Gün 19- Salı, lakin hava yağmurluydu…

Soğuk kış günleri yaklaşınca insan hep içini sıcak tutan tatilleri düşlüyor. Benim hayallerim genellikle gideceğim yerlerden çok, daha önce gittiğim yerlere dönük. Geçmişe bakmayı seviyorum. Dünde kalmış güzel anılarımı kucaklamak, onlara sahip çıkmak hoşuma gidiyor. Göğe uzanmaya çalışan upuzun ağaçların altında yapılmış yürüyüşler, ayaklarımın altında çıtırdayan yapraklar, çantada saklanmış bir termostan çıkarılıp paylaşılan çay, tereyağlı bisküviler hep gündüz düşlerimin baş tacı. Daha önce de birkaç kez söylemiştim zaten: Melankolik bir yapım var. Dönüp dolaşıp bir ağaç kütüğünün kenarında verilmiş kısa molaları anlatıyorum.  Güzel anıları, güzel anları yaratmak çok kolay olsa da çoğumuz bunu yapmak için pek çaba sarf etmiyoruz. İnsanoğlunun yapısı bu belki de. Kim bilir? Günlük sıkıntılar içinde olduğumuz insandan başka birine dönüşüyor, savaşıyor, sinirleniyor ve çoğu zaman da yorgun düşüyoruz.

Sanırım unutulmayan anıları, seyahatleri, uzun yürüyüşleri ve dost sohbetlerini anlamlı kılan da bu zaten. Yollarda olmak bu sebepten güzel. Yola düşmezseniz hızla yol alan bir trenin penceresinden, zamanı yok soyarak bakma şansını kim verir insana? Her tren yolculuğumda zamana karşı durabildiğim, onu yok sayabildiğim bu ender anların keyfine varıyorum. Hızla akıp gidiyor dağlar, vadiler, akarsular penceremin önünden. Anne karnındaymış gibi güvende hissediyorum kendimi.

Bugün eve gidince bu yazdıklarımı aklıma getirerek biraz tek başıma kalacağım. Hangi kitabı okuyayım diye odanın içinde dolaşıp, alıp da etrafa serptiğim kitapları toplayacağım birer birer. Belki yarım bıraktığım nice kitabın içinden birini çeker alıp, kaybolduğum yeri bulmaya çalışırım. Belki de sadece tek sayfa bir metinin, her bir satırını renkli kalemle çizer, düşünürüm. Belki de telaşa kapıldıkça daha hızlı akıyor hayat. Yetişemiyorum dedikçe daha hızlı dönüyor dünya. Bugün, her şeye yetişmemin mümkün olmadığını kabul edeceğim öncelikle. Belki “Her şeye yetişmem mümkün değil!” cümlesini birkaç kere tekrar ederim duyabileceğim bir sesle. Bir de şu renkli yılbaşı ışıklarından birini alıp mutfaktaki mantar panomuzun üstüne asacağım. Gücüm yeterse üstüne yapıştırdığım hayallerden olanları toplar, yerine yenilerini asarım.

Bu sabah Kuzey’i okula yolladıktan sonra koşarak yatağa geri döndüm. Oysa uyanmıştım. Dışarıda daha aydınlanmamış ama ışımaya yaklaşmış bir gün vardı. Bahçeye çıkmakla çıkmamak arasında bocaladım durdum. Sonuçta sıcak yatak daha cazip geldi ve uyudum. Şimdi, öğleden sonraya erdiğim bu saatte, yarın bu şansı kendime versem mi diye düşünüyorum. Yeni bir sabah düşüncesi çok cazip geliyor. Her sabaha aynı inançla uyanıp sonra insanlardan umudu kesmek ne tuhaf! Ben de uzun zamandır bu düşünce var. Kendimi yorgun hissediyorum. Tekrar çocuk olmak, yeniden çocukluğun inanan, seven, yargılamayan kollarında dolaşmak güzel olurdu. Keşke, değil mi?

21 gün aksatmadan yazacağız diye hem kendimize, hem de dost bloglara meydan okuduğumuz bilmem kaçıncı günde hepimize çocuk kahkahası atabileceğimiz bir gün diler, saat18.30’daki pilates dersime doğru ufak ufak yol alırım sevgili dostlar. Bedensel aktitive insanı sahiden mutlu ediyor. Benden söylemesi 🙂

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Gün 19- Salı, lakin hava yağmurluydu…” yazısında 2 düşünce

  1. Begonvil Sokağı diyor ki:

    Sizi keşfettiğimden beri okuyorum neredeyse, bugün bir ortak nokta daha buldum, pilates, spor, o çok sevdiğim spor sonrası mayışık zindelik. Kızımla fitness blenderden izlyerek yapıyoruz. Hocayla, grupla da ayrı güzel. Bu kadar az tanıyorum (tanımıyorum yazsam ya) melankolik değilsiniz derim tam aksi, her eve lazım türünden bir enerji. 21 şifreli bir rakam, 21 gün sıfır şekerle başlayan bir sürü iş var denenmeyi bekleyen. Trenler için aynısını düşünüyorum, üniversiteye dört yıl hep trenle gittim, uzun yolda ise ayrı bir lezzeti var. Tam yazmalık, yaşamalık türünden. Çok selam.

    • özlem öztürk diyor ki:

      21 gün sıfır şekeri de denemiştim bir kez. Zor değil. Şekerle pek aram yok. Mesela 21 gün kahvesiz/çaysız olsa çok fena benim için. Denemeye bile kalkmam 🙂 Aslında sıkıntı kafamın çok yorulmasından kaynaklanıyor. İnsanlar çok yorucu, buğucu. Devamlı negatif şeylerden besleniyor. Çoğu insanın sıkıntısının sebebi belli. O sebebi ortadan kaldırsa ve yoluna devam etse, daha mutlu olacak. Ama kendi sıkıntılı hayatına devam ettiği gibi etrafındaki insanları da aynı sorunlarla sıkıyor. İş yerinden biliyorum. Her gün aynı şeyleri dinlemek zorunda kalıyorum çoğu zaman. Öyle enerji emeci bir durum ki. Akşam eve geldiğimde sanki üstümden tır geçmiş gibi hissediyorum 🙂
      Yapabildiğim kadar spor yaparak, gerçek insanlardansa kitap kahramanlarının dünyasına sığınarak, konuşmaktansa susarak yaşamayı tercih ediyorum. İşte, burada döküyorum içimi. Çok bahsetmemeye çalışarak ama yine de sızıntılar yaparak 🙂 Tren yolculukları dünyada en sevdiğim şeylerden biri; çocukluğum… İstanbul'da banliyö trenleri başlayacakmış yeniden çalışmaya. Bunca yıl âtıl bıraktıktan sonra 🙁 Gel de yorulma bu şehirde, bu ülkede…
      Sabahın erken bir saatinde yazıyorum size. Yanımda bir bardak çayla…
      Demem o ki sabahlar hep güzel, hep aydınlık, hep ferah.
      Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir