Paul Auster’la bir pazar…

Huzurlu bir pazar günü…

Bu pazarı Kuzey’le karşılıklı koltuklarda yayılarak geçirdik. Selçuk yok. Onu karlı bir memlekete yolladık. “Soğuktan donuyorum.” dedi telefonda. Ben çayı yeni demlemiştim onunla konuşurken. Olsa o da bir bardak tavşan kanı çay içerdi. Sıcak pazarları seviyorum. Dışarıda yağmur çiseliyor olsa da evin içinde huzurlu bir hava var. İçimden bahçeye çıkıp temiz havayla şöyle bir nefeslenmek bile gelmedi. Pencerenin ardından seyrettim bu pazar gününü. Pazartesi gününe çektiğimiz yazı atölyesi için yazmam gereken bir yazı vardı. Ağır, aksak onu yazdım. İstenilen ödevin dışında kalemimden ne dökülüyorsa öyle bir ödev oldu. Olsun. Yazmak böyle bir şey. Yine evde hiçbir şeyi toplayamadım. Geçen hafta içinde bir sabah çalışma odasını toplamış olmamı başarı sayıyorum bu yüzden. Aslına bakılacak olursa etrafa yığdığım kitapları toparlasam ev toplanır belki de. Bir yerden başlamam lazım ama o zamanı bekliyorum şimdilik.

Pazar Günü
Pazar Günü

Pazar günü evde ne yapılır?

Bugün Kuzey en güzel ödevlerin İngilizce dersinde verildiğini söyledi. Özgün ödevler geliyor sahiden de İngilizce dersinden eve. Bir de genellikle çoktan seçmeli ödevler oluyor bundan. Sıkıcı dilbilgisi konularını saymazsak dünya gündemindeki konular, sevdiğin bir kitap karakterinin dilinden yazılma bir günlük, başka dünyalara ait iki kahramanın karşı karşıya gelmesi, diyalog yazmak, özgün bir hikâye kaleme almak gibi seçenekler var. Her seferinde Kuzey’in kafasına yatan bir şey çıkıyor bu konuların arasından. Verilen ödevi yazmak/tamamlamak için saatler harcasa da bilgisayarın karşısında oturduğu saatlerin sonunda söylenmiyor. Yazması beni de çok mutlu ediyor. Hoşuna gidecek şeyler yapıyorum ben de. Bir mum yakıyorum, sıcak bir kahve yapıyorum, seveceği bir müzik yayıyorum evin içine. Neticede ikimize de iyi geliyor. (İkimiz de yazıyoruz işte an itibariyle)

Bu hafta sonu hep kendimi iyi etmeye çalıştım; hem ruhen hem bedenen. Boğazımdaki ağrı geçmeyince daha fazla inat etmeyip antibiyotiğe başladım. Ruhumdaki kırıklıkları da kitapların arasına sığınarak yenmeye uğraştım. Bazen ruh kırıklıklarını tedavi etmek ejderhalarla savaşmaktan daha zor geliyor insana. Dün Jean-Louis Fournier‘nin Kuzeyli Annem kitabı vardı elimde. Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. İçime dokundu çok. Hem de derin bir yerden. Böyle kısa kısa ama böyle açık anlatılsın her şey. Maksat kelamını dile getirmekse, yazar çok büyük bir şey başarmış. Diğer kitaplarını da okuyacağımdan adım gibi eminim. Sonra yazmakla ilgili bir kitap aldım elime. Elbette bol bol çay/kahve içerek. (Sonra neden geceleri uyuyamıyorum diye sorup duruyorum kendime)

Hafta sonunda ne okudum?

Altın Kitaplardan çıkma incecik ama çok beğendiğim bir kitap: Genç Yazarlar için Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu. Celil Oker yazmış. Yazmaya gönül vermiş insanlarla tavsiye ederim. İçinde yazan her bir kelam çok iyi geldi bana. Yüreklendirdi. Hafta sonu moral motivasyonu gibiydi bu kitap. İçinde birçok cümlenin altını çizdim. Simli, renkli kalemlerle işaretler koydum. Işıl ışıl oldu kitap. Sonra belki çok yüreklendiğimden olsa gerek, Paul Auster‘ın okunmayı bekleyen kitabına gitti elim. Okurum, okuyamam gidiş gelişlerimin arasında, “Yaparsın yahu!” dedim kendime ve kitabı okumaya başladım. Hani hâlâ gözüm korkmuyor dersem yalan söylemiş olurum ama içimdeki telaşı sindirmeye ve her şeyden geri kalıyorum duygusunu yenmeye iyi gelebilir bu kalınlıkta bir kitap. Telaşa gerek yok, saatler ben ne yaparsam yapayım yollarına devam ediyorlar. İyisi mi kelimelerine güvendiğim birine emanet etmem kendimi. Bir de söylemeden geçemeyeceğim, geçen haftaki Paris seyahatimizde şehrin dört bir yanını süsleyen bilboardların hemen hepsinde Paul Auster‘ın bu kitabı vardı. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Paul ve ben aynı zamanda aynı şehirdeymişiz gibi hissettim.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Paul Auster’la bir pazar…” yazısında 8 düşünce

  1. Aylin Kurhan diyor ki:

    Sevgili Özlem bloğunda rastgele dolaşıp geçmiş yazılara bakayım derken bu fotoğraf çıktı karşıma. Evinin manzarası böyle ise ben olsam ben de çıkmak istemezdim evden. Hatta senin kadar gezgin olamazdım. Ben çok gezmeyi seven biri değilim daha çok bir evcimenim. Eve yayılıp kitap kahramanlarının gözüyle dünyayı dolaşmak yetebilir bana. Ama ülke gerçekleri, yaşadığım şehir, işim işyerim o kadar bunaltıyor ki beni, evde de böyle bir manzara olamayınca zaman zaman gezilerle rahatlamaya çalışıyorum. Yolculuk öncesi ve yolculuk stresini saymazsan bir yere vardığımda da iyi ki gelmişim diyorum. Gezmek kitaplarla yapılan hayali yolculuklara gerçeklik katıyor, hele kitabı gezdiğin gördüğün yerden sonra okumuşsan heyecanın sevincin artıyor daha tanıdık daha yakın geliyor kitap…Sevgiler…Aylin…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Bu eve geçtiğimizde şehrin dışına çıktığımızı zannetmiştik. Yanılmışız, şehir hızla bize doğru ilerledi. Şimdi dibimizde. Bazen hafta sonları hiç çıkmıyorum evden. Mutfağın önündeki verandaya yayılıp çayımı, kahvemi içiyor, kitabımı okuyorum. Gerçi ne Türkiye, ne İstanbul aman vermiyor insana. Kocaman bir oğlum olmasına rağmen hala ödevlerine birlikte bakıyoruz. Elime bir kağıt uzatıp, “Şuradan soru sorsana bana.” diyor. Okul bitmiyor. Bu bayram tatilinde arkadaşlarımız bizim de çok istediğimiz bir yere seyahate gidiyorlar. Gitmeye niyet ettik ama sonra bir baktık ki bayram sonrası oğlanın sınavları var. evde kalmaya niyet ettik. Böyle olunca evden ziyade bahçenin keyfini çıkarmaya gayret edeceğiz.
      Ama yorucu hayat. Ben de herkes gibiyim. Zamanı evden işe, işten eve giderken tüketiyorum. Akşam eve yorgunlukla geliyorum. Keyiflerimin önüne geçecek bir yapılacaklar listesi hep oluyor 🙂
      Sanırım ben de evcimenim. Kendimi zorlamasam koltuğumdan kalkmadan kitap okur, çay içer, bir de peynirli domatesli sandviç yerim.
      Bu yaz Kuzey’den ayrı ilk yazımızı geçireceğiz. Hayatı neresinden tutacağız diye merak ediyorum.
      Sevgiler yolluyorum sana.

  2. Gülşah Şahin diyor ki:

    Günaydın iyi haftalar Özlem'cim.
    Geçmiş olsun, bizim evde de baba kız hastaydı onlar iyileşti, bena geçti nezle….
    Pazar günü evde tembellik olayı en ene en sevdiğim şey.
    Puslu, yağmurlu havalar da camdan dışarıyı izlemeyi çok seviyorum, resmen ruhuma iyi geliyor. Çay yerine kahve yada sahlep oluyor tercihim. 🙂
    Ah şu ev düzenlemeleri diye geçti içimden okurken. Yaşadığımız sürece hiç bitmiyor.
    Paul Auster kitabı o kadar gözümü korkutuyor ki… Kesinlikle elimde ki kitaplar bitince okuyacağım, yoksa gözüm hep diğer kitaplara kayar sanırım. Çünkü kitap ansiklopedi gibi baksana.
    Öpüyorum iyi çalışmalar canım.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sahiden de ansiklopedi gibi kitap, haklısın. İnsanın tutarken bile kolu ağrıyor. Nasıl yazmış yahu bunu diyorsun. Hastalık hali fena. Tüm hafta sonu miskinlikle geçince öyle iyi geldi ki. Sanırım kışın son günlerini evde dinlenmeye ayıracağım İçimden hiç bir yere gitmek gelmiyor. Film seyrediyoruz ailecek, kitap okuyoruz, ders yapıyoruz biraz. Bakıyoruz ki gün bitmiş hemencecik. Hafta sonlar keşke daha uzun olsa diye düşünüyor insan 🙂
      Hepinize çok geçmiş olsun der, öperim kızı da seni de 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir