Leipzig küçük bir şehir ama içi müzik dolu!

En son Leipzig Garı’nda kaldığımızı hatırlıyorum. Beni büyüleyen garı uzun uzadıya seyrettiğim daha dün gibi aklımda; zaten bu ayrıntıyı unutacağım kadar uzun bir zaman geçmedi üzerinden. Gardan çıkmadan önce ortalık yerde duran danışma ofisindeki yaşlı hanımın yanına yanaşıyorum. Avrupa kentlerinin hepsinde kolaylıkla ulaşılabilen şu harita olayının hastasıyım. Unutmadan söyleyeyim ki, bu seyahatten dönüşümde Atatürk Havalimanı’nda ilk defa açıkta bekleyen İstanbul haritalarını görüp heyecanlanıyorum. Pasaport kontrolünden geçip yaşadığım şehre ayak basmadan önce bir tanesini alıp, çantama atıyorum. Eee, pek tabii merak içindeyim. İstanbul haritası bakalım nasıl görünüyor, değil mi?

Eve gelip ilk bakışı attığımda tam bir hayal kırıklığı ile karşılaşıyorum. 3. sınıfa giden oğlumun hazırladığı proje ödevleri hazırlanan bu haritadan daha özenli.

Şimdi aklıma geldi diye anlatıyorum bu harita olayını! Eve gider gitmez ilk işim haritanın fotoğrafını çekip koymak olacak, unutmazsam tabii! Ne fenayım. Leipzig’i anlatayım derken İstanbul için hazırlanan haritayı kötülerken buldum kendimi.

Tren garından dışarı çıktığımda geldiğim şehir beni şaşırtmıyor. Avrupa kentlerinin hemen hepsinde aynı havayı yakalamak mümkün. Alman şehirleri biraz daha küçük üstelik. Pek sevmediğim Alman şehirlerini artık ufak ufak beğeniyor olmak, beni şaşırtan başka bir unsur.

Leipzip küçük ama güzel bir kent.

“Ne oluyor bana?” diye kendimi sorgularken buluyorum. Acaba çok övgüyle anlatılan Almanya şehrilerini kapsayan ”Meşhur Romantik Yol”  seyahatini mi yapsak bir gün, ya da masal kahramanlarının peşinden koşturup dursak mı?

Bilmiyorum ki, belki bir gün o da olur. Şimdilik ufak ufak yolculuklar Almanya içinde yaptıklarımız.

Neyse, garın dışında yine Arnavut kaldırımlı sokaklar, yağmakla yağmamak arasında karar veremeyen karın ufak serpiştirmeleri falan. Kalın giyinip geldiğimiz için korkacak bir şey yok. Kader bizi hep soğuk kış günlerinde Almanya sokaklarında gezdiriyor ya, yapacak bir şey yok.

Leipzig- İstasyondan İlk Bakış
Leipzig- İstasyondan İlk Bakış

 

Liepzig-Nikolai-Strasse
Liepzig-Nikolai-Strasse

Tren garında dışarı çıkıp, hemen yolun karşısına geçtiğimizde Nikolai Strasse boyunca ilerliyoruz. Bu yol Nikolaikirche (Nilolay Kilisesi’ne) götürüyor.

Leipzig Sokaklar
Leipzig Sokaklar

Ufak ufak dükkanlar sıralanmış, mağaza içleri cıvıl cıvıl. Dükkan önlerinde bisikletler duruyor. Çoğu apartmanın altına açılmış pasajlar. İçine girdiğinizde farklı farklı şeylerle karşılaşmak mümkün. ”Pasajlar Şehri” diyorlar Leipzig için; bu tanımı hakkıyla kazanmış elbet. Haritasız da gezinmek pek zor değil şehirde; yine de bana soracak olursanız gezginin eline harita yakışıyor. Bir de hazırlanmadan geldiyseniz bir şehre, belli başlı yerleri kaçırmadan gezmeye yarıyor.

Leipzig : Bach’ın kantorluk yaptığı kent.

Leipzig-Kilise
Leipzig-Kilise

Kilisenin içine girip gezmeye başlıyoruz. Gittiğimiz şehirlerin çoğunda artık karşımıza çıkan her kiliseyi gezmiyoruz. Kilise gezmek bir müddet sonra bıkkınlık verecek boyuta gelebiliyor çünkü. Leipzig’de ise bu tutumumuzu bir kenara bırakıyoruz, şehre gelme sebeplerimizin başında Bach’ın yıllarca kantorluk yaptığı kiliseyi gezmek var. Şehir zaten küçük ve bizim bu sokaklarda harcayacak kocaman bir günümüz var. Bu kiliseyi de es geçmek istemiyoruz.

Yukarıda bahsettiğim gibi bu kilise Bach’ın kantorluk yaptığı kilise değil ama karşımızda duran kilise Leipzig’in en eski ve en büyük kilisesi. Gotik tarzda yapılan kilisenin batı yüzünde Romanesk öğeler var. İçine girdiğim zaman şaşırıyorum, karşılaşmayı beklemediğim beyaz bir kilise buluyorum karşımda. Tavana doğru yükselen palmiye ağacı şeklindeki kolonlar, tavanı yaşayan bir olgu gibi algılamamı sağlıyor. Bu şekilde dümdüz yükselip, tavana ulaşınca kıvrılarak dönüp bir ağaç görüntüsü veren kolonlara bir de Paris’te St. Severin Kilisesi’nde rastlamıştım. Görüyorsunuz, pek fazla kilise gezmiyorum artık desem de bazı benzerlikleri görebiliyorum. 😊

Kiliseyi gezdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Ufak bir tur attıktan sonra önce Goethe’nin heykelini göreceğiz, sonra adı şehirle birlikte anılan bir pasajın içinde gezineceğiz, sonra Bach’ın Kilisesi’ni gezdikten sonra, bestecilere layık bir yerde kahvenin tadına bakacağız.

📌 Bu şehirle ilgili başka bir yazı okumak isterseniz BURAYA, 

📌 Trenleri ve benim gibi garları sevenler de BURAYA tıklasın lütfen.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Leipzig küçük bir şehir ama içi müzik dolu!” yazısında 6 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Dediğiniz gibi çok sakin bir yerdi. Gittiğimizde ufak ufak serpiştiren kar da vazgeçti zaten yağmaktan. Yine de baharın insana verdiği mutluluğun yerini hiçbir mevsim tutamaz gibi geliyor. Böyle diyorum ya, sonra mevsimler kızıp bana günümü gösteriyorlar.

      Ben de size sevgilerimi yolluyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir