Fransız Güzeli: Annecy

Sabahın erken saatinde yola düşüyoruz.  Yolculuk, Cenevre’nin 30 km güneyinde Annecy isimli bir Fransız şehrine. Daha önce Annecy‘ye gitme düşüncesi aklımıza düştüyse de, hiç bu kadar yakınına gelmemiştik. Hal böyle olunca şimdi bu fırsatı kaçırmama niyetindeyiz; zaten günlerden pazar ve Cenevre’de her yer kapalı.
Annecy, görür görme insanı kendine hayran bıraktıran şehirlerden biri.
Otelimize çok yakın bir mesafede bulunan otobüs garına hafiften serpiştiren yağmurun eşliğinde varıyoruz.  Etraf oldukça sessiz. Bilet gişesine girdiğimizde Annecy‘ye kalkan otobüsü bir dakikalık bir gecikmeyle kaçırdığımızı anlıyoruz. Birbirimize suçlayıcı bakışlar fırlatsak da, şimdi kavga zamanı değil. ?  Bu arada Cenevre’ye kadar gelmişken bir de Annecy’ye gideyim, orayı da göreyim diyenler şuradan otobüs fiyatlarına ve tarifeye bakabilirler. Biz otobüs durağından aldığımız biletlere 3 euro gibi bir ücret ödemiştik. Tek gidiş elbette.?
Sonunda bizi Annecy’ye götürecek otobüse binip şoförün arkasındaki koltuklara yerleşiyoruz. Etrafı izlemek için en uygun koltuklar bunlar. Bizi Cenevre’den Annecy’ye götürecek otobüs 1.5 saat sürüyor ve otobana girmeden yolumuzun üstündeki tüm kasabaların içinden geçerek ilerliyoruz. İsviçre-Fransa sınırını geçtiğimiz noktada sınır polisleri tarafından durdurulup, pasaport kontrolüne tabi tutuluyoruz. Anladığım kadarıyla çok sık yapılan bir kontrol değil, kaldı ki dönüşte sınırdan hiç durmadan geçiyoruz. Bu otobüse binip, 30 km için uzun sayılabilecek bu seyahati yaptığım için çok mutlu oluyorum; başka türlü bu kasabaları görme şansım olmayacaktı.
Tezgahların üzerine sıralanmış peynirler beni benden alıyor. Hepsini çantama atıp getirmek istiyorum.
Etrafa baka baka ulaştığımız Annecy’de otobüsten indiğimizde şehrin kalbini bulmakta hiç zorlanmıyoruz. Havanın birazdan ısınması gerektiğini düşünüyorum. Annecy, bizi sokaklarına kurulmuş pazar yeriyle karşılıyor. Etraf cıvıl cıvıl. Peynir tezgahlarının önünde uzun kuyruklar ve hararetli konuşmalar var. Tadılan, damaklarda keyifle çevrilen peynirler paketlenip çantalara atılıyor. Kalabalığın bizi taşıdığı yere doğru ilerliyoruz. Elimizde bir harita yok ama zaten haritaya ihtiyaç da yok. İçimdeki pazar alışverişi yapmak isteyen sese kulak vermek istemiyorum; domateslerin, peynirlerin, mini havuçların ve benim pek sevdiğim incecik börülcelerin yanından acılı gözlerle geçiyorum.
Islak Annecy sokakları…
Kalabalığın içinden sıyrılarak taşlarla döşeli yoldan yukarı doğru ilerliyoruz. Bizi yukarıda geniş bir meydan ile büyük bir kilise bekliyor. Saint-Maurice Kilisesi kapalı olduğu için içeri giremiyoruz. Bir müddet buranın keyfini çıkarıp, tekrar aşağı inip kalabalığın arasına karışmaya karar veriyoruz. Bu kısa yol üzerinde birkaç otele ve odalarını kiralayan evlere rastlıyoruz.
Kanalların üstünde kurulu tezgahlarında ürünlerini satmaya gelmiş köylüleri seyretmek çok keyifli ama burnumuza gelen mis gibi kokular ve cıvıl cıvıl tezgahlar bize yemek molası için uygun zamanın geldiğini hatırlatıyor. Kanalların arasında yaptığımız kısa yürüyüş sonrasında yemeğimizi hem nerede yiyeceğimize karar veriyoruz, hem de tok karınla peynir alışverişi yapmanın daha akıllıca olacağına. Paylaşmak niyetiyle bir pizza ve ne olduğunu bilmesem de harika bir sosla güveçte yapılmış bir patateste karar kılıyoruz. Tadına baktığımızda doğru kararlar verdiğimizi anlıyor ve her şeyi keyifle midemize indiriyoruz. Üstüne içilen kahveler de yediklerimize cila oluyor.
Dışarı çıktığımızda pazar tezgahlarının toplandığını görüyoruz. Sokaklar tertemiz, neredeyse hayal gördüğümüzü düşüneceğiz. Karnımız tok olduğundan alamadığımız peynirlerin ardından, “Neyse, kısmet değilmiş” cümlelerini yuvarlayarak pek üstünde durmuyoruz. Daha sonra Cenevre’ye döndüğümüzde eve getirmek üzere aldığımız peynirlere verdiğimiz para, yaptığımız hatayı daha iyi anlamamıza sebep oluyor.
Annecy, pos vermeyi seven fotojenik bir kadın gibi, çok güzel.

 

Kanallar arasında dolaşıp, Palais de I’Isle etrafında fotoğraf çekiyoruz. 12.yy’da başka şehirlerden gelen önemli ziyaretçileri ve kontları ağırlayan etrafı sularla çevrili, taştan yapılmış bu bina daha sonraki yüzyıllarda hapishane olarak kullanılmış.
Saatler hızla ilerliyor. Sabahki serin hava güneşin de etkisiyle öğleden sonra içimizi ısıtmaya başladı. Annecy Gölü etrafında dolaşmanın, Fransız Alplerinin sarmaladığı ılık ve sisli havada göl kenarındaki bankların üstünde oturup keyfe dalmanın vakti…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Fransız Güzeli: Annecy” yazısında 3 düşünce

  1. Adsız diyor ki:

    Özleeeem Annecy'e gittiğini gördüğümde ilk evde kendi çapımda ufak bir çığlık attım ben biliyor musun?:) Hani sana ne oluyor kızım desen yeridir de, bu ufak ve şirin kasaba o kadar çok görmek istediğim yerlerden biri ki bir arkadaşımın gitmiş olması bile büyük heyecan benim için:) Sen tahmin edersin zaten o pazarın içinde nasıl kaybolmak isteyeceğimi:) Ve insana hapse düşmeyi istetecek kadar olağanüstü güzellikteki hapishane binası… Yİne de allah düşürmesin tabi:) 31. yaşım için dilediğim şeyler arasında duyduğunda seni de çok heyecanlandıracağını düşündüğüm bir şey var ki bu sene en çok gerçekleştirmek istediğim şeylerden biri ama buraya yazmıcam. en kısa zamanda yüzyüze gelelim, tatlı tatlı sohbetini edelim:) öptüm seni çok…

    zero(nedense blogger ismimle yorum bırakmama bir türlü müsade etmedi, anonim girdim ben de)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir