Düşler Diyarı: Laponya

Helsinki Havaalanı’nda uçağımızı beklerken camdan bakıp şöyle düşünüyorum: Bu karda uçakların kalkıp inmesi mümkün mü sahiden?”
Korkularımın hepsi yersiz çıkıyor. Uçağımız ne kalkarken, ne de inerken varlığını hissettirmiyor. Gerçek bir kuşmuş gibi süzülerek konuyor pistin üstüne. İşte geldik. Uçağın minik penceresinden altımızda uzanan çamla kaplı doğaya bakıyorum. Tüm doğa beyaza boyanmış gibi. Sahi bu beyaz dünyanın altında nasıl bir şey var?
Sonunda Santa’nın Resmi Havaalanı’na ayak basıyoruz. Havaalanının içinde Santa, geyikleriyle birlikte uçuyor.

Senenin sadece son ayı değil de, sanki kış aylarının hepsinin adı yeni yıl olmuş bu coğrafyada.

 

Dışarı adımımızı attığımızda yol kenarlarındaki karların dizimize kadar geldiğini fark ediyorum. Yol işaretlerinin olduğu trafik tabelalarının hepsi karla kaplanmış. Isıtıcılı trafik tabelası üretme fikri düşüyor bizimkilerin aklına. Nasılsa pazar hazır, hemen ellerinin altında.

Karlar Diyarı Laponya

Önceden ayarlanan bir minibüse binip otelimize doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu ağaç, yol boyu kar. İstanbul’da yağdığında insanda uyanan dehşet duygusu burada hissedilmiyor. Kar, hayatın gerçeği. Yollar sakin. Araçlar yanımızdan hızla akıp geçiyorlar.

Otelimiz havaalanından biraz uzakta. Rovaniemi’nin merkezinde kalmıyoruz. İçinde aktivite yapma imkanının olduğu ve çocukların eğleneceği bir oteli tercih etmiş arkadaşlarımız. Son güne kadar otelin, aslında bir spor kompleksi olduğunu fark etmiyorum. Lobiden görünen kocaman bie havuzu ve yüzenleri dikkatle izleyen bir cankurtaran var. Kuzey, son gün çok ısrar edince onunla birlikte otelin alt katına iniyorum ve gözlerime inanamıyorum. Otelin alt katı kapalı bir koşu pistine ayrılmış. Parkurlarda antrenörler eşliğinde koşan atletler var. Dahası otellerdeki dandik spor salonlarının ötesinde, -iki koşu bandı ve dört dambıl olan güya spor salonları-, bir fitness salonu bulunuyor. Çünkü burası gerçek bir spor salonu. Bu hiç aklıma gelmezdi. Bu manzarayla karşılaşınca spor aşkım depreşiyor hemen. Ne yazık ki spor ayakkabı getirmemişim. Sanki getirseymişim spor yaparmışım gibi hayıflandıktan sonra beni eleştiren içimdeki o kötü karaktere çıkışıyorum: Kes sesini, tatile geldik buraya!

Rovaniemi’de geleneseksel Fin yemeklerini denemek için iki adres veriyorlar sizlere: Rovaniemi’nin merkezindeki Nili Restoran ve Sky Hotel’in Restorantı.

 

Otele gelir gelmez odalarımıza dağılıyoruz. Lobide buluştuğumuzda herkes kayak kıyafetlerini giymiş ve Rovaniemi’yi keşfetmeye hazır. Kuzey Kutup Dairesi’ndeyiz ve gece elbette erken çöküyor. İlk gecemizde geleneksel Fin yemekleri yiyeceğiz. Bu yüzden merkezdeki Nili Restaurant‘a gidiyoruz. Rezervasyon saatimize daha vakit olduğundan dışarıda geziniyoruz.

 

Ekip yemek seçiminde üç kısıma ayrılıyor. Ben tercihimi somon balığından yana kullanıyorum. Kuzey de benimle aynı fikirde. Ekibin diğer kısmı ızgarada kızartılmış geyik etini tercih ediyorlar. Biz daha önce Talin’de geyik etini bu şekilde yediğimizden Selçuk için tercihimizi geleneksel yöntemlerle pişmiş geyik etinden yana kullanıyoruz. Tencerede pişmiş geyik 🙂
”Ne?” diyor Selçuk. ”Bana başka bir şey mi sipariş verdin? Keşke klasik yemek siparişi verseydin?”
”Sordum ya sana?” diyorum ben de. Tabii ne desem Selçuk’u ikna etmem mümkün değil. Yemeği gelene kadar stres içinde oturuyorum. Neyse ki masada en çok beğenilen yemek onunki oluyor da ben de rahatlıyorum. Yemeğinden memnun olduğu andan itibaren, seçim onun olmuş oluyor. Kötü olsaydı ben hata yapmış olacaktım elbette 🙂
Bu stresli süreç içinde elbette kendime bir bira ısmarlıyorum. Ben birayı en çok açken içmeyi seviyorum zaten.

Nili Restaurant’nın dibinden başladığımız cadde yürüyüşünde ilk gözüme çarpan Hemingway Kafe. İster inanın, ister inanmayın Hemingway, dünyanın her köşesinde bana selam veriyor.

Loş ışıkların altındaki kafenin yanından geçip, karşılıklı dükkanların sıralandığı yol boyunca yürüyoruz. Hava olması gerektiği kadar soğuk değil: -10 Derece.
Rovaniemi’nin merkezi öyle büyük bir yer değil. Trafiğe kapalı geniş bir sokağın iki yanında birkaç kafe, restoran, hediyelik eşyalar satan dükkanlar sıralanmış. Bü geniş yolun sol tarafı başka ara sokaklara açılıyor. Erkenden inen gecenin ortama romantik bir hava kattığını fark etmemek mümkün değil. Yine de burası ışıklarla, sıcak dağ kulübeleriyle, şömine ateşleriyle süslenmiş bir yer değil. Kışın karla birlikte masallardaki gibi ışıltılar kattığı Avrupa kasabalarının havası yok. Ne yazık ki yok! Yolun iki yanına sıralanmış düz binalar burayı bir şehir yapmış, üstüne de kar yağmış. Hepsi bundan ibaret. Sokaklar sessiz, soğuk tüm köşe başlarını mesken edinmiş.

Rovaniemi sokakları beklediğimin tersine çarpmıyor beni!
Rovaniemi nasıldı Kuzey? ”Çok eğlendim, anne!”
Rovaniemi’de gece hayatına kapıdan bir bakış attık.
Nili Restoran’dan herkes mutlu ayrıldı. Buradan bir taksiyle otelimize geri döndük çünkü Kuzey Işıkları’nı görmek için şehrin dışındaki Arctic Snow Hotel’in olduğu yere gitmek için bir araç gelip bizleri otelimizden alacaktı.

Kuzey Işıkları’nın peşinde düşecekler için önemli bir bilgi!!! 

 

Kuzey Işıkları’nı görebildiğimiz bir dönem var. Kısa bir aralık değil aslına bakılacak olursa. Ağustos ayı sonlarından, nisan başlarına kadar devam eden bir dönem. Kuzey Işıklarını görebilmek için şehirden uzak bir yere gitmenin tek sebebi şehir ışıklarından uzaklaşmak. Diyelim ki şehirden ve gözümüzü alan kent ışıklarından uzaklaştık, her şey halloldu mu? Ne yazık ki hayır! Kuzey ışıklarının gözümüze görünür olması için aynı zamanda havanın bir de bulutsuz olması gerekiyor. Yani gökyüzünde çok yıldız olması lazım. 🙂
Bir de bu nefis doğa olayına tanıklık edebilmeniz için olmazsa olmaz bir kural daha var: Şans.
İşin gerçeği bu! Şansınız varsa herkesin peşinde koştuğu kuzey ışıklarını görüyorsunuz. Yoksa da şansınıza küsüp, başka bir zamana niyet ediyorsunuz. 🙂
Biz de şehir ışıklarından uzakta olmak ve kuzey ışıklarını görmek için Arctic Snow Hotel‘in olduğu yere gittik. Otelimizden kırk dakika uzaklıkta bir yere geldik. Kar Oteli gezdik, etrafındaki iglolara baktık. Gittiğimiz yer o kadar bakir bir yer gibi geldi ki, donmuş gölün üstünde kuzey ışıklarını beklerken, ”Acaba bir gece de iglolarda mı kalsaydık?” diye aklımdan geçirdim.Elbette, taksilerin ucuz olmadığını bilmekte fayda var sevgili arkadaşlar. Ne de olsa bir Avrupa ülkesindesiniz. Noel Baba kimseye kıyak geçmiyor. 

Gelelim Arctic Snow Hotel’e ve otelin her sene tekrarlanan yapım aşamasına.

 

Sevimli bir rehber kız grubumuzu kapıda karşıladı ve hemen karla kaplı otelin kapısından içeri adımımızı attık. Duvarları karlarla kaplı otele girer girmez burnuma kesif bir yemek kokusu doldu. Muhtemelen dışarıdaki restoranın kokuları kardan yapılma otelin duvarlarına sinmişti.

Kuzey için etrafı karlarla kaplı bu binanın içinde gezmek, odalarında dolaşmak, buzdan yapılmış koltuklarda oturmak, üstüne ren geyiği postu serilmiş yataklara uzanıp burada bir gece konaklamanın hayalini kurmak müthişti. Gezerken gözlerine inanamadı, her odaya girdi, hemen hemen buzdan yapılma her heykelin yanında poz verdi ve ”Ne yani burada sahiden bir gece kalmayacak mıyız?” diye hayıflandı.

Açık konuşmak gerekirse ne Selçuk da ne de ben de böyle bir macera ruhu yok. Tamam, blogun adı Macera Kitabım ama buzla kaplı bir odanın içinde, kim bilir kimin kullandığı belli olmayan bir uyku tulumuna girip, bir de üstünde üstlük 350 Euro vermeye niyetim yok. Konforumun başladığı yerde benim için macera bitiyor. Sıcacık odamda uyumak varken sabaha kadar üşümek benim kitabın macera kısmında yer almıyor.

Burada olmanın en güzel kısmı, uzun çam ağaçlarının ardına gizlenmiş donmuş bir gölün üstünde yürümemizdi. Kuzey Işıkları’nı bekleyeceğimiz yer burasıydı. Gözümün değdiği her yer karla kaplanmıştı ve çantamda termosun içinde içilmek için bekleyen sıcacık çay vardı.
Size bir şey itiraf edeyim mi?
Sıcacık bir çayın güzelleştiremeyeceği hiçbir şey yok dünyada!
Peki o gece beklediğimiz ışıkların ucuna tutunabildik ve ilk geldiğimiz gece muradımıza erdik mi?
Işıklar yoktu. Vardı da bulutların arkasına gizlenmişti.
Yine de gölün üstünde durmak, sessizliğin sesini dinlemek ve kağıt bardaktan da olsa çayını yudumlamak nefisti.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Düşler Diyarı: Laponya” yazısında 4 düşünce

  1. Yeraz diyor ki:

    Daha dün lovers of arctic circle (Los amantes del Círculo Polar) filmini izleyipve Laponya'ya gitme isteğim oluşmuşken senin yazını okumak süper oldu. İyi ki yazmışsın, keyifle okudum. Eğer izlemediysen sen de filmi mutlaka izle derim, aynı gün içinde iki kez izledim. İlkinde tek başıma, ikincisinde eşime izlettim. Sevgiler…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Aslında filmi Laponya'ya gitmeden önce duymuştum ama sonra silindi gitti aklımdan. Şimdi sen hatırlatana kadar da aklıma gelmemişti. Mutlaka izleyeceğim tabii ki, şart oldu şimdi. Belki pazar günü filmi bile olur yapılacaklardan sıra gelirse. Seni çok öpüyorum ve Amerikadaki hayatında mutluluklar, kolaylıklar diliyorum. Merakla izlediğimi bil 🙂

  2. Berfin Yalcin diyor ki:

    Güzel bit Laponya gezisi yaptım sayende. Bide aç kanına bira içmeyi bende severim. Tokluk hissi verir:) gevşetir.. Rahatlatır.. Bir sonraki gezide buluşmak üzere.. Sanırım Paris olacak yine ve yeniden :)) sen anlatırken seviyorum Paris'i sadece. Oysa bir sabah atlasam trene öğlen Paris'teyim. Gece treni ile dönebilirmde. Ama nedendir bilmem, hiç çekmem Paris'i . Sen şimdi bana nasıl kızmışsındır dimi:))

    • özlem öztürk diyor ki:

      Server, otursak da beraber aç karnına birer bira içsek. Anlatacak, yazacak çok şey var. İşlere sardım bu ara, başka bir şey gelmiyor elimden. Düşünmeden, fazla kafa yormadan çalışmaya çalışıyorum. Laponya'yla ilgili daha yazacak şeylerim var ama ne zaman bilgisayarın başına otursam karamsar düşünceler dökülüyor dilimden. Öyle şeyler de yazmak istemiyorum. Dediğin gibi Paris seyahati var ufukta. Çok heyecanlıyım çünkü çok özledim Paris'i. Orada kendim gibi oluyorum. İçim hafifliyor, hayat yaşanır geliyor. Etrafımda bir umut bulutları oluyor ki sorma! Dönerken ayaklarım geri geri gidiyor. Senin yerinde olsam sık sık düşerdim Paris yollarına herhalde. Bundan hiç şüphem yok. Hele ki tren yolculuğu. Al kahveni kitabını, düş Paris yollarına. Şimdilik içime huzur veren sadece Paris'e yapılacak yolculuğun düşüncesi.
      Yine de düşmüyorsun Paris yollarına diye kızmıyorum sana. 🙂 Çok öpüyorum seni.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir