Kendime ince ayar çektim bu hafta

İnsan yaşadığı çemberden kısa bir süreliğine bile uzaklaşsa çok şeyin farkına varıyor.

Bu aralar kendi hayatıma bakar oldum yine. Zaten bi’ havalarda dolaşan, bi’ diplerde gezinen bir tip olduğumu anlamışsınızdır. Daha doğrusu her zaman kendime soracak bir sorum var. Derdim hoyratça harcanan/harcadığım zamanla ilgili. Paramıza sahip çıkmak için elimizi sıkı sıkı kaparken, neden zamanımızı böyle çarçur ettiğimizi merak ediyorum. Üstelik kaybettiğimiz zamanı bir daha kazanma şansımız yokken, parayı yeniden kazanma şansımız var. Haksız mıyım?

Elbette herkesin sevdiği şeyi yapmasından, keyif aldığı şeylerin peşinden koşmasından yanayım. Ben kendimle kalmaktan, kitap okumaktan, defterime bir şeyler karalamaktan çok keyif alıyorum. Düzen, olmazsa olmazım. Fazlalıklardan hoşlanmıyorum. Evin içindeki ıvır zıvırdan birkaç yıl önce kurtuldum ve gerçekten sevdiğim bir şeye denk gelmemişsem, sırf almış olmak için almıyorum.

Foto: Buradan

Peki birkaç günlüğüne gittiğim Frankfurt’ta ya da Paris’te ne gördüm?

Bildik şeyler aslında ama beni her seferinde en etkileyen şey insanların sadece kendi yaşamlarından sorumlu olduklarını bilip, öyle davranmaları. Kimin ne yaptığı, ne kadar parası olduğu, ne çok gezdiği kimseyi ilgilendirmiyor. Kendilerini sahip oldukları yaşamla değerlendiriyorlar ve öyle yaşıyorlar. Bir kafede oturuyorlarsa kendi merkezleri etrafında dönüyor hayat. Arkadaşları ile sohbet ediyorlar, yalnızsalar kitaplarını okuyorlar, sokağı seyredip kim bilir neler düşünüyorlar ya da açıp defterlerini bir şey yazıyorlar. Yan masada oturanlarla ilgilenen ya da cep telefonlarının derinliklerine dalıp orada kaybolanlar yok. En fenası da bu cep telefonu ve sosyal medya. “Biri biri Gözetliyor” gibi gelmeye başladı artık sosyal medya paylaşımları bana. Bir şeyi gösteremiyorsak anlamı yok. Gittiğimiz yerler birileri bize imreniyorsa anlamlı. Kıvrana kıvrana, bin bir güçlükle alınan bir çanta her fotoğrafta teşhir ediliyor. “Çok zenginmiş, en çok o gezermiş, en müthiş kafeleri o keşfedermiş” gibi bir dünya dönüyor nicelerinin kafasının etrafında. “En insan o!” ayrıca. Toplumsal her olayda tepkisini koyması gerek; hatta neye ne kadar tepki konulacağına da onlar karar veriyor. Sessiz kalma hakkın yok elbette. O zaman duygusuz, duyarsız, bilinçsiz oluyorsun. Amma ve lakin, bu yüce gönüllü insanların bir fotoğraflarını “like etme” bakalım. ? İnsanlıklarından geriye bir şey kalıyor mu? Yok yahu! Deliriyorlar. Seni hayatlarından da, sanal ortamlarından da bir tıkla engelliyorlar.?

Peki ben neden İG’de dolanıyorum? Neden dükkanı kapatıp, kepenkleri aşağı indirmiyorum?

Bir kere yaptıkları bana ilham veren insanlar var. Paylaştıkları fotoğrafların altına yazdıkları hayatlarının rengiyle uyuşan, okudukları kitaplarla ufkumu açan, aynı heveslerin/tutkuların peşinde dolaştığımız insanlar… Arasam bulamayacağım ama hayatımı aydınlatan tatlı kadınlar. Bana gelince blogda bir şey yazmışsam bunu paylaşmak istiyorum. Kısa bir mesajla size ulaşmak gibi bir şey bu hâl. Ama onun dışında vakitsizlikten bunca dem vururken, “Ay hiçbir şey yapamıyorum, hiçbir şeye yetişemiyorum?” diye dır dır kafanızın etini yerken ne kadar zamanımı harcamalıyım sanal ama güya sosyal ortamlarda? Annem bana küçüklüğümden beri maymun iştahlısın derdi. Üzerimde yıllarca taşıdığım bir etikettir bu. Çoğu şeye heves ettiğim doğrudur aslında ama deneyip de hayatıma renk kattığını düşündüğüm hiçbir şeyden de asla vazgeçmedim. İşte: kitaplar, yazmak, kelimelerin arasında dolaşmak, günlük tutmak, blogumu yazarak beslemek…. Tutkularım benim tüm hallerim ve elbette varoluş sebebim. O yüzden yapmak istediğim bunca şey, okumak istediğim bunca kitap, seyretmek istediğim bunca film, tiyatro varken ve dışarıda ne kadar yaşayacağımı bilmediğim bilmem kaç tane gün doğumu ve gün batımı varken neden elimde bir telefon ve onun karanlık ekranıyla yaşayayım?

Ünlü biri mi olmak istiyorum?

Yok vallahi. Sevenim, okuyanım bol olsun ama normal olalım istiyorum. Bir ufak yorum bile mutlu etmeye yetiyor beni. Saatlerimi sosyal medyanın içinde olsam da hunharca harcamak istemiyorum. Paristeyken ve hatta iki gün boyunca yalnızken IG’de bir şey paylaşmak aklımdan geçmedi. Onun yerine iki komik şey geldi aklıma: Biri Akşam Sefasına, biri de Başka Türlü Yaşamak bloglarının güzel kadınlarına mektup yazmak. Kendimi sevmekten, kendime sarılmaktan, etrafa bakıp sahip olduğum an için şükretmekten başka bir şey yapamadım. Çok meşguldüm. Haberleri olmasa da bu durumdan, affetsinler beni. ?Bu iki mektup da aklımda tabii. Niyetimi ortaya koyduğuma göre bir yazarım o mektupları. Biliyorum. (Ben yaparım!Ahahaha!)

Yok, kendimi bilen halimle etkileniyorum paylaşılan fotoğraflardan. Daha çok okumak, daha çok seyretmek için insanın kendini motive etmesi güzel de, sanki kendimi bitmeyen bir meydan okumanın içine sokmuşum ama ne kadar kürek çekersem çekeyim gideceğim yere varamıyorum. Ayda 20-25 kitap okuyan insan var. Ben onları görünce, “Eyvah! Sen bu hızla okursan okumak istediğin hiçbir kitabı okuyamazsın ona göre.” derken buluyorum kendimi. Sonra da Selçuk’un karşısına geçip, “Ben çalışmak istemiyorum. Evimin kadını olacağım artık.” diyorum. Oturup kitap okuyacağım herhalde. Şu beynimin arka tarafında beni etkileyen her neyse boşanmama sebep olacak sanırım.

Vızıldanmamın sebepleri kısaca şunlar:

  • Gezdim, gezdim geldim. Yapacak çok şey birikti. Ben hiçbir şeye yetişemiyorum ve halimi ortaya döküyorum.
  • Vaktime sahip çıkmak istiyorum. Beni bir takip edip (Yüksek takipçili hesaplardan bahsediyorum) bir bırakan insanlar, insanlıktan soğumama sebep oluyor. Koca koca insanlarsınız yahu, nedir bu halleriniz? Takipçi kandırmak, ağa düşürmek peşinde koşana kadar dünya üzerinde bir şeye faydanız dokunsun lütfen yahu!
  • Boğazım ağrıyor. Böyle gezersem hasta olurum tabii. Kıçını kır da otur desin biri!
  • Çatır çatır kitap okuyanlar, durmadan gezenler (Siz beni geziyor mu zannediyorsunuz? Bir de Selçuk’u görseniz? ), marka çantasını göstermek için her fotoda çantasını çocuğunun yüzünün önüne koyanlar beni sinir ediyor.
  • Çayımı soğumadan içmek istiyorum.
  • Ben telefona bakarken yaşam akıp gidiyor. Hayatın içinde olmak istiyorum.

Durum bu. Sanırım Paris’ten döndüğüm için sinirli olmam da bir etken olabilir. Tıpkı IG’de paylaşıp sonra kaçıverdiğim gibi şubat bitiyor bile arkadaşlar ve ben hâlâ elimdeki kitabı bitiremedim. Blogumu yazdığıma göre kitabıma gömülebilirim.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Kendime ince ayar çektim bu hafta” yazısında 21 düşünce

  1. şule uzundere diyor ki:

    Çok güzel yazmışsın. Benim de sık sık içine düştüğüm durumları anlatmışsın. Ayda 20-25 kitap okuyanlara ben de sinir oluyorum. hiç mi işleri yok, yapacak başka bir şeyleri yok, bunca zamanı nereden buluyorlar anlamıyorum. Ben de o kadar çok okumak istediğim için uzun zamandır gerçekten okumak istediğim kitapları değil ince veya kolay okunan kitapları seçiyordum. Bu da beni mutlu etmiyordu. Şimdi sadece sevebileceğim kitaplar okuma peşindeyim. Sayıya takılmayı bıraktım.

    Sosyal medyada geçirdiğim zamanı azalttığım anda bana daha çok zaman kaldığını fark ettim. Bu zamanı keyif aldığım işler için harcayacağım. Günde 30-60 dk.dan fazlasını harcamamaya çalışıyorum.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Şule Hanımcım,
      Böyle sinir katsayısı yüksek yazılar yazıyorum zaman zaman, sonra da yazdıklarıma bakıp üzülüyorum. Ama gerçek şu ki; sosyal medya sinirimi bozuyor. Telefonumun ekranı gecenin bir yarısı bile yanıp sönüyor. Devamlı insanın dikkatine kendine çeken bir teknolojik alet şu telefon. Kendime şu soruyu soruyorum: Beğenilmek bu kadar önemli mi?
      Bu sorunun cevabı kalben hayır olsa da aslında öyle değil. Birilerinin parmağının ucundaki beğeni tuşunu bekler olmak hoş değil ve herkes olmadığı bir insanı oynuyor sosyal medyada. Bir yandan yavaş yaşamı destekleyen bu insanlar, diğer taraftan her şeyi tüketiyor. Ben ayda yirmi otuz kitap okuyana inanmıyorum. Okuyorsa da okuduğundan hiçbir şey anlamıyordur. Hayatı bu saatten sonra sindirerek yaşamak istiyorum. Elimden geldiği kadar ama hissederek okumak, dinlediğim bir müzik parçasının içinde kaybolarak. O kahve festivali senin, bu kitap fuarı benim, o şehir senin, bu alışveriş merkezi benim şeklinde yaşayamam ben. Hayatı dinlemeye ne oldu yahu? Kendi başına kalmaya, iç sesini duymaya?
      Ne bileyim? Şu günlerde yaptığım tek şey kendi ritmimi bulmaya çalışmak. Yavaş yavaş ama. 🙂
      Çok sevgiler.

  2. Esra Yalçın diyor ki:

    Sevgili Özlem ,
    Ben gezginingezileri sayfasından Esra . O kadar severek takip ediyorum ki seni daha önce de söylediğim gibi IG yi kapatmama sebeplerimdensin ama ben senin blogunu da okuyorum zaten. Yukarı da yazdıkların tam da benim söylemek istediklerim , duygularıma tercüman olmuş gibisin. Benim eşim yurtdışında çalışıyor yıllardır ve üstelik bir çok ülkede çalışmakta. Onun söylediği ve benim gezilerimde de gördüğüm hiç bizim gibi değiller. Dediğin gibi kendileri için yaşıyorlar. Evleri kendi rahatları için , kıyafetleri kendi beğendikleri, kimse kimsenin üstüne basarak birşeyler olmaya çalışmıyor…. bu liste uzar gider. Ben de artık saatlerimi boşu boşuna harcamak istemediğim için artık sınırlı giriş yapıyorum. Dediğin gibi sırf takip edesin diye seni takip edip kaçmaca oyunlarından, gezerken manken edalarıyla ( o kadar çeşit kıyafeti nasıl yanlarında getiriyorlar bilmiyorum.) poz vermelerinden, hele o pembe tonlarıyla döşenmiş ev hallerinden , en güzel çocuk yetiştiren mükemmel annelerden , çocuğunun her türlü halini esirgemeden sırf para kazanmak için koyan anne takımından … sıkılmış durumdayım. Hele de sırf geziyorum diye eleştirilmekten , aaa normal hayata döndün mü diye laf sokmalardan da bezdim. Yani zaman kısa ve değerli hepimiz için . Çok güzel bir yazı olmuş yine. Tebrik ederim . Sevgilerimle

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sacre Coeur'de çantasından topuklu ayakkabı çıkarıp poz veren bir Türk kız gördüm. Yemin ederim 🙂 Eşi ya da sevgilisi de boy boy fotoğrafını çekti. Ben ne kadar hafif o kadar iyi mottosuyla hareket ediyorum. Nasıl oluyor da çeşit çeşit kıyafetlerle seyahate çıkıyorlar anlamak mümkün değil. Üzgünüm ama ben bu tip insanların beyin gelişimlerini tamamlamadıklarını düşünüyorum. 🙂 Bu kadar güzel olma takıntısı nedir yahu? Hadi birinde akıl yok, çiftin diğerinde de mi akıl yok? Devamlı bir kendini beğendirme halleri falan. Kadın doğuruyor, sonra da puset reklamı yapıyor. güvendiğin birine akıl danışmak başka, İg'den birinin reklam amaçlı koyduğu, nihayetinde bunu satmak için para alıyor, bir pusetin peşinde düşmek başka. Bu pusetler mağazalarda satılmıyor mu? Bütçene göre alırsın pusetini. Esra, gerçekten bu insanları anlamakta güçlük çekiyorum. Böyle boş muhabbetlerle zaman geçirmek. Ve ne oluyor biliyor musun? Gerçekten severek takip ettiğim insanlar bir müddet sonra yorulup daha az paylaşım yapıyor. Meydan elbette bu çok güzel ve çok akıllı hanımlara kalıyor. Kalsın çok da umrumda değil de, yazık oluyor bize işte.
      Sanırım senin de her yurt dışına gittiğinde hissettiğin/fark ettiğin gibi bir yurt dışı dönüşü sendromu yaşıyorum. Ne anlamsız şeylerle baş başa kaldığımın idrakını yaşıyorum ve sıyrılmak istiyorum.
      O çok geziyorsuncular var ya, onlar da çok lüzumsuz insanlar. Kendi üstlerine vazife olmayan cümleler kurup, üstelik kıskanıyorlar. Bazen onlar yüzünden bile gittiğim yerleri gizliyorum. Çünkü bir cümle bile duymak istemiyorum.
      Durum bu şekerim. Daha pozitif bir ruh haline bürünüp yoluma devam etmeye çalışacağım. Ama İG'ye de bloga yazı yazdım demenin yanında çok yaklaşmayacağım gibi gözüküyor. 🙂
      Sevgiler canım

  3. Arzu Tırak diyor ki:

    Ben akılı telefona ve whatsapp'a geçeli sadece bir ay oldu.Insanların hayret dolu bakışları çok eğlenceliydi.Bak şimdi nasıl alışacaksın,geyik muhabbeti çok eğlenceli canım…Tamam ama ben istiyor muyum geyik muhabbeti.?Ya da sesini duymak varken bir dostun sıcaklığının nedir o uzak mesafeler.Üzücü olan da bu alanda yalnızım galiba.Yakın arkadaşlarım bile beni anlamıyor.Şikayetçi miyim peki?Asla…Kendimle olmayı seviyorum,dayatmalara gelmiyorum,mutluyum,huzurluyum.Yoluna devam et canım,yalnız değilsin.

    • özlem öztürk diyor ki:

      İstanbul'da zaman zaten çok hızlı geçiyor. Bir yerden bir yere gitmek için bile inanılmaz saatler geçiyor. Böyle bir şehirde vakti daha kıymetli kullanmak lazım. Telefonum ötecek diye aklım çıkıyor. İletişimi çoğu zaman çok kolaylaştırdığını kabul ediyorum ama her şeyin suyunu çıkardığımız gibi bunun da suyunu çıkardık. Araba kullanırken mesaj yazan, facebooka, İg'ye bakan insanlar var. Normal geliyor herhalde bu durum onlara. Ama bana gelmiyor. Bir de her şeyi sergilemek nedir yahu? Çok sıkıldım ben bu insan tipinden. Yalnız olmadığımı bilmek güzel. Bizi müzeye kaldıracaklar yakında sanırım. 🙂

  4. Çileksuyu Sibel diyor ki:

    Ben de eskisi kadar IG ya da FB'da paylasim yapmiyorum ne yazik ki ozellikle IG'de cok geziniyorum ama ne yalan soyliyeyim sadece ekrani kaydiriyorum,bos bakiyorum.Nasil okudugum blog sayisi azaldiysa,IG'de paylasimini okudugum insan sayisi da azaldi.Hele whatsapp,hele ki is gurubu beni sinir sahibi yapiyor,haftasonu bile gerilebiliyorum iste olmadigim halde.Pazar gunu karar verdim,Pazar gunleri calismiyorsam telefonu ucus moduna alip sadece fotograf icin kullanacagim!Resmen butun pozitif enerjim sonuyor.Kac defa tum hesaplari kapattim,yine actim.Ne onlarla,ne onsuz olmuyor sanki.Bence bize verilen zaman gayet yeterli,sadece nasil degerlendirdigimiz onemli.Ben yapmak istediklerimin cogunu anti-sosyal is saatlerimden yapamiyorum.Olan vaktimin onceligi de blog,kitap,ev ve yuruyus.Daha fazlasini yapabilmek icin kendimi yemegi birakmaya calisiyorum.Sen de kendi yeme,full time calisan,full time anne olarak gayet kaliteli bir hayat suruyorsun ve eminim cokkkkkkkkkkkkkk eklemek istediklerin olursa o zamani bir sekilde yaratirsin.Ay evet,o cok takipli IG'ciler cidden komik.Ben hesabim ozelde oldugundan beri bir guzel inceliyorum karsi tarafi sansim varsa,aradaki takipciyi referans olarak alip ona gore kabul ediyorum.Herkesi evime alamayacagim gibi,herkesin IG'me girmesini de istemiyorum.Ve takip ettigim bir cok insani cidden yurekten severek takip ediyorum!Severim,operim:::) kalp kalp!

    • özlem öztürk diyor ki:

      Çoğu zaman bende mi bir tuhaflık var diye düşünüyorum. whatsapp konusunda çok haklısın. Lüzumsuz muhabbetten öte bir şey yok. Sebepli sebepsiz ve olmadık saatlerde. Gecenin bir yarısı bir ses ya da telefonun ışığı. Ben zamanımı böyle harcamak istemiyorum. Kimsenin bir şey ürettiği yok; kendini, mutluluğunu satmanın derdinde. İyi de neden yahu? Ne anlamsız bir hal bu! ve bizi de ister istemez içine çekiyor. Her şey anlamını yitiriyor. Facebook'a iki yıldır bakmıyorum ben de. Arkadaş sayım bilmem kaç. Bir insanın hayatının her anını paylaşmak istediği bu kadar arkadaşı olur mu? Elbette olmaz. Binlerce arkadaşı olan insan var. Müşterim arkadaşlık yolluyor mesela. Yahu tamam da ben senin benim aile hallerimi görmeni istiyor muyum? İstemiyorum ama hayır diyemiyorum. O zaman ne yapıyorsun. İçeride bir sürü arkadaşın varken sen dışarda oluyorsun 🙂 Benim tercihim bu ya da 🙂 Güzel her şeyi kirletiyor insanlar. Bir şey de diyemiyorsun. Ne diyeceksin? Sen neden bunu paylaşıyorsun diyemezsin. Ama istemesen de enerjini insanların bu saçma halleri emiyor, tüketiyor. Dediğin gibi ne sanal ağlarla oluyor, ne de onlarsız. elimden gelen kendime engel olup, zamanımı daha anlamlı kullanmanın yollarını bulmak. Elimdeki tek hayatı saçma insanların çantalarını sergilemelerini seyrederek ve onlar adına utanarak geçirmek istemiyorum zira 🙂 Benden de sana kocaman kocaman kalpler…

  5. Adsız diyor ki:

    Selam Özlem,

    Ne çok zaman oldu buraya yazmayalı değil mi ? Oysa hem instagramdan hem de buradan sürekli takipteyim. Bu kadar ihmal ettiğim, iki kelime yazmayıp selam vermediğim için çok üzgünüm. Ama işte tam da belirttiğin sebeplerden sık sık ses veremediğimi anlatırsam belki de anlarsın beni. İnatçı bir insanım sanırım, hala akıllı telefon kullanmıyorum. Günün büyük bölümünü de dışarıda geçirmeyi sevince sosyal medyaya ayırdığım zaman otomatik olarak düşüyor. Zaten her gün düzenli baktığım instagram hesapları ve bir kaç blog var sadece, çok da zamanımı almıyor ama yorum yazmaya da pek vakit kalmıyor. Bir de başıma sardığım İspanyolca keyfi/belası var ki zamanımın çoğunu alıyor. Gitgide zorlaşıyor ve çok fazla ödev var. Benim esas motivasyonum artık eski moda olan anı yaşamak durumu sanırım. Nerede ne yapıyorsam ona konsantre olup onun keyfini çıkarmayı seviyorum. Yanımda mutlaka bir kitap, dergi oluyor. Sürekli telefona bakarsam ne bir şeyler okuyacak zamanım kalıyor, ne de etrafın, sokakların, sahilin tadını çıkarabiliyorum. Tabii ki etrafımdakiler tarafından sürekli eleştiriliyorum. Akrabalar ya da kurs arkadaşlarım bile what’s up gruplarına girmem için ısrar halinde, ki en kötüsü de o sanırım. Whatsup tam bir zaman hırsızı. Tabii ki bu konuda herkes ancak kendi doğrusunu bulabilir. Ama bu denli yoğun telefon kullanımı beni rahatsız ediyor doğrusu. Kırk yılda bir buluştuğum insanların bile telefonla meşgul olması sinir bozucu. Yani demem o ki bu devirde sosyal medyadan uzak kalmak zor belki ama imkansız değil.
    Ama bil ki blogunu okumaktan keyif alıyorum çok. Bir kaç gün önce keşke Özlem hep Paris’e gitse hep yazsa dedim kendi kendime. Sanırım ben en çok Paris yazılarını seviyorum, bir de tabii kitap yazılarını ve içini döktüğün bu yazıları.
    Zaman problemine keşke bir çare bulabilsem. Seninkilerin yarısı kadar sorumluluğum yok ama işte gün nasıl bitiyor hiç anlamıyorum. Okunacak kitaplar biriktikçe birikiyor. Sanırım bu devrin problemi bu. Bununla yaşamayı öğrenmek durumumdayız. Ben artık gerçekten zamanımı başkalarından korumaya çalışıyorum en çok, havadan sudan gereksiz sohbetler, sürekli şikayet edenler, TV, alışverişe harcanan zaman hep sinirimi bozuyor ama bu da soyutlanma ve fazlaca yalnız kalma riskini getiriyor biraz da.
    Bir de herkes sadece kendi yaşamından sorumlu diyorsun ya, ben en çok ona özeniyorum yurtdışında.
    Zira hayatım kendimi en yakınlarıma bile savunmakla geçiyor, neden bu kadar okuyorsun, geziyorsun, neden çalışmıyorsun, bıdı bıdı bıdı.
    Fazlaca kafa şişirmediğimi umuyorum, bir kaç ayın acısını çıkardım sanırım. Bir ara Moda’da ya da Remzi’de buluşup uzun uzun konuşuruz belki bunları.

    Sevgiler çok,

    Işın

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sevgili Işın,
      Ne güzel geçiriyorsun zamanını. O yüzden buraya yazmıyorsun diye sitem edemem sana. Ben de aynısını yapmaya çalışıyorum çünkü. Zaman hızla ilerliyor ve ben de lüzumsuz şeylerle vakit harcamak istemiyorum. Sevdiğim şeylerin içinde kaybolmak istiyorum sadece. Sevdiğim ve sohbetinden keyif aldığım insanlarla birlikte olmak, yazmak, okumak ve film seyretmek istiyorum. İş zaten zamanımın çoğunu alıyor. Bir de öylesine stres dolu ki. Bazen kalbimin sıkıştığını, beynimin şiştiğini hissediyorum. O zamanlar sakin ol diyorum kendime. İş bu sadece. Olmuyorsa olmaz. Oluyor elbet her seferinde ama benden çok şey götürerek. Stresi yönetemiyorum dedim geçenlerde Selçuk'a. Gayet sakin kim yönetiyor ki dedi. Haklı aslında. Hayat hepimiz için böyle ilerliyor çünkü toplumumuzda yaşam da iş hayatı da böyle 🙂 Birileri hayatlarını istedikleri gibi yaşamak, çocuklarını özel okula göndermek, istedikleri tatilleri yapabilmek için yalan söylüyor, birilerinin parasını ödemiyor falan filan 🙂 İşten çok bu yoruyor beni. Gardını alarak yaşamaya çalışmak. Diğer taraftan sosyal medya. İçinde olsan bir dert, olmasan bir dert. Yıllardır birbiriyle konuşmayan akrabalar bile bir bakıyorsun senin listende. Neden? Çünkü merak ediyor. Ne yaptığını, nerelere tatile gittiğini, nasıl bir evde oturduğunu bilmek istiyor. Birileri, birilerini gözetlemek istiyor. Herkesin burnu, herkesin hayatında. Oysa ben hiç merak etmiyorum. Bana ne diyorum samimiyetle. Herkes mutlu olduğu şeyi yapsın. ve ben başkalarının yalan dünyası içinde olmayayım. "Hadi ekranlarımızı karartalım!" çünkü kötü bir şey oldu ülkemizde. Ben artık ekranımı karartmak istemiyorum her gün çünkü bu ülkede her gün kötü bir şey oluyor. Coğrafya kaderim bunu kabul ettim. Mecbur olduğum için buradayım. Yoksa çeker giderim. Her gün bu kavgaya tanıklık etmem. Her günümü kara bir sabah olarak yaşamak istemiyorum ben. Mutluluğu, ışığı yakalamak istiyorum her yeni günde. Aynen senin dediğin lüzumsuz sohbetleri dinlemek istemiyorum. "Bilmem kim var ya, karısını aldatmış." Bana ne bundan?
      Kitap okuman bile birilerine dert oluyor. Neden? Çok duyarım ben de. Çocukluğum da bile annem komşulara alim olacak bizim kız derdi hafif sitemle. Kitap paralarına acırdı 🙂 Bir de evde lüzumsuz kalabalık yapardı kitaplarım. Oysa kullanılmayan onca havlu, bez parçası sandıklarda durur, kimseyi rahatsız etmezdi.
      Keşke telefonu hayatımdan çıkarabilsem. Ne güzel olur. Gecenin bir saatinde bile gelen bir beğeni, bir mesaj ekranı aydınlatıyor. Sıkıldım ben de bu mahkumiyetten.
      Buluşalım ya sahiden. Çok güzel olur. Ne zaman dersen 🙂
      Haber bekliyorum senden.
      Sevgiler

    • özlem öztürk diyor ki:

      Vallahi haklısın süper olurdu. Postaneye kadar yürür, belki de sokaklardaki posta kutularından birine bırakırdım mektubunu ama dediğim gibi çok fazla kendimi sevmekle meşguldüm. Affet. Ama yazacağım o mektubu, söz!

  6. Turgay Aksoy diyor ki:

    İnsanların kendilerini onaylatmak ve takdir görmek ihtiyacı var. Bu ihtiyaçlarını da yaptıklarını ve aldıklarını sosyal medyada paylaşarak gidermeye çalışıyorlar galiba. Blogunuzu takibe aldım ben de beklerim. Selamlar.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sosyal medyada hiç tanımadıkları insanlardan onay görmek tuhaf geliyor bana. Hele ki bunun için saçma sapan yollara bürünmek. İnsanlık bu olmasa gerek. 🙂 Bilmiyorum. Ama lüks bir tüketim malzemesinin ardına sığınıp birey olmaya çalışmak, en mutlu aile pozları verip minik prens ve prenseslerini palyaço misali sergilemek tuhaf 🙂 Biraz kızgınım sanırım. Yorum için teşekkürler. Ben de uğrayacağım size.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bu son iki yıldır benim için hayat fazla hızlı geçiyor. O yüzden zamanımı dengelemem lazım. Dikkatimi dağıtan, zamanımı çalan şeyleri hayatımdan çıkarıp/azaltıp yola devam etmeliyim. Öyle karar aldım. Daha mı az okuyorum farkında değilim ama ruh halim karışık. İçimi düzenlemem, toplamam lazım. Orası karışık olunca düzene giremiyorum. 🙂
      Eee, görüşelim artık 🙂

  7. pelinpembesi diyor ki:

    Niye instagramdayım sorunun cevabı benimkiyle aynı. Dediğin gibi bilmem kaç K takipçi insanların seni sırf onu da takip etmen için takibe başlaması sonra da bırakması içler acısı. Bu tür ergen işleri koca koca insanlar yapıyor ya hayretle içindyim . seninkine benzer yazıya ben de başlamıştım, çünkü rahatsızlık duyduğum bazı konular var. haftaya yayınlarım. ne kadar şikayetçi olsakta ne yazık ki bu devran böyle dönüyor. internetim gün içinde yok zaten . blogu okulda yazabileceğim zamanın var. telefonu elinde olanlardan hiç değilim. ama her günde neredeyse instagrama bakıyorum , o da akşamları kahvemi içerken az bir zaman. ilerde ne olur bilmem

    • özlem öztürk diyor ki:

      Telefonu elinde olanlardan olmamak çok güzel bir şey. Bana cep telefonu olayının suyu çoktan gibi geliyor. Her an ulaşılabilir olmak bile tuhaf bir şey. Biri arıyor ve açmazsan hesap soruyor: Aradım ama sana ulaşamadım. ULaşmak zorunda mısın? Telefonumun olması beni her an arayabileceğin anlamına gelmiyor ki zaten! Samimiyetle böyle düşünüyorum ben. Eskiden akşam belli bir saatten sonra aramazdın insanları rahatsızlık vermemek için. Şimdi 7/24 açık dükkanlar gibiyiz. Telefonun ekranı her an parlıyor. Elbette bu düzene uymazsan anti sosyal kabul ediliyorsun. Olsun diyorum ben de. Kendimle vakit geçirmek istiyorum ben. Her an çevrimiçi olmak istemiyorum. Ve dediğim gibi koca koca insanların takipçi avına çıkmaları, ergen dediğimiz çocuklarımızın tavır ve davranışlarını sergilemeleri, onursuzca davranmaları utanç verici. Keşke kendilerine biraz dışardan bakabilseler. Yabancı bloggerlar reklam yapıyor ama en azından profillerinin ve paylaştıkları fotoğraflarının üzerinde "Bu bir reklamdır" anlamına gelen "bilmem ne firmasıyla işbirliği" etiketi var. Bu toplumu, üzgünüm ama bu derece aptal kadınları (evet söyledim nihayet) anlamak istiyorum. Takip ettikleri onca moda bloggerı para verip mi o çantaları alıyor zannediyor?
      Bu ucuzluk canımı sıkıyor ve zamanımı çalıyor. Takipçi sayısı yükselenlerin burunları da aynı orantıda yükseliyor. Bana fazla geliyor bu haller. İyisi mi biraz temizlik sonrası, daha dikkatli hareket ederek sosyal medyada olmak 🙂

  8. Begonvil Sokağı diyor ki:

    Blogda tam bu satırlara benzer bir hasbihal yazmıştım, yazmasam çıldıracaktım durumları. Kendine durup şöyle bir yukarıdan bakabilme/k çok güzel bir şey her zaman yapamıyoruz ama sözünü ettiğiniz girdaba girilirse hiç yapılmaz sanırım çünkü amaç sadece en iyi haliyle profil vermek durumuna gelebilir. Zaman en kıymetli malzeme ve bize verilmiş bir nimet, ben diyorum ki üzerine yazdığımız kağıt gibi. Gereksiz yere nasıl tüketiriz zamanı kurgusu gibi geliyor bazen adına trend dediğimiz sosyal dediğimiz her şey.
    Benim gibi düşüneneler var hissi güzel.
    Çok sevgiler benden.

    • özlem öztürk diyor ki:

      İnsanların çıldırmış olmasına şaşırıyorum sadece. Yakından tanıdığım birçok hayat var. Devamlı birbirleriyle didişirken, sosyal medyada "bebeğim, aşkitom" pozlarını saat saat yayınlamak da ne demek. VE ne yazık ki bizi bunu seyretmeye mecbur etmek. Seyretme opsiyonu elbette var ama bazen zorunluluklar düşünmemizi yapmamıza engel oluyor. Bu tabii işin belki de ufacık bir kısmı. Tuhaf bir şekilde iç dünyamda bu insanlar adına/insanlık adına utanç duyuyorum ben. (sizce normal mi bu hal? yani böyle hissetmem) Nedir yahu? Kendinizi olduğunuzdan farklı göstereceksiniz, üstünde bir dolu filtreyle değiştirdiğiniz fotoğrafınızla en güzel insan evladı rolünü keseceksiniz, en süper anne, en zengin, en bilgili, en çok okuyan… olacaksınız. VE aslında mutsuzsunuz. Birkaç marka çanta kullanan insanın peşinden giden onbinlere ne demeli? Ben bunları gördükçe doğrunun, iyinin, etik olanın kazanacağına olan inancımı yitiriyorum. Bu insanların oylarıyla iyi bile yönetiliyoruz o zaman diyorum. Trump'ı kim seçti diye sormaya gerek kalmıyor 🙂
      İG'de takip ettiğim çok güzel hesaplar var. Bir şehri, bir mahalleyi, demli bir çayı, güzel bir kitabı ya da hislerini paylaşan. Bunları seviyorum ama ötesinde nasıl facebook'u hayatımdan çıkardıysam sanırım IG'yi de iyice azaltarak devam edeceğim yoluma. İyi kalpli, gerçek insanların yeri değil buraları. Öyle düşünüyorum. keşke canımı sıkmasaydı bu insanlar ama sıkıyorlar. Kazağım şuradan, hayatımda kullandığım en güzel ruj saçmalıkları ile dolu her yer 🙂
      Paris'ten geldim ve yine normal bir hayatın nasıl olması gerektiğine tanıklık ettim. Her seferinde aynı duygularla doluyor içim. Kendime çeki düzen vermek istiyorum. Yine o dönemdeyim ve hayatımı farkında olmadan yönlendiğim şekilde değil de, istediğim gibi yaşayacağım 🙂
      ay ne çok başınızı ağrıttım sabah sabah.
      Sevgiler yolluyorum size.

    • Begonvil Sokağı diyor ki:

      Böylesi baş ağrısı başım üstü:) Hani demişsiniz ya bu durumları gözlemlemekten utanıyorum, normal mi? Ben de bazen hemcinslerim adına hatta bazen hop ne oluyor diyerek kendime kızıp utanıyorum. Maddepetestlik mi demeli her ne ise o zaten insanı çürüten bir şey sosyal medya hortlattı bu kötü dürtüyü. Sorgulamak zaferdir, çözümdür diyorum en azından bireysel anlamda. Çok selam.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir