BARSELONA 9- Barselona’da yemek için tek bir yer seçecek olsaydım, Bar Velodromo derdim!

”Şehir çok büyük ve gitmemiz gereken çok yer var, tur otobüsüne binelim, istediğimiz durakta iner sonra tekrar bineriz.” dedik. Elimde turuncu renkli bir kamera ile tur otobüsünün rüzgârla kardeş olmuş üst katında şehri kaydetmeye çalışıyordum. Sonradan kamerada çektiklerimize nedense dönüp hiç bakmadığımızı fark ettim. 
Kafam bir sağa bir sola doğru dönüp, kameradan ziyade kendim binaları tek tek aklıma kaydetmeye çalışırken bir binanın altı katında unutulmuşa benzeyen bir yeşile boyanmış ahşap çerçeveli bir kafeyi fark ettim.
Tam anlamıyla kafe de denemezdi aslında, olsa olsa tapas ya da patates kızartması gibi atıştırmalıklar da servis edilen bir bar. İnce çerçeveler, içeriyi olduğu gibi gösteren kocaman pencereleri çevreliyordu. Mevsim yaz, sokakta kaldırımın üstüne atılmış masa-sandalyeler…
”Buraya gelelim!” dedim.
…ve sonra unuttum tabii.
Balık hafızalıyımdır ben zaten. Söylerim, sonra unuturum. Yön duygum, oğlanın isminden ibaret!
O öğleden sonra, benim ”bayıldım” diye tutturduğum kafeye gitmek için çok yürüdük. Bana kalsa, orayı bulma şansımız ihtimal dahilinde değildi ama neyse ki Selçuk var.
İstanbul’a döndükten çok sonra bile, Bar Velodromo’u her hatırlayışımızda, ”bir dahaki sefer yine!” diye bitirdik cümlemizi.
Yanımızdaki masada oturan orta yaşı geçkin adamı, hem kitabını okuyup hem de defterine not almasını  çok net hatırlıyorum. Okuyan insan imgeleri yer ediyor beynime!
Paris’te Le Select’te adını hiç duymadığım birinin mektuplarını okuyan yaşlı amca, Budapeşte’de üst kattaki evinin penceresinin pervazına oturmuş kitabını okuyan kız, kafelerde denk geldiğim yazan-çizen insanlar…
Kafenin arkadaki duvarlarından biri diğerlerine göre çok kirliydi. Duvar çıkarılmış çerçevelerin bıraktığı izlerle doluydu. Bizim oturduğumuz kısmın gayet temiz olmasından dolayı, ”tadilat var ama daha oraya sıra gelmemiş herhalde!” diye düşündüğümüz anımsıyorum.

 

Bir değil, ikişer bardak çay içmiştik, yanında patates kızartması, domatesli ekmek, yağda pişmiş yeşil biberler…
Yanımda oturan yaşlı amcanın imgesinde ben de yer etmiş miyimdir, bilmiyorum; lakin ben de defterimi açıp, karalamıştım orada.
Kimse saklamazsa diye, kendi imgemi saklıyorum kendimde!

Biz bu gidişimizde taşıdığımız bu anılardan dolayı, bu kez Kuzey’i de alarak yanımıza tekrar gittik Bar Velodromo‘ya. Sonradan fark ettik, Barselona ahalisinin sıkça takıldığı haftanın yedi günü, yirmi dört saat açık bir yermiş burası. 

Yine kocaman camları vardı, yine açık yeşile boyalıydı çerçeveler.
Kirli dediğim duvar bana inat tadilat falan görmemiş, öylece duruyordu.
Geçen seferki gibi sessiz değildi ortalık, hemen hemen tüm masalar doluydu.
Garson sıcacık karşıladı bizi.
Kuzey, Barselona’da yediği en güzel karidesi yediğini söyledi. Biz de en güzel yemeğimizi yedik.
En az hesabı burada ödedik. Yine gelelim diyerek, zorla ayrıldık.
Duvarın hikayesini öğrendik bir de: Açıldığı günlerin anısına sahipleri bu duvarı ilk günkü gibi koruyorlar, zaman zaman da duvara yansıttıkları projeksiyon aletiyle film gösterimleri yapıyorlarmış.
Bir gün yolunuz Barselona’ya düşerse, mutlaka buraya uğrayın ve bir anı yazın kendinize!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

BARSELONA 9- Barselona’da yemek için tek bir yer seçecek olsaydım, Bar Velodromo derdim!” yazısında bir düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir