Paris Mon Amour: Paris, Paris…

Bir şehri güzel ya da anlamlı kılan nedir ki?

Bu konuda ne söyleyebilirim ?

Cevap herkese göre farklılıklar gösterir, benim için ise birkaç gün için bile olsa yaşadıklarım çok önemlidir. Baharları severim ben. Ağaçların çiçeğe döndüğü zamanlarla, yapraklarını dökme dönümleri beni mutlu eder. Çimenlere uzanmak, gittiğim uzak diyarların göklerine bakmak isterim. Uzun uzun bakarım. İçimden kendime, ”Unutma, sakın unutma, ipotek koy bu anına” derim. Bir de şaşırırım dünyadaki altı milyar insanın aynı gökyüzünün altında bu kadar ayrı hayatlar yaşamasına.

Bazen olumsuzluklara sinirlenip burada yaşamak istemediğimi söyler dururum. Başka ülkelerde, başka diyarlarda uzun süreli olarak yaşamak nasıldır bilemem tabii ama daha saygılı ve insancıl bir şehri hayal etmem de büyük bir suç olmasa gerek diye düşünürüm.

Kahramanları severim ben.

…ve hep vardır kahramanlarım.

Şehirleri romanlardan tanımayı ne çok severim. Hemingway’in Paris’inde dolaşmak, Fikret Mualla ‘nın ayak izlerini takip etmek, Monet’in tablolarına ilham olan parklarda soluklanmak isterim. Ne çok anı, ne çok sır vardır o sokak aralarında. Geçmişin sesini duyabilmek mümkün olsaydı keşke…

Tabanlarım ağrıyana kadar gezmeliyim.

Zaten kaç günümüz var ki?

Offf sayılı gün sahiden çabuk geçer. Çok gezmeli, çok görmeli…

Benim şehrimi, yol arkadaşım anlamlı kılar. Eğer yolcu mutluysa, içilen kahvenin hatırı kırk yılı çoook ama çoook geçer. Mehmet Yaşin geçenlerde gazetede okuduğum bir yazısında, gittiği yerlerde otellerde televizyonu açıp dilini bilmediği ülkenin programlarını seyre daldığını yazmış ve eklemiş,

”Çünkü odamda bir ses olmasını isterim.” demiş. Ben yalnızlığı sevmeyenlerdenim.

Evet, kendimi eğlendirebilirim tek başıma da ama yalnız gezmek tercihim değildir.

Paris’te Lüksemburg Bahçelerinin karşısındaki cafede, kahvemi Mr.S ile içmek isterim. Paris’i hissetmek isteyenlere Mine G.Kırıkkanat’ın Paris isimli kitabını okumalarını tavsiye ederim. Çoook güzeldir çoook…

Yaşanmışlık vardır kitapta. O kitapta okuduğum Napolyon zamanında yaşamış olan Victor Noir adındaki gazeteciyle ilgili hikaye çok enterasandır bence.

Victor Noir, 1870 yılında Napolyon’un bir akrabasının eşiyle, aşna fişne üstündeyken vurularak öldürülmüş zamanının oldukça yakışıklı gazetecilerinden biridir ve mezarı Paris’in en ünlü, en eski ve en büyük mezarlığının içindedir. Victor Noir’in mezarının üstünde öldüğü anı birebir temsil eden kendi boyutlarında yatık pozisyonda bronzdan bir heykeli var.

Victor Noir ve Pere Lachaise mezarlığında yatan diğer ünlüleri ve hikayelerini Mine Kırıkkanat’ın Paris isimli kitabında okumuştum, o zaman tanışmıştım Pere Lachaise Mezarlığıyla. Beni kitapta çeken şey, kenti yaşamış bir insanın dilinden yazdıklarını okuyabilmek olmuştu. Kitapta yazılan yerlerin birçoğunda daha önce oturmuş, kahvemi yudumlamış ve etrafı seyre dalmıştım ama bir de buraları başka bir insanın gözünden görmek, dinlemek çok keyifli olmuştu. Bir sonraki gidişimde bu sefer Mine Kırıkkkanat‘ın anlattıklarını hatırlamaya çalışarak, başka bir keyifle gezdim favori şehrimi.

Sonra Cüneyt Ayral’ın Paris’ini, Feridun Andaç’ın Paris’ini, Nedim Gürsel’in Paris’ini indirdim sineye. Keşke Paris ile ilgili daha çok anlatı kitapları çıksa da, biz de hepsini keyifle okuyabilsek.

Okuduğum her Paris kitabında yazarlarımız hep ”Herkesin Paris’i başkadır.” der.

Bence de Paris herkes için farklı duygular uyandırabilen bir şehirdir. Ama benim için Paris tükenmeyen, tüketilemeyen, koca meydanlarıyla, anıtlarıyla aşıklar kentidir.

Ben Paris ‘te olmayı düşleyebilmeyi bile severim.

………..ve yeni buluşmamıza az kaldığı, beni yine kollarına alacağı için çok mutluyum.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir