İç döküntüleri

Arbil aradı bugün.
Sesi bir süredir konuk ettiği gribi uzaktan da olsa belli ediyordu. Uykusuz kalıyorum, geceleri sabaha kadar yazıyorum, vücudum yorgun düştü, dedi. Zayıf bir kız Arbil. İnce bedeninin altında saklı bekleyen onca cümleyi nereye sığdırdığını anlamak zor. Onu ilk tanıdığımda yazdığı bir yazının içine daha çok şey sığdırırdı. Okuduğu bir cümleye vurulur, bu cümle nereden aklına gelmiş diye düşünürken gittikçe temposu artan diğer cümleleri kaçırırdım. Zaman içinde Arbil yazdığı bir paragraftan on hikâye çıkararak yazmaya başladı. Ne masallar türedi o tek nefeste bitiveren cümlelerin içinden.

 

Telefonda yine bir sürü projeden, yazması gereken masallardan ve en güzeli de yakında çıkması planlanan bir kitaptan bahsetti. Dünyaya kırılsa da kırılganlığı umutla sarmasını bilen, içindekilerin hepsini herkese vermeye hazır bir kız. Kötü günlerin, acıların sağaltıcısının hep kadınlar olduğunu düşünmüşümdür. Arbil de öyle. Kendi küllerinden her seferinde doğan bir Anka Kuşu.
O umuttan bahsederken ben günlük kızgınlıklarımla uğraşıyordum. İş, güç işte diyeceğim ama insanı yoran iş değil. Sistemin aksaklıkları içinde yol bulmaya çalışmak, doğruyu yapmak için çabalarken işini yapmak istemeyen insanlarla ne yazık ki aynı geminin içinde olmaktan yorgunum. Kafam bunca şeyle meşgulken de kendime çıkar yol bulamıyorum. İnsanın keyif yerinde olmayınca içtiği çay da çaya benzemiyor okuduğu kitap da! Kızgınlıklarımla ve öfkemle de beslenemiyorum ne yazık ki. Ne zaman kızgın olsam elim ayağım kesiliyor, her şeyden uzaklaşmak istiyorum. Kendi benliğim bile fazla geliyor bana.
Sabah kahvaltıda Selçuk Ted Talks konuşmalarından birini izletti. Sir Ken Robinson, 2006 yılında ”Okulların yaratıcılığı nasıl öldürdüğü” konusunda bir konuşma yapıyor. Konuşmasının sonunda da Jonas Salk’dan bir alıntı yapıyor. Jonas Salk şöyle diyor: ”Eğer bütün dünyadan böcekler yok olacak olsaydı, elli yıl içinde hayat sona ererdi. Eğer insanoğlu dünyadan yok olsaydı, elli yıl içiresinde bütün yaşam kendini yeniler ve gelişirdi.”
Eh, hep birlikte hayatı zorlaştırdığımız, dünyayı mahvettiğimiz aşikar.
Hepimiz günlük sıkıntılar içinde daralıyor, çaresiz kalınca da kendimizi kötü hissediyoruz.
İyi ki daraldığımızda bize etrafımızda güzel şeyler olduğunu da gösterecek, türlü türlü renkleri yaşamımıza davet edecek arkadaşlarımız var.
Bugün Arbil’le yürek hafifleten birkaç dakikalık bir sohbet etmeseydim bu yazıyı yazamayacak, bir nebze olsun ferahlayamayacaktım.
Hepimize ferah günler diliyorum arkadaşlar!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir