Filmekimine hızlı bir girişin ardından…

Geçen sene bir türlü gitmenin kısmet olmadığı Filmekimi’nin ardından, bu sene de öyle gözü yaşlı bakmak istemedim ardından. Bir gün olsa gitmeye çaba göstermek üzere kendime söz vermiştim. Sonbaharın en güzel anlarından birinde yakaladım Filmekimini’nin saçlarından…
Sabah Üsküdar’da kardeşimle buluşuyoruz. Yıldız Büfe’nin önünde beni bekliyor; erken kalktığı için ben daha gelmeden o kahvaltısını gözüne kestirdiği kepekli sandviçlerden biriyle yapmış bile!
– İlaç gibi geldi bu sandviç bana, diyor.
Eee, gelir tabii. Açmışsın bağrını denize doğru, atmışsın üstündeki sorumlulukların hepsini mavi suyun içine. Daha ne olsun? İstanbul’un bitmek telaşı içinde ”kaçırılmış” bir anı yaşamaya karar vermişiz beraber.
Önce tekneyle Kabataş’a atıyoruz kendimizi, sonra finikülerle Taksim Meydanındayız.
Biletlerimizi edindikten sonra şimdi kahvaltı ve kahve keyfi zamanı… İstiklâl Caddesi daha yeni başlayan güne uyanmamış; esnaf dükkanlarını açmanın telaşında. Mağazaların önünde duran arabalar bir şeyler indirip, hazırlık yapıyorlar. Etraf yine de kalabalık. İstanbul’un bu kendine has caddesini ne çok seviyorum; yakın zamana değil ama, koca kişisiyle ilk tanıştığımız yıllara denk düşen çok anım var aklımda. Zaman ilerledikçe buraya gelme sıklığım düşmüş, geldiğimde uğradığımız mekanlar, çayımı yudumladığım kafeler bir bir değişmiş. Aradan geçen bu kadar zamanda öğrenci harçlıklarıyla oturup saatlerce sohbet ettiğimiz McDonalds tabii ki atık uğramadığımız bir yer. Yine de, anısı var demeden geçemeyeceğim.
Emek Sineması yok artık mesela! Öyle boynu bükük duruyor!
Anılarımı bir köşede bırakıp, kardeşimle beraber yaşayacağımız güne dönüyorum yine; umarım seçtiğim filmlerden sıkılmaz diye içimden geçiriyorum. Doğumdan sonra kalan kiloları verme çalışmaları içinde pek fazla yemek yememeye çalıştığı için film aralarında lezzetçe bol, kalorice az yemekler yemek kararındayız.
Cafe Nero ilk filmimizi seyretmeye başlamadan önce ilk durağımız. Kararlı bir şekilde denize karşı yaptığı kahvaltıdan sonra ona sadece sütlü bir kahve, ablaya da küçük bir sandviçle çay alınıyor. Filme kadar oturup konuşup, Beyoğlu’nun kalabalık insan trafiğinin içinden gelip geçenlere bakıp, insanların üzerinden elbise seçiyoruz. biraz ileride bana göz kırpıp duran YKY’nin gülümseyen bakışlarına daha fazla karşı koyamıyorum.
– Hadi diyorum, biraz da kitapçıya bakalım, hemen filme gideriz sonra.
İlk filmimiz için beyaz perdenin karşısındayız işte! ”Düşler Diyarı”
Filmimiz başladığında ince alt yazının unutulmuş olduğunu anlıyoruz. İnsanlar alkışlamaya başlıyorlar. Aradan beş dakika geçiyor, anlaşılan olan bitenin farında olan kimse yok. Film biraz ilerleyince anlıyoruz ki, takılan film de yanlış!
Kardeşimin ilk Filmekimi için hayli egzantirik bir başlangıç aslında, onun adına seviniyorum. İlk filminde aykırı bir halle karşılaşıyor. Işıklar yanıyor ve filmi beklemeye başlıyoruz.
Sonunda Düşler Diyarı gözümüzün önünden akıp gitmeye başlıyor. New Orleans’ın kıyılarında ”Leğen” adlı bir toplulukta yaşayan Hushpupy isimli altı yaşındaki bir kızın masalsı hikâyesi… Dünyanın sonuna doğru ilerleyen bir yolculuk. Filmden aradığımı bulmuş biri olarak yüzüm gülerek çıkıyorum. Şimdi ne yiyeceğiz sorusuyla karşı karşıyayız. Diğer filme yetişmek için çok fazla zamanımız yok. Zencefil’e gitmeye karar veriyoruz. Lezzeti kararında iki harika kiş, yanına da iki çay alıyoruz. Yemek de, çay da harika geliyor. Bir yanımız hafif hafif esen rüzgâr, diğer yanımız akıp giden filmlerle, mis gibi yemekler…
Beyoğlu’nun kendine has duruşuna kitapçılar, sokaklara taşan etnik müzikler, pasajların içinde rastgele karşınıza çıkan takı dükkanları ne çok yakışıyor. Yaşamlarımızda değişen pek çok şey olmasına rağmen, buraya yolum her düştüğünde değişen çok şey olmasına rağmen hem geçmişe dair bir şeyler yakalıyorum, hem de yeni bir dolu güzel şeyle karşılaşıyorum.
Sahaf Festivali biraz ötemde tezgahlarını açmış, bekliyor ama bizim yolumuz bu sıkışlık içinde oraya kadar uzanamıyor. Belki başka bir sefere, belki de başka bir sene!
Koşa koşa ikinci filmimize gidiyorum. Abbas Kiarostami filmi var sırada. ”Sevmek Gibi”
New Orleans’ın ütopik kıyılarından çıkıp bu sefer Tokyo’ya; eskort bir kız, emekli bir profesör ve kızın maço erkek arkasının birbirine girmiş hayatlarının içine doğru hızlı ilerliyoruz. Filmin çarpıcı son sahnesiyle beraber günün ikinci filmini de bitirmiş olmanın iç huzuruyla sinema salonundan ayrılıyoruz.
Artık keyif zamanı. Hacı Muhittin’in kapısından hızla içeri girip iki tane mis gibi kahve söylüyoruz.
Öyle güzel bir gün yaşıyorum ki. Abla olmanın zaman zaman zorlayıcı yanları olsa da, peşinde dolaştıracağın bir kardeşinin olmasının lezzeti de bambaşka. Sırf böyle anların hatırına bazen oğlanın bir kardeşi olmamasına üzülmüyor değilim hani!
Kahveler mis mis… Dedikodu da yanında bonusu…
Günün son filmine doğru tekrar sinema salonundayız. ”Havana’da 7 Gün” geçireceğiz. Birbirinden farklı yedi hikâyenin içinde kaybolup gidiyoruz. Şehirlerin kendine has yanlarının içinde geçen her öyküden büyülendiğim için bu filmde benim için keyifle geçiyor.
Şimdi mi? Eve dönüş yolu tabii ki…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Filmekimine hızlı bir girişin ardından…” yazısında 3 düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir