Böyle olur Balkanlar’ın düğünü!

 

Sabahın erken
saatinde yola düşüşümüzün sebebi bir Balkan düğününe konuk olmak. Kosova’nın bu
küçük şehrine, Prizren’e daha önce yolumuzun birkaç defa düşmüşlüğü, hatta
başka bir arkadaş düğününe katılmışlığımız da anılarımız arasında kilitli
kalmış. İnsan hayatına kimlerin geleceğini, ummadığın bilinmez günlerin nelere
gebe olacağını bilemiyor. Bazen yolunuzun bir şekilde çakıştığı insanlara
kendinizi anlatma telaşı içindeyken, bir bakıyorsunuz ki yakın dost olmuşsunuz;
hem de aranızda daha önce hiç karşılaşmadığınız onca farklılıklar varken!
 
 
 
Prizren, –şimdi
orada yaşayan dostlarım kızmasın bana- daha önce de Anadolu’nun dolaşma fırsatı
bulduğum kasabalarını hatırlatmıştı bana. Şimdi de o daracık sokakların
arasında ilerliyoruz. Yollar akşam yağmış yağmurun etkisinden olsa gerek ıslak.
Karman çorman bir yapılaşmanın izleri gözün gördüğü her yerde ortada öylece
duruyor. Havada pervasızca tüm şehri gezen elektrik kabloları insanın içinde
onları toparlama isteği uyandırıyor. Sonra kabloların akıbetinin konusu açıldığında, bu konunun sadece bizim ilgimizi çekmediğini öğreniyorum. Avrupa’dan yolu bu şehre düşen gezginlerin gözlerini kocaman açarak elektrik
tellerinin fotoğrafını çekip, anı niyetine ülkelerine götürdüğünü duyuyorum.
Gülerek anlatıyorlar olup biteni. Prizren halkının tanımayı başardığım küçük
kısmı yüzleri daima gülen insanlar. Ayrı bir başlık altında anlatılması gereken yegane
özellikleri ise konuk severlikleri.
 
İnsan karşılaştığı ilgiyi gördüğü zaman ”İyi ki buraya gelmişim.” diyor. Bizim de başımıza gelen bundan ibaret. Havaalanının kapısından çıktığımız andan geri dönüş yoluna kadar tarifi imkansız bir ilgi ve hizmet ile karşılaşıyoruz. 
 
Şaka değil söylediklerim! Prizren’in küçük meydanına bakan kafelerden birinde sabahın erken bir saatinde kahvaltı ediyoruz. Hava serin, incecik montuma sarınıp şehre gelmiş sonbahar havasının tadını çıkarıyorum. Üşütmeyen ama sarmalayan bu serinliğin içinde sıcak bir kahve yudumlamak gibisi yok. Kahvenin öncesinde sonbaharın ilk sebze çorbasını içiyorum. Sıcak, renkli ve lezzetli bir sıcaklık ve havanın hafif kibirli tadına yakışıyor. Oturduğumuz Ego Kafe’nin tam karşısında Hemingway Kafe var. Bu şehrin dışında bir de Karadağ’da Budva’da başka bir Hemingway Kafe’de oturduğum ister istemez aklıma geliyor. 
 
Bu sefer Prizren’e çok hazırlıklı geliyorum. İki gecelik kısa bir seyahat için, iki kocaman bavul var yanımda. Akşam yemeği için ayrı bir kıyafet, kız alırken giymek için ayrı bir mintan, gece seyircisi olacağımız düğüne ayrı bir kıyafet! Kendi nikahıma böyle hazırlanmamıştım işin aslı! Koca kişisi damatlığından sonraki ikinci takım elbisesini alıyor. Maaile hazırız düğüne:)
Balkan düğünü nasıl olacakmış göreceğiz bakalım. Gelin kadar telaşlıyız biz de. Kuaför, kıyafet derken uzun sürecek güne ve geceye hazırız. 
 
Ben kendi süsümle ilgilenirken evin bahçesinde davulla, zurnayla yapılan damadın traşını kaçırıyorum. Gelinin şimdilik adı, sanı yok ortalıkta. O kendi evinde hazırlıklarını tamamlıyor. Aslına bakılacak olursa, gelin alma işinde olayın kahramanı damat… Erkek evinde bir telaş var ki görülmeye değer…
Eğlence öğleden hemen sonra başlıyor. Evin bahçesinde kadınlar çalgıcılar eşliğinde halaya başlıyorlar hemen. Kız alacaklar ya, havalarından geçilmiyor. Müzik yaşadıkları sokağın tüm evlerinin içine izinsizce giriyor.
Damadın babası kapının önünde sigaraların birini söndürüp diğerini yakıyor. Evde kendini telaşın ve stresin kollarına bırakmış yegâne kişi o! Yavaş bir tempoyla ilerleyen halayın içinde biz de yerimizi alıyoruz. Damadın yakın çevresi yöreye özgü beyaz bir şalvar giymiş, düğün için farklı bir kıyafete bürünecekler. Vakit yavaş yavaş yaklaşıyor. Büyük bir kalabalıkla üç ev ötedeki gelinin evine doğru yürüyoruz. Ne yaptığını bilen kadınların yanında yürüyorum, gelinin evine gelindiğinde aşağıda beklemek üzere duraklarken, erkekler kenarda beklemeyip eve çıkmamı söylüyorlar. İşte bu bilmediğim bir adet! erkekler gelinin evine çıkmıyor, hemen evin karşısında bir komşunun evinde konuk ediliyorlar. Gelinin evine girdiğimizde yine evin içinde hiç erkek olmadığını görüyorum. Evin kadın ahalisi ile tek tek selamlaşıp sıralanmış koltuklardan birine çöküyorum ben de. Sırtını dimdik tutan gelin, bakışlarını yere indirmiş öylece duruyor.
Birazdan çalgıcılar evin içine davet ediliyor. Gelini ağlatmak için erkek tarafı türküler söylüyor. Hem ağlayan, hem giden gelin burada da makbul anlaşılan. Yine de tanıdığım Benek’in gözünden dökülen yaşlar içime oturuyor. Anında saf değiştiriyorum, erkek tarafını terkettim gitti.
İçecekler ikram ediliyor. Herkes tepsiden aldığı içeceğe karşılık tepsiye para bırakıyor. Böylece muhtemelen gelinin evinde ‘cimri’ ya da ‘beleşçi’ olarak damgalanmış bulunuyorum.:)
Kapıdan çıkarken gelinin evinden bir erkek, kızı damadın babasına teslim ediyor.
…sonunda damadın babasını yüzünde güller açarken gördüğüm an bu an!
Gelini aldığımız an bu an, hemen arabalara doluşuyoruz ve Prizren sokaklarında tur atmaya başlıyoruz. Sokaklara çıkan tanıdıkların hepsi aynı sevinçle konvoydan yayılan bağırışlara eşlik ediyor, bağırıyor, el sallıyor. Peki burada bir parantez açıyorum. Aynı şey İstanbul’da yapıldığı zaman hoşuma gitmeyen ve rahatsızlık veren bu karmaşanın tadını çıkarıyor. Balkanlar’ın Anadolu etkisi taşıyan şehirlerinde bu mutluluk havası daha içten geliyor. Sebebi bu!

Gelinin kendi evinden çıkarken arkasından atılan bereket paralarından bir tane alıyorum. Misafir olmanın avantajlarından biri de bu olsa gerek. Gerçi düğünün ertesi sabahında kendime aldığım anı parası geline teslim ediliyor.
Atılan uzun turdan sonra tekrar başladığımız noktaya damadın evine gidiyoruz. Gelin yine şarkılarla, türkülerle arabadan indiriliyor. Damat evin balkonuna çıkıp, gelin eve bereket getirsin diye başından aşağı pirinç tanelerini boşaltıyor. Yüzünde kocaman, hain bir gülümseme var:)
Valon pirinçleri balkondan aşağı boca ederken!
Kapının eşiğine gelen gelini şimdi de başka gelenekler bekliyor. Adet olduğu üzere, kızın evinden bu an’a kadar hiç konuşmadan gelen bir kız tarafından taşınan Kuran, gelinin çok konuşmayan, üzmeyen bir gelin olmasını diliyor. Bir tasın içinde getirilen bala elini batıran gelin, kapının eşiğini bala buluyor. Gelinin suskunluğunun yanına konuştuğu takdirde tatlı dilli olması da eklenmiş oluyor böylece…
Şimdilik burada işimiz bitmiş oluyor. Artık biraz dinlenme vakti geldi.
Düğün mü? Hiç oturmadan saatlerce halay çekmek, sabahın dördüne kadar eğlenmek demek!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Böyle olur Balkanlar’ın düğünü!” yazısında 6 düşünce

  1. AtilaCavus diyor ki:

    valla ben 3 gelinlik ile arttırma açıyorum.. nasılsa gelin kumaşı bedava dik dikebildiğin kadar..
    Muazzam bir düğünü birlikte yaşadık.. bizi de misafir ettiğin gezine ŞÜKRAAAAAAAN

  2. Özlem Öztürk diyor ki:

    Hahaha:) Geldiklerinde seni bir tanıştırayım:) Gelin çok tatlı ama asıl damat bomba:) Gelin düğün gecesinin bir bölümünü bu gelinlikle tamamladıktan sonra, ikinci yarıya başka bir gelinlikle devam etti. Her genç kızın rüyası yani. Anlatmayı atladığım bir ley vardı ki sonradan aklıma geldi.:) Bir de gelinin ayakkabısına saklanan para var. Gelin damadın evine geldikten sonra, evden iki çocuk gelinin ayakkabılarını çıkarıp, içindeki parayı alıyorlar. Kuzey para aşkına Benek'in ayakkabısına saklanan parayı aldı, bizim oğlana para yetmeyince yeni bir adet eklediler adetlerine:)
    Bir de damat ayakkabısı çıkardık:))))
    Bundan sonra bir de damadın ayakkabısına para eklerler:))))
    Öpüyorum seni

  3. laleninbahcesi diyor ki:

    Özlem ben senin yazılarını her seferinde daha içim bir hoş olarak okuyorum. Bir Balkan hikayesi yazdın sen farkındamısın.

    Gelinin gelinliğine bayıldım ve adetler ne kadar Orta Anadolu adetlerine benziyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir