıştım ama kitapçının içindeki diğer her şey aynı yerindeydi sanki. İçerideki kafeden mis gibi kahve kokusu yayılıyordu. Cheese Cake Factory’nin nefis cheese cakeleri cam rafın arkasından bana bakıyordu. Şehrin her köşesindeki Barnes and Noble’lara girdim. En çok Union Square’deki parka bakan dört katlı binadakini sevdim. Bir keresinde bilgisayarımı alıp burada bir blog yazısı bile yazdım. Bu da hayallerimden birini gerçekleştirdiğim anlamına geliyor. Evet, ben burayı çok sevdim.

 

Not: Cheese Cake Factory’nin cheesecakelerini sevenler! Ne yazık ki Manhattan’da bu nefis restoranın bir şubesi yok. İlla ki cheese cake yiyeceğim diyorsanız, en yakın Starbucks’a ya da Barnes and Noble’a gidecek ve orada tatlılarınızı mideye indireceksiniz.
5- Housing Works Bookstore Cafe:
 
Şehrin birçok yerinde kitapçılar var. Ama Housing Works Bookstore Cafe‘yi özel kılan başka bir şey var. İçindeki kocaman kafe insanın aklını başından alsa da onu asıl sevdiren şey içinden yayılan iyilik hareketi. Burada çalışan herkes gönüllü. Çalışmalarının karşılığında para almıyorlar. Tam tersine sattıkları her kitabın geliri HIV virüsü taşıyan hastaların tedavi masrafları ve evsizlere yardım etmek için kullanılıyor. Para dediğin şey böyle şeyler için kullanılmalı değil mi?

Bu kafe birçok etkinlik için de kullanılıyor. Okuduğuma göre Anne Hathaway’de nişanını burada yapmış. Zaten anne Hathaway’i severdim, şimdi daha da gözüme girdi. Biz SOHO’daki bu kafeye bir akşamüstü uğradık. İçeride keyifli bir sessizlik, kahve makinesinin kitapların suskunluğuna yakışan sesi vardı. Kimileri kitaplarını almış oturuyor, kimileri defterine bir şeyler karalıyor, kimileri de raflar arasında dolanıyordu. Burada satılan kitapların daha ucuz olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Sanırım bağış yapılan ya da ikinci el kitaplardı. Kafenin hemen yanındaki bir dükkanda da ikinci el kıyafetler satılıyordu. Yine ihtiyaç sahibi insanlar için kullanılmak üzere elbette.

Not: Sen şimdi nişanlanacak olsan nerede nişanlanırdın? Kitapların arasında olması fikri çok romantik değil mi?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Edebi New York’a buyrun!” yazısında 11 düşünce

  1. Ebru Soy diyor ki:

    Merhaba, blogunuzu yeni keşfettim, hepimizin üzgün olduğu, benim de hiç bir şey yapmak istemediğim bu günlerde yazilarinizi okumak o kadar iyi geldi ki..
    Sevgiler

  2. İki Balık Bir Kedi diyor ki:

    Harikasın Özlem! Rose Reading Room'u linkini verdiğin sitedeki kızın paylaşımında gördüm, harika görünüyor.
    İşyerime çok yakın Milli Kütüphane var ancak kitaplara dokunmak yasak zaten kitapları görmüyorsun bile, hepsi içeride kapalı 🙁 Sadece çalışma odaları aktif olarak kullanılıyor.
    Üzülüyorum bu cahilliğimize…
    Yazını çok sevdim, teşekkürler 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sezer, kesinlikle dediğin gibi. Mutlaka her gezide tadilatta olan bir yer oluyor. New York'ta hele. Sokaklarda binaların tadilatı hiç bitmiyor. Daha önceki gidişlerimde de hep binaların etrafı yenilenme çalışmaları yüzünden kapalı olurdu. Yine öyleydi. Rose Reading Room aklımdaydı, olmadı. Belki başka bir sefere. Önce kararan ruhumun biraz aydınlanması gerekiyor. Şu an içimden hiç seyahat etmek gelmiyor. Eylül'e bayrama kadar iyileşmeyi ümit ediyorum. Sevgiyle kucaklıyorum seni.

  3. Storm Angel diyor ki:

    Özlem tatilden döndüm ve bloglara şöyle bir bakayım dedim. Okunacak ne kadar çok şey
    birikmiş, özellikle yazdıkların. neredeyse yarım saattir geridekileri
    de okudum. Fotoğraflarınla anlatımın zaten süper. Benim bunca gezmemin yanında
    belki de hiç göremeyeceğim yerleri farklı bir açıyla anlatışına bayılıyorum.
    Arada hayaller de kuruyorum acaba ben de gidebilir miyim diye ama uzak geliyor. Hele
    bu son yazında ki yerlerde bulunmak çok isterdim. Büyük bir şehir de
    yaşamayı sırf bu yerlerde bulunmak içinde isteyebilirdim. nEWYORK Serisi hiç bitmesin !

    • özlem öztürk diyor ki:

      Buket, bu gidişimizde New York'a biz de farklı bir gözle bakmaya çalıştık. Belki bir gün buralara gelir miyiz düşüncesi aklımızdaki soruydu. Sahiden memleketimize çok uzak olmasını göz ardı edersek cevabımız evet. Dilediğimiz şehir yaşantısını New York'a bulduk. İstanbul'u gibi yaşayan bir şehir New York'ta. Kitapçılar, kafeler, parklar, para ödemeden girebileceğin müzeler, ücretsiz yararlanabileceğin nice aktivite ve huzur… Yaşam çok ucuz değil ne yazık ki. Buradaki yaşam konforumuzu orada bulabilmek zor. Yine de insanı çeken, daha küçük bir evde yaşayabilirim sanırım dedirten bir şehir.
      Bir gün tüm korkularını bir kenara bırakıp atlayıp bir uçağa gidiverirsin belki. Kim bilir?
      Benim de gözüm senin İsviçre gezinde kaldı. Sen gezerken fotoğraflarına baktıkça serinledim.
      Bir de yorum için teşekkür ederim. Birkaç yorum geldikçe benim de yazasım geliyor. İnan bu yazıyı iki hafta önce yazmıştım ama bir türlü yollamak içimden gelmedi. Biraz kendimi toparlasam yazmaya devam edeceğim ama bir türlü o ruh halinin içine giremiyorum. Şimdi ben de senin yazına doğru yola çıkıyorum. Sabah kahvemle birlikte elbette 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir