Besteciler şehri Leipzig…

Uzaktan kaçamak bakışlar atıyoruz şehre doğru… Eski Belediye Binası, Opera, karşımıza çıkan pasajlar, her birine girme fırsatını elde edemeyeceğimiz küçük kitapçılar, Mendelssohn’un evi…
Eminiz ki, gezilecek bir dolu yer var daha. Leipzig hak ettiği önemi kazanacak bir şehir. Şuna hiç kuşku yok ki, burası müzikle yaşayan bir şehir. Öyle ünlü besteciler yetiştirmiş ki, insan hayretler içinde kalıyor.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Robert_Schumann.jpg
2010 yılında ünlü besteci Robert Schumann’ın 200. yaş günü kutlanmış şehirde…
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Bach.jpg
Her sene Bach Festivali düzenleniyor. Bu sene 14 Haziran ile 24 Haziran arasında gerçekleşecek festivalin biletleri şimdiden satışta. Klasik müzikseverlerin şehri denebilir Leipzig için.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Richard_Wagner,_Paris,_1861.jpg
Sonra, yine ünlü besteci Richard Wagner var. 22 Mayıs 1813 yılında Leipzig’de doğar Richard Wagner. Şimdi doğumunun tam 200. yıl kutlamaları için şehri hazırlanmakta.
2013 yılında kutlanacak iki festivalin dışında, daha birçok bestecinin iziyle bu şehirde karşılaşmak mümkün. İyisi mi müziğin peşine takılacaklar, şimdiden hazırlıklarını yapsınlar. Belki bazıları benim yaptığım gibi Almanya’nın yakın bir şehrine inip, oradan bir trene atlayıp düşeceklerdir yola. Unutmayın ki, benim çıkış noktam Leipzig’e görece uzak bir şehirden başlamıştı, gerçi bana ne gam!
Dediğim gibi şehre geliş sebebimiz belli. Bach’ın 1723’den öldüğü sene olan 1750’ye kadar olan sürede kantorluk görevini üstlendiği Thomaskirche ( Thomas Kilisesi ) ne gideceğiz ve Bach’ın mezarını da göreceğiz.
Johann Sebastian Bach, bu kilisede çalışmış ve dünyaca ünlü erkek çocuklardan oluşan Thomas Koro’sunu yönetmiş. Önce kilisenin tüm etrafını gezip, fotoğraf çekiyorum. Sonra önünde Bach’ın ayakta dikilmiş, sırtını kilisenin orguna verdiği heykelinin önünde dikiliyorum. Heykelin birkaç pozunu çekiyorum. O an şehir de, parke kaplı sokaklar da, sessizliği usul usul üfleyen rüzgâr da ruhuma çok iyi geliyor.
Hep hayıflanıp durduğum kışın da benim anlamak istemediğim güzellikleri var aslında. Heykelin, daha doğrusu kilisenin ön cephesindeki ağaçların tümü yapraklarını dökeli çok uzun olmuş. Ben burada hüküm süren yalnızlığı kafamda büyütürken, aslında ağaçların çoktan yeniden çoğalmaya karar verdikleri anlıyorum. 

Evet, kışın ortasında bir yerlerde, Almanya’nın hayatım boyunca geleceğimi hiç düşünmediğim bir şehrindeyim şu an. Tüm ömrüm boyunca düşünsem, beni yetişkinliğim boyunca yollarda sürükleyecek bir hayalin olabilirliğine inanamazdım.

Kilisenin etrafını süsleyen rölyeflerden biri.

 

 

Johann Sebastian Bach’ın kilisenin önündeki heykeli

Oysa şimdi bulunduğum bir yerde, en büyük tasam, bendenizi Bach’ın yanında fotoğraflayacak kocamın muhtemelen yine beni titrek bir karenin içine sıkıştıracağı. Bir de yine beraber bir fotoğraf karesinin içine sığamayacak olmamız.

Evet ya, kışın ortasındayız. Farkındayım ve sanırım 2013 kışında ben ”kış” olmasından ilk defa mutluyum.
Kiliseyi merak eden var mı içinizde? Eminim vardır.

 

 

 

 

 

 

İçimi kaplayan coşkun hisler içinde kiliseye giriyorum. Elimde hâlâ suç aletim fotoğraf makinesi. Biri uyarana kadar fotoğraf çekeceğim, ne de olsa yazacağım bir bloğum ve gördüğüm her şeyi teker teker anlatıp, fotoğraflarını göstereceğim bir oğlum var. Tarihe karşı üstlendiğim görevim büyük yani.
daha ilk pozumu çekmişken, yukarılardan bir yerler bir ses gürlüyor. Gürleyen ses Almanca!
Korkuyorum, elimdeki kamerayı ne yapacağımı şaşırmışken, koca kişisi usulca sesleniyor. Dudaklarında alaylı bir tebessüm: Sana bağırıyor herhalde, yakalandın!
”Alla alla, bana niye bağırsın be yahu, diyorum. Hem bu kadar bağrılacak ne yaptım ben? Birkaç fotoğraftan öte?
Kilisenin içinde sessizce ilerlemeye devam ediyorum. Fotoğraf makinesi elimde olmasına rağmen başka bir poz çekecek cesaretim yok. Bağıran kişi, onu da nedense papazlığa yakıştırıyorum, gelip fotoğraf makinemi kırabilir.
Neyse ki, kilisenin önüne ilerleyince bir görevliyle karşılaşıyorum. Bana fotoğraf çekebileceğimi söylüyor. Nihayet rahatlıyorum ve görevimin başına dönüyorum.
II. Dünya Savaşı sırasında zarar gören kilise, sonradan onarılıyor ve birleşmeden sonra tamamen restore ediliyor. Kilisenin içinde küçük karanlık bir oda var. İçeri girdiğinizde loş ortamın içine gözünüz alıştığında Bach’a ait bestelerin olduğu eski defterlerin özenle korunduğu cam odayla karşılaşıyorsunuz. Bir de yıllardır bestelerin hemen yanında dokunulmayı bekleyen kemanlar…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Besteciler şehri Leipzig…” yazısında 2 düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir