Gün 1: Eylülün son cumasından merhaba ❤️

Yazmak için onca sebep aradığım/bulduğum günlerin içinden geçiyorum; zira zaman bu derece hızlı akarken, ben ardından bakıyormuşum gibi hissediyorum. Sık sık kendime şu soruyu soruyorum: Bu dünyaya geliş sebebimiz sadece çalışmak için mi? İşe gel, eve git şeklinde geçiyor günler. Genellikle arabanın istikameti eve doğruysa içimi bir mutluluk kaplıyor. Evde huzur var, taze demlenmiş çay var, kendimle kalabilme ihtimalim var. Kuzey küçücükken yine eve böyle koşa koşa giderdim ama o zamanlar şimdikinden daha zor zamanlar beklerdi beni. Gece inip de her yer karanlığa büründüğünde bedenimin de geceyle birlikte eridiğini hissederdim. Sanki beni sınarmış gibi ağlamayı bırakmaz, gecenin bir yarısında cin gibi gözlerle evin içinde gezdirilmek isterdi. Çoğunlukla sınama dediğim o testlerden geçemez, zaman zaman da ağlamaya başlardım. Aradan bunca yıl geçtikten sonra o günleri güçlükle anımsıyorum. Annem, ara ara kız kardeşlerimle birlikte çocukluğumuza dair sorular yönelttiğimizde, “Ay kızım, hatırlamıyorum vallahi tüm detayları!” der ve peşinden de ekler: “Ne önemli şeymiş şu yükselen burç. Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler.” Tek çocuğum olmasına rağmen ben de annem gibi kimi ayrıntıları beynimin derinliklerinde bir yere gömmüşüm. Ama bugünüme dair şunu iyi biliyorum ki on üç yaşına basan Kuzey’le kimi zaman didişsek de sohbet etmek çok güzel. En azından artık seyahatlerde bavulumu taşıyan biri var.
Dünü yazmaya oturup bugünü yazacağım sanırım. Yine de dün sonunda yapmaya başladığım bir şeyi şuraya not edeyim. Uzun zamandır bıraktığım pilatese tekrar başlayarak şeytanın bacağını kırdım. Pilates de benim bacağımı kırmış olacak ki vücudumdaki tüm kaslar ayrı ayrı ağrıyor. Leylak Dalı’nda bu meydan okumayı duyunca hemen katılmak istedim çünkü insanın her gün yaşadığı günü anlatması beni cezbetti. Tıpkı “Karl Ove Knausgard kitaplarındaki gibi yazma şansını” ele geçirmişim gibi heyecanlandım. Yaşadığım önemsiz bir günün ayrıntılarını düşünmekten ve onu kaleme almaktan daha güzel ne olabilir diye düşündüm. Kimsenin önemsemeyeceği minik yaşam dakikalarını kelimelerle yoğurmak ve içinden çok kıymetli anlar yaratmak. Yaşamın telaşı içinde farkında olmadığımız, düşünmek için bir an bile durup olaylara dışarıdan bakmadığımız nice zaman parçaları. Hepsi durgun, hepsi hareketsiz ve hepsi sıradan… Saçma biliyorum ama bu düşünce bana çok iyi geldi. Belki de 21 gün boyunca bu heyecanı koruyamayabilirim ama öyle bir durumda da asla bir Karl Ove olamayacağımı anlamış olurum. 🙂
Cuma gününün gelmesi de ayrı bir güzellik katıyor yazacaklarıma. Dinleneceğiz diye, bir cumaya daha ulaşıp hayatımızdan bir haftayı daha tükettik diye sevinmemiz gerekiyor nihayetinde. Tatil yaptığımız günlerde yavaşlayan zamana tanıklık ettiğimden, çalışırken cumaya kavuşma hevesiyle tükettiğimiz hafta içi günlerine üzülerek bakıyorum. Kimi zaman sendromlarla geçirdiğimiz pazartesinin adına oturup kendi kendime düşünüyorum. Bu sabah uyandığımda salı gecesi gittiğimiz Gergedan Kitabevi’ndeki Feridun Andaç söyleşisi geldi aklıma. Sohbet etmeyi seven bir insan Feridun Hoca. Ben en çok kahkaha attığı zamanları seviyorum. Aranızda Feridun Hoca’nın attığı kahkahayı duyanlarınız olduysa ne demek istediğimi daha iyi anlar. Her konuşmasında üzerinde bir gerginlik oluyor; dinleyicisini ciddiye aldığından olsa gerek. İlk kahkahasından sonraysa sırtındaki yükü fırlatıp bir kenara atmışçasına hafifliyor. Salı akşamı da yine güzel güzel anlattı Feridun Hoca. Yazdığı kitabı anlatması gerekiyordu ama o sözlerine anlatamam diye başladı. İnsan yazdığı kitabı nasıl anlatır? Öyle demesine rağmen açıldıkça, konuştukça, önüne konan çaydan birkaç yudum aldıkça anılara, kitabı yazma sürecine, edebi dostluklara geldi konu. O yüzden bu sabah kendime, Neden Feridun Hoca’nın anlattığı, o unutulmaması gereken şeyleri not almadığımı sordum. Duyduklarımı bir yere not etmem lazım. Hafızamdan uçup gitmeden önce. Ama hep başka bir şey öncelikli oluyor. 🙂
Bu akşam Kadıköy’de olacağım. İlginç ama yine Feridun Hoca ve sevdiğimiz dostlarımızla felekten bir gece çalacağız. Gecenin ayrıntılarından yarın buraya bir şey düşer mi bilmiyorum ama ben bilgisayarımın başına oturmuş Cafe Nero’da bu yazıyı yazarak hem buluşma saatimiz 19.30’a kadar vakit dolduruyorum, hem de tek başıma kahvemi yudumluyorum. Oysa dün çok fazla kahve içmeyeceğim diye söz vermiştim kendime. Selülitlerimle kahve içmeyerek uzlaşma sağlayacağımıza inanmasam da yine de biraz azaltsam iyi olur diye düşündüm. Bugün kahve sayısı şimdilik iki. Gecenin ilerleyen saatlerinde, kapanışa yakın bir bardak daha içmeyeceğimi umut ediyorum. Ama iş kahve olunca kendime pek güvenmiyorum. Kahvemin yanında elbette havuçlu kek var, güya diyet olanından. Sanırım karşı koyamayacağım şeylerden biri de havuçlu kek. Mutfakta bir devrim olduğunu düşünüyorum bu kekin. Evde hiç yapmadım; zaten hayatım boyunca yaptığım bir tek güzel kek bile olmadı. Bu sebepten her seferinde ya Starbucks’tan ya da Cafe Nero’dan bir tane alıyorum. Tarçın kokusu tüm sıkıntılarımı alıp götürüyor, yerine vücuduma yapışan mini mini bir yağ kütlesi hediye ediyor. Her şeye rağmen keksiz ve kahvesiz bir hayat çok sıkıcı olur. Di mi ama?
Elimde Elena Ferrante’nin yeni kitabı: Sen Gittin Gideli.
Okudukça sinirleniyorum. İçim köpürdü diyebilirim. Öyle karanlık, öyle zorlayıcı bir kitap. Yazımı değil elbette ama konusu tüm sinirlerimi ayık bir hale getirdi. Bir an önce bitirmek ve eylül ayının derinliklerinde romanın kahramanı Olga’yı da, kocası Mario’yu da unutmak istiyorum. Öyle yordular beni.
Sanırım şimdilik bugünün özeti bu kadar.
Yarının cumartesi olması, sabah altıda uyanmamak adına umut verici.
Yazıyı hemen sıcağı sıcağına okuyacaklar için iyi akşamlar, geç vakitlerde buraya uğrayıp sonra uykuya dalacaklar için de iyi geceler dilerim.
Sevgiler
P.S: Elbette Leylak Dalı olmazsaydı benim meydan okumadan falan haberim olmazdı. O yüzden merak edenler onun sayfasına BURADAN, meydan okumanın sahibinin sayfasına ulaşmak istiyorlarsa BURADAN buyursunlar. ❤️

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Gün 1: Eylülün son cumasından merhaba ❤️” yazısında 6 düşünce

  1. Gülşah'la Hayata Dair diyor ki:

    Seviyorum bu listeleri… Yine keyifle okuduğum bir yaı oldu.
    Kahve ve kek..hımmmm…olmazsa olmazlar bana göre de Özlem'cim. Ara ara bende azatmayı düşünüyorum ama keyifli olduğum zamanlarda kahve olmazsa olmazım…
    Belki bir ara detoks yaparım diye kendimi kandırıyor da olabilirim.
    İyigeceler, iyi haftalar canım.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bugün yine liste günü 🙂 Eyvah! Hem içine dahil olduğum meydan okuma yazısını yazmam hem de yeni listeyi kotarmam gerekiyor. Ama biliyorsun ki yazmak iyi geliyor. Gezi yazısı olmadıktan sonra böyle içimden geleni ortalığa döktüğüm yazıları yazmak daha kolay geliyor. Kahve, azaltmam gerekir derken sabah sabah iki bardağı götürdüm. Bugün beni iş yerinde bekleyen onca iş var. Ve ben hala önümde blogum, burada keyifli anlar geçiriyorum.
      Biri beni dürtsün lütfen 🙂

  2. Leylak Dalı diyor ki:

    Oy yaşasın, bir kişi daha ekledik 🙂
    Özlem kitaba ben de sinir oldum yahu, daha doğrusu kitaba değil de Olga ile Mario'ya senin dediğin gibi. Ne sinir yaratıklardı ikisi de. Sonunda durulması bile sempati uyandırmadı Olga'ya karşı. Mario ise ebediyen faul zaten 🙂
    Yağmurla merhaba dedik bugün güne, sonbahar Antalya'ya da yavaştan sokuluyor galiba ama ben hala terliyorum. Öperim 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Kitap şişirdi beni şişirdi. Az sonra oturup kalanını okuyacağım da bitsin bu çile. Yoksa kalkıp iki tane çakacağım Olga'ya. Biraz daha konuşursam spoiler bile verebilirim buradan sinirden 🙂
      Bugünkü yazımla birlikte neyi fark ettim biliyor musun? Blogu açtığım sene tam tamına 75 yazı yazmışım. Çoğu kısacık an bildirimleri. İlk defa bu yıl o ilk yılki yazı sayımı geçtim. Sayıya geçmek değil beni sevindiren, o tutkuyu tekrar içimde hissettiğime sevindim. Sana da söylemeden geçemedim.
      Ben de çelinca katıldığıma çok mutluyum. Umut ediyorum devam edebilirim.
      🙂

  3. sezer eser perker diyor ki:

    Eylül'ün son cuması diye okuyunca birden panikledim. Eylül de bitti değil mi yahu?
    Feridun Andaç'ın kahkahasına tanık olmadım ama yazılarını severek okuyorum. Bizden de selamlar kendisine. Ve bu akşam için iyi eğlenceler, devamında da huzurlu bir hafta sonunda iyi dinlenmeler dilerim Özlem…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Önceden bilseydim selamını söylerdim; o da geri selam yollardı eminim. Öyle insan insan çünkü 🙂 Bugünkü yazıda gittiğimiz yerin nasıl saçma sapan bir yer olduğunu yazdım. Gerçi her şey mekanın suçu değil. (Yemekler, servis, çalışmayan tuvalet ışığı gibi tüm ayrıntılar onların suçu elbette) Bizler de ne gürültülü insanlar olmuşuz. Aslında neşeli kahkahaları falan severim ben. Yani oturduğum bir mekanda kahkaha atan bir grup varsa hoşuma gider ama bu gürültüden ziyade uğultuydu. 🙂 yoldan geçen gürültülü motorsikletliler, ense kökünde yürüyen insanlar 🙂 Kadıköy gece karanlığında bir tuhaf hissettirdi bana. Tekinsiz bir yer gibi tıpkı…
      Elbette onun dışında sevdiğim insanlarla olmak güzeldi. Hafta sonu dileklerin için çok teşekkür ederim. Ben de aynısından sana dilerim. Cumartesi, pazar gibisi var mı? haftanın diğer beş gününü de böyle çok seveceğim günler diliyorum kendime 🙂
      Öperim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir