Hamleys… 250 yıllık bir oyuncakçı yolunda ilerliyoruz.
Londra sokaklarında Oxford ve Regent caddelerinde yürümek çok keyifli. Yanyana sıralanmış bildiğimiz, bilmediğimiz bir dolu dükkanın önünden geçiyoruz, olimpiyat ruhuyla dolup taşmış insan seli içerisinde kendimize yol bulmaya çalışıyoruz. Sokaklar kalabalık mı kalabalık, gökyüzü apaydınlık. Bu şehre daha önce gelmememin sebebini bilsem de, sırf vize eziyetine inat şehre haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Geldikten sonra da uzun yıllarını Londra’da geçirmiş olan arkadaşlarıma beş gün boyunca bizi terleten havadan biraz sıkıntıyla bahsedince şaşırmış gözlerle yüzüme bakıyorlar. Üst üste on kez daha bu şehre ayak bassam, Londra’nın güneşli hava açısından bize yaptığı kıyağı bir daha bulamayacağımı söylüyorlar.
Haklı olabilirler mi acaba? İnsan mutlu olmayı bilmeyen bir canlı mı yoksa?
Londra’da geliş sebeplerimizden birini daha gerçekleştirmiş olmaktan gurur duyuyoruz. Tatilimiz planlanmaya başlandığı günden beri çocuk keyfi tadında ilerleyip duruyor. Gezinin sonunda yanımızdaki küçük adamı çok mutlu edebilmenin gururu biz ebeveynlerin yüzünden açıkça okunuyor.
Şehre ayak bastığımız andan başlayarak Harry Potter stüdyolarına ne zaman gideceğimizi sorup duruyor. Allah’tan geldiğimizin hemen 2. sabahına biletlerimizi almışız. Yoksa oğlanın sabrının beklemeye yetmeyeceği çok aşikar!
Şimdi oyuncakçı peşinde olan çocuğu olanlara ve içindeki çocuk hâlâ yaşayanlara Hamley’s geliyor.
Hadi bakalım:)
Özlem'cim gezi notlarını kitaba dönüştürsen ne güzel olurdu. Var mı böyle bir fikrin.
İyi bayarmlar bu arada canım, sevgiler kocamannn:))