Cenevre: Saatlerin Şehrine Yolculuk

Kış geldi galiba. İnsan oturduğu yerde daha fazla üşüyor. Evde olup, insanı sıcacık tutan bir battaniyeyle bütünleşip, cama vuran yağmura dalıp gitmek var; ama ne mümkün. Yerinde duramayan, oradan oraya koşuşturmaktan keyif alan bir doğam var. Kışın soğuk bir zamanında seyahat etmenin tek güzel yani terk ettiğin yerde de kışın hüküm sürdüğünü bilmek bence. 
 
 
Cenevre’ye bizi soğuk bir havanın beklediğini bilerek geldik. İşin tek teselli edici yanı, İstanbul’da  da aynı kış hükmünü sürüyor.

 

 

Kış gezmelerini pek sevmem aslında. Benim için gezmelerin mevsimi  baharlardır. Soğukta gezmek zordur. Biraz dolaşır, ardından hemen kendini sıcak bir şey içmek için bir kafeye atmak istersin. Kahve molalarının kötü bir yanı olmasa da, insan belki de bir daha bulunamayacağı o yabancı şehri tanımak, karış karış gezmek ister. Cenevre’ye ayak bastığımız ilk gün hafiften esen rüzgârın yanında güneş de ara ara kendini gösteriyordu. İçimde bu şehre ilk kez gelmiş olmanın verdiği kaşif ruhu. Soğuğa bana mısın demedim yani. Hafif tatil ilkesiyle sahip olduğumuz tek bavulu odaya fırlatıp montları üstümüze çektiğimiz gibi kendimizi sokaklara attık.
Yeni bir yerde olmanın karşı konulmaz heyecanının yerini, yürüdükçe suratımıza sertçe vuran rüzgârla beraber yağmur aldı. Çantamdan beremi çıkartıp kafama taktıktan hemen sonra sevgili kocanın gözlerinde beliren ve ona da bir bere vermemi umut eden duygu yüklü bakışın yerini, hemencecik hayal kırıklığına uğrayan yüz ifadesi aldı. Hayal kırıklığına uğramak ne kolaymış meğer diye düşündüm. Elbette kendini suçlamadım. 20 senedir soğuk havalarda bere takılması gerekliliğiyle ilgili ısrarıma hep karşı çıkıp, sonunda sinüzit ile kardeş olan koca, yine de bere takmamaktaki ısrarını sürdürüyordu.
“Aman Allahım!” dedim içimden, yoksa şu an bir beresi olmasını mı istiyordu.
– Bana bere almadın mı yoksa ?!!!??xhöxxx!!!!  sorusuna,
– Hayır, aldığım bereleri hiç takmadın ki bugüne kadar, cevabını verdim.
Zafer ânım nedense pek keyifli gelmedi bana, oysa yıllardır bu ânı bekliyordum.
Soğuğa karşı göğsümüzü gere gere, kocaman Leman Gölü kıyısından ilerleyerek otelin ters tarafına, lüks mağazaların, kafelerin, restoranların olduğu bölgeye ulaştık. Karşımıza çıkan ilk Zara mağazasında, hadi sana bir bere alalım önerim, ikilettirilmedi ve sevgili kocanın da kafasını sıcacık tutacak bereyi edinmiş olduk. Bu karar, çok yerinde verilmiş bir karardı. İlk günden sonraki günler, soğuklar daha da şiddetlendi.

 

Cenevre’nin merkezi çok büyük değil. Etrafta umarsızca gezinmek mümkün. Cenevre’de hemen hemen herkes Fransızca konuşuyor. Şehir Fransa ile sınır komşusu. Binalar Fransız binalarıyla aynı mimaride. Daha geniş caddeler ve sokaklar olsa, Paris’te olduğunuzu düşünebilirsiniz. Şehrin ağırbaşlı bir havası var, yaşını başını almış, görmüş geçirmiş aristokrat bir kadın gibi, nerede durması gerektiğini biliyor.

Leman Gölü Avrupa’nın en büyük göllerinden; tıpkı bir iç deniz gibi.

Göl, yanılmıyorsam Avrupa’nın en büyük göllerinden. Zaten bir gölden daha çok, iç deniz gibi. O kadar büyük yani. Ertesi gün yaptığımız tren gezisinde, gölün bir türlü bitmemesi karşısında oldukça hayrete düşüyorum. Etraf yemyeşil, göl masmavi ve tertemiz, bulutlar birbirinin üstüne yığılmış. Ne kadar gezmek ve gittiğim yerleri tanımak, yemek, içmek, keyfe dalmak, kalemimle kağıdımla olmadık yerlerde buluşmak ve hayallere dalmak benim için bir gezinin esas amacı olsa da, Louboutin mağazasının önünde hayran bakışlarımla dakikalarımı geçiriyorum. Şehirde her şey ahenk içinde. Burası ”Saatlerin Şehri”

 

Tanıdığım tanımadığım bir dolu saat mağazası var: Tag Heuer, Pierre Balmain, Omega, Patek Philippe, Vacheron Constantin…
Benim Swatch’ım pek bir çaresiz, pek bir gariban kalmış yanlarında.

 

Saat markalarını temsil eden yüzler vitrinlerde kocaman afişlerle boy gösteriyorlar. Koca kişisi saatleri seyrediyor, seyrediyor, seyrediyor. Beğendiği saatte ucuz değil ki kredi kartını uzatıp alayım.
Yemeğimizi büyük bir mağazanın her türlü yemeğin sunulduğu yemek katında yiyoruz. İçerisi çok kalabalık, kendimi ortaokul yıllarındaki yemekhanede gibi hissediyorum. Çin yemeklerinde aklım kalıyor ama gözüm o uzun kuyruğa girmeyi yemiyor.
Yağmurlu, o ilk günde Cenevre sokaklarında turluyoruz. Hastalıktı, yorgunluktu derken bu tatili hakettiğimizi düşünüyoruz. Gezmek için geçerli sebepleri bulmak huyumdur zaten. Bir sonraki gün önce Montreux‘ye gideceğiz. Oradan da bineceğimiz panaromik trenle dağlara çevireceğiz yönümüzü.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Cenevre: Saatlerin Şehrine Yolculuk” yazısında 4 düşünce

  1. laleninbahcesi diyor ki:

    ben çok küçükken dedem bana İsviçre'den saat getirmişti. Ama çocuğum siyah kayışlı minik saattense annemin pırıl pırıl saatinde kalmıştı gözüm.
    Ah o trende ben de olaydım, yüzümü dağlara çevireydim:)

  2. macerakitabim diyor ki:

    FKH,
    Sırada gezilmiş ve anlatılmayı bekleyen bir Montreux, bir Chateau d'oex var. Sonra enterasan-sanırım bir doktora gözükmem görünüyor- yoruldum birazcık. Evin diğer kişisi çook geziyor. Şubat'a kadar kendimi nadasa bırakacağım. Belki önceki yemekleri ısıtıp, satmaya çalışırım:))))
    Sizden de lensten beri ses gelmiyooo:)

  3. FKH diyor ki:

    harika.. harika.. harika..

    görmek için can attığım yerlerin başında geliyor burası. saatlerin içinde kaybolmak istiyorum. soğukta olsa güzel bir gezi olmuş 🙂 bereler filan :p

    bakalım sırada ne var. merakla bekliyorum..

    iyi yolculuklar..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir