Proust Anketi ve cevaplarım

Kuzey’in yatağının karşısındaki devasa dolabı sonunda odasından çıkardık. Daha önceki evimizdeki odaya göre yapılmış gömme bir dolaptı. Yeni evimize taşınırken aceleyle buradaki odasına monte edildi. Bu odaya hiç yakışmasa da onca işin arasında ve tabii ki para harcamak istemediğimizden buraya da çok yakıştığına ikna ettik kendimizi. “Aman canım, zaten bir yatmadan yatmaya gidiyor odasına!” falan derken, sonunda Kuzey odasından hiç memnun olmadığını ve adam gibi bir genç odası istediğini beyan etti.

Biraz ertelediysek de çok kararlı olduğunu görünce razı olduk, ilk iş olarak daha geniş bir yatak aldık. Yatağın gelmesine çok az bir zaman kaldığı için de dolabı odadan çıkardık. Uzun lafın kısası dolabı boşaltmak zorunda kaldık. ? Aman Allahım dediğim kısım elbette bundan sonra başladı. (Okurken yoruldum vallahi dolap hikayesinden)

Görsel: BURADAN
Görsel: BURADAN
Çok sevdiğim Artful Living sitesi de düzenli Proust Anketi yayınlıyor. Merak edenler BU LİNKE tıklayabilir.

Proust Anketi çıkacak bir yerlerden…

Dolabın içine yıllar içinde yığdığım şeyleri görünce hemen İkea’ya gittim. Birkaç plastik kutu aldım. Kuzey’in ana okulundan başlayan defterleri (ah çok sevimliler, Kuzey’le birlikte onlara bakmak süper eğlenceliydi), atılmaya kıyılamayan İngilizce kitaplar (ne para verdik onlara), bebeklik kıyafetleri, oyuncaklar, niyeyse bir köşeye konmuş bir sürü ıvır zıvır… Ve samimiyetle söylüyorum ki atmasını bilen bir insanımdır. Yani bizim evdeki durum buysa saklamayı seven insanların evinin durumunu düşünmek istemiyorum bile. O defterlerin arasından bir de bana ait eski bir ajanda çıktı. Üstünde beyaz bir Unikorn olan mavi bir kapla kaplamışım defteri. Görünce çok şaşırdım. Kendi ilk okul yıllarım, birbirimize zorla yazdırdığımız anı defterleri, anketler falan…

Eminim hepiniz hatırlıyorsunuzdur o yılları. Sonra aklıma ne zamandır yapmak istediğim Proust anketi geldi. O eski defteri bu anketi yapmak için önüme çıkmış bir şans olarak gördüm. Zamanının geldiğini fark ettim. Bir de size söylemeden geçemeyeceğim. Hani Paris’e her gittiğimde uğradığım Shakespeare and Co. Kitabevinin kafesi var ya, orada tepsi altlığı olarak Proust Anketi ni kullanıyorlar.

Görsel: BURADAN
Görsel: BURADAN

Anket soruları ve cevapları aşağıda. Muhtemelen kısa cevaplar vermem gerekiyordu ama susmasını bilmiyorum ne yazık ki.?  Beni de böyle sevin lütfen!

Proust Anketi (Proust Questionnaire)

1- Mükemmel mutluluk sizce nedir?

“Mükemmel mutluluk” diye bir şeye keşke inanabilseydim. Ama nerde? Yıllar içinde böyle kesintisiz bir mutluluk olamayacağını daha iyi anladım. Mutluluk dediğin şey bir anda saklı. Belki çocuğunu kucağına verdikleri ilk anda, oğlunun ensesinden aldığın kokulu bir öpücükte, bir bakışta, bir gülüşte… Şimdilerde bu anları toplamakla meşgulüm. Az biraz mutluluğun kıyısında dolaşabilmek için de üç maymunu oynuyorum. ?

2- En büyük korkunuz nedir?

Sevdiklerimi kaybetmek ve hayal ettiğim şeyleri yapamadan bu dünyadan göçüp gitmek. Her ne kadar kendime çaktırmasam da yaşlanmak da ürkütüyor beni. Ölmeye giden yolun zamandan geçtiğini bildiğimden olsa gerek zamanı yavaşlatmaya çalşıyorum. Elbette nafile bir çaba bu.

3- En beğenmediğiniz özelliğiniz hangisi?

Öfkem. Kendimi terbiye etmek için elimden gelen çabayı sarf ediyorum. Takmamayı, boş vermeyi ve umursamamayı öğreniyorum gün be gün.

4- Başka insanlarda en beğenmediğiniz özellik hangisi?

Kibir ve kendilerini olmadıkları biri gibi göstermeleri. Ay, ne çok var etrafımızda bu tiplerden.

5- Şu an hayatta olan ve en çok hayranlık duyduğunuz kişi kim?

Bu soruya genç nesilden biri ile cevap vereceğim: Emma Watson. Ne hoş genç bir kadın olduğunu gün be gün gördüğüm Emma Watson’un tüm dünya kadınları ve eşitlik için yaptıklarını görünce içim ferahlıyor.

6- En büyük müsrifliğiniz nedir?

Durmadan kitap alıyorum. Sonra da aldığım kitapları okuyamıyorum. Hem okuyamadığım kitaplar her gün biraz daha arttığı için moralim bozuluyor, hem de evin her köşesi kitapla doluyor.

7- Şu anki ruh haliniz nedir?

Eh işte. Karışık biraz. Bir tavana vuruyorum, bir dibe çakılıyorum.

8- Sizce en çok abartılmış erdem hangisi?

Ahlâk. Bu kelimenin ardına sığınılarak yapılan söylemlerden de nefret ediyorum.

9- Hangi durumlarda yalan söylersiniz?

Hadsiz sorular karşısında.

10- Dış görünüşünüzle ilgili en sevmediğiniz şey nedir?

Göbeğim. Bir türlü orta yerde buluşamadığımız, bitmeyen bir kavgamız var kendisiyle. Hımm, bir de şu hemen beyazlayan saçlar var. Off!

11- Şu an hayatta olan ve en hoşlanmadığınız kişi kim?

Adını söylemeyeyim. Nefreti içimde saklı.

12- Bir erkekte en sevmediğiniz özellik hangisi?

Egosantrik tavırlar, kibir: “Ben, ben, ben….” halleri.

13- Bir kadında en sevmediğiniz özellik hangisi?

Gösteriş meraklısı olması. Şu marka çantam, şu ayakkabı, şu bir şey halleri.

14- En çok kullandığınız kelime ya da cümle nedir?

“Hadi!”

15- Hayatınızın en büyük aşkı kim ya da ne?

Eee, biliyorsunuz zaten yahu. Şimdi bu konulara girmeyelim bunca yıldan sonra. Komik oluyor sanki.

16- Şimdiye dek en mutlu olduğunuz zaman ve yer neresi?

Büyük mutlulukları bir kenara bırakacağım. Kuzey’i kucağıma aldığım ilk an diyeceğim ama tam da öyle miydi hatırlamıyorum. Daha çok bir aptallık hali vardı benim üzerimde. İlk kez araba kullandığımda üstümde nasıl bir telaş varsa, Kuzey’i ilk kucağıma aldığımda da öyle hissetmiştim. “Ben ne yapacağım bununla şimdi?” gibi bir şeydi. O yüzden kendimi en iyi/ en hafif hissettiğim yeri söyleyeceğim: Paris.

17- Hangi yeteneğe sahip olmak isterdiniz?

Resim yapabilmek isterdim. En azından karalama yapacak kadar yeteneğim olsaydı, o bile yeterdi.

18- Kendinizle ilgili değiştirmek istediğiniz bir şey olsaydı, bu ne olurdu?

Duygusallığım. Şimdiki tecrübelerimle duygusal hiçbir sebebin beni etkilemesine izin vermezdim.

 19- En büyük kabiliyetinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Öyle bir şeyim yok.? Ama çalışkanımdır ve asla vazgeçmem.

20- Eğer ölüp tekrar dünyaya gelecek olsaydınız, kim ya da ne olmak isterdiniz?

Ay zor bir soru. Tek bir cevabı yok ama aynı kişi olmak istemezdim, çok sıkıcı olurdu bu. Paris’te ya da New York’da yaşamak isterdim. Yazar olmak isterdim. Sahiden ama! Parmaklarının ucundan kelimeler akan bir yazar. Eh, bu kadar istemişken 1920’lerin Paris’ini istediğimi de belirteyim de tam olsun.

21- En çok nerede yaşamak isterdiniz?

Paris.

22- Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir?

Kesinlikle ailem.

23- Sefaletin en alt sınırı sizce nedir?

İnsanın ailesinin karnını doyuramaması.

 24- Favori işiniz nedir?

Gezgin olmak, editör olmak, çevirmen olmak ya da yazar olmak.

 25- En belirgin karakteristik özelliğiniz nedir?

Yalan söyleyemiyorum, yapmacık olamıyorum. Sanırım fazla net olmam insanları benden soğutuyor. Pembe masalların ülkesinde yaşayamıyorum ne yazık ki.

26- Arkadaşlarında en değer verdiğin şey nedir?

Dürüstlük ve optimist olmak.

27- Favori yazarlarınız kimler?

İki gün önce bu dünyadan ayrıldı ve söylemeden geçemeyeceğim. Ursula K. Le Guin en sevdiğim yazarlarından başında geliyor. Paul Auster, her daim favorim; umut taşıyıcım. Isabel Allende, Patrick Rothfuss, Nedim Gürsel, Carlos Ruiz Zafon… Oooo, dolu var daha. ?

28- Favori kurgu kahramanınız kimdir?

Heidi, samimiyetle. Canım benim yaaa. Yıllarca onu dedesinden uzak tutan Clara’dan nefret ettim ben.

29- Kendinizle en çok özdeşleştirdiğiniz tarihi figür kimdir?

Marie Antoinette. Şaka şaka! Vallahi tarihi bir kahramanım/ figürüm falan yok. Ama şansım olsa Simone de Beauvoir ile oturup bir kahve içmek isterdim. Ya da Margueritte Duras ile bir kadeh şarap falan. Fena olmazdı hani. Hani toplanmışken diyorum alkol de var nasılsa, Paris’te bir kafe süper olur. Bizim çocuklarla: Hemingway, Simone, Margueritte, Scott, Zelda….?

30- Gerçek hayattaki kahramanlarınız kimler?

Sanırım insan büyüdükçe kahramanlara falan inancı kalmıyor. Bu soruya kadar gelince aynı testi bir de Kuzey’e yapmak istedim. Muhtemelen onun bir sürü kahramanı vardır. Ben sadece hayallerimi gerçekleştirmek isteyen orta yaşlı bir kadınım artık.

31- Favori isimleriniz nedir?

Bir kızım olsaydı ismini Ece koyardım. Selçuk’un favori ismi Ela’ydı. Elimizde bir Kuzey var. Fark ettiyseniz hiç erkek ismi yokmuş kafamızda.

32- En sevmediğiniz şey nedir?

Bir halta benzemeyip okumak durumunda kaldığım kitaplar. Zaman kaybından nefret ediyorum.

33- En büyük pişmanlığınız nedir?

Vakti zamanında sırf duygusal sebeplerden dolayı yaptığım bir şey. Tüm hayatımın ritmini değiştirdi. Şimdi elimde fırsat olsa ve o günlere dönme şansım olsa kimsenin duygusal saçmalıklarla beni etkilemesine izin vermez ve kendi yolumu çizerdim. Başkalarının benim için kurguladıkları yaşamı da hediye ederdim onlara.

34- Nasıl ölmeyi istersiniz?

Proust’ta sahiden kafayı yemiş bir insanmış diye düşünmeden edemiyor insan. Ölümsüzlüğü tercih etsem de illa ki cevap vermem gerekiyorsa elbette uykuda ölmek isterim.

 35- Mottonuz nedir?

Olmuyorsa olmuyor; bırak gitsin.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Proust Anketi ve cevaplarım” yazısında 15 düşünce

  1. Çileksuyu Sibel diyor ki:

    Ne guzel bir yazi olmus yine.O anketler ve gunlukler beni benden aliyor,Istanbuldayken hepsinin fotografini cekip bu anket icin kullanmayi amaclamistim ama yapamadim o yogunlukta.Bu aralar benim hic blog yazasim yok nedense.Arayi acmayi da hic sevmiyorum sonra da daha da yazasim gelmiyor.Bugun seni okuduktan sonra belki yazarim diye oturdum ama yok olmuyor.Iki blogdan baska da okuyamadim zaten.Cabuk gecsin su donem,gecen yilki gibi sevkle yazayim yeniden.Opuyorum cok:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bu aralar ben de senin gibi bloguma yazamadım. İçimden mi gelmiyor? Bilmiyorum. Sanki zaman bulamıyorum. Birilerinin hep bana ihtiyacı var ya da yapılacak bir şeyler var. Sabah kalkıp işe geliyorum. İş yerinde olmazsam olmuyor; hiç zaman bulamıyorum kendime ayıracağım. Eve gidiyorum sonra. Bir yemek yiyip, peşinden Kuzey'le ders çalışıyoruz. Bana ihtiyacı var çünkü. Kendim için bir şey yapamıyorum diye üzülürken, sonra şu soruyu soruyorum kendime: Hayatta en değer verdiğin şey ne? Her ne kadar benimle işi bittikten sonra nankörlük yapıyorsa da Kuzey en kıymet verdiğim varlığım. Sonra gece oluyor. Yorgunluk çöküyor üstüme, bir de sinir 🙂
      Kitabımı elime alıyorum ama gözlerim kapanıyor. Ardından yeni bir sabah başlıyor 🙂
      Yazmaya gelince, çok yazmak istiyorum çoook. Ama olmayınca olmuyor bazen.
      Zaman biraz acısın bize yahu. Başka bir isteğim yok. 🙂
      Ben de seni çok öpüyorum.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ben de olmuyor, gitsin diyorum ama bazen gitsin dediğin şeyler bile gitmiyor. Artık aynı şeylerin tekrarından sıkıldım. Bir zahmet beni üzmeden giderlerse o olmayan şeyler pek mutlu olurum 🙂

  2. sonat şen diyor ki:

    Merhaba Özlem'cim,

    İkidir cep telefonumdan girdiğim yorumları göndermeyi başaramadım sana sanırım. Oysa Seyşeller yazına da, buna da yorum bırakmıştım:-) Neyse oluyor bazen böyle aksaklıklar.

    Senin bence en güzel özelliğin samimiyetin. Yazdıklarından bu duygu o kadar net yansıyor ki… Başka bir bloger Seyşellere gitseydi, ballandıra ballandıra anlatırdı dönünce yaşamadığı ama yaşama olasılığı olan güzellikleri. Clara'dan yıllarca nefret ettiği itirafını bir Proust anketinde kim söyleyebilir ki?

    İyi ki döndün valla… Özlemiştim yazdıklarını gülümseyerek okumayı..

    Sevgi ve dostlukla.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sonat'cım senin yazdıkların da bana çok iyi geliyor. Yorgun döndüm vallahi deniz tatilinden. Sonra işten kaçmanın vicdan azabıyla işe hızlı bir giriş. Elbette kendimce. Yoksa yaptığım hiçbir şey yeterli gelmiyor bana. İstanbul'a biraz alışalım derken yarın sabah Frankfurt, oradan da Paris. Önce iş için benimle ilgili bir fuara, sonra Paris'te tekstil fuarına. Paris, tekstil fuarına sebep eş durumundan bir ikram. Ben gidemezsem, sen de gidemezsin dedim yıllar önce Selçuk'a. Kural kuraldır, değil mi?
      Kar-kış olmasına rağmen ufak bir bavul hazırladım. En çok yanıma hangi kitapları alsam diye düşündüm. Bir defter yeter mi acaba diye endişelendim. Sonra biterse oradan alırsın bir defter diye kendimi sakinleştirdim. Elbette şimdiye kadar yaza yaza defter bitirdiğim görülmemiş ama olsun telaş benim göbek adım 🙂
      Vallahi ne yalan söyleyeyim Seyşeller benim için hayal kırıklığı oldu. Kumuna, suyuna sözüm yok da doğru zamanda doğru yerde olmak gerektiğini bir kez daha öğrenmiş olduk. Paris, yorgunluğuma, azıcık üzüntüme iyi gelecek yani :=)
      İlk defa bilgisayarımı da alıyorum yanıma. Belki yazarım oralardan. Belli mi olur?
      Sevgiler canım. Çok öpüyorum seni.

  3. Sule N diyor ki:

    Merabalar.. Sanırım blogunuzu ilk kez okuyorum neyseki kendinizi tanıttığınız bir yazıya denk geldim 😀 Cevaplar tipiiik bi oğlak insanı kokuyor merak ettim var mı burç ya da yükseleninizde bir oğlaklık?
    Sizi tanıdığıma sevindim içindeki çocuksu heyecanı kaybetmeyen biri olduğunuzu hissettim 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sule N,
      Gelmenize, ziyaretinize çok sevindim. Umarım devamlı uğrarsınız. Tam anlamıyla bir Boğa'yım. Evdeki iki İkizler ile uğraşıyorum. Ben de sizi tanımak isterim. O heyecanı kendi kendime canlı tutmaya çalışıyorum.Bir havalardayım, bir yerlerde 🙂
      Sevgiler yolluyorum

  4. Oytunla Hayat diyor ki:

    O dolap iyi ki çıkmış da sen de şu soruları yanıtlamışsın.
    Çok keyifle okudum, hatta çoğu yerde kahkaha attım.
    Kuzeyi ilk kucağına almakla arabaya ilk binişini benzetmişsin ya delisin sen ama doğrucu bir deli ♥

    Öpüldün komacanından ♥

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yahu Şebnem,
      Maşallah ne güzel blog yazıyorsun. İlham alıyorum senden. Ben de onun kadar çok yazacağım diyorum kendime. Kahve içerken blog yazıyor gibisin. Bayılıyorum bu doğallığa. Maşallah diyeyim de nazar değmesin.
      Ya annelik süper bir şey, ama kolay değil. Çok kolaymış gibi anlatanlara gözlerim hayretten açık bakıyorum. Ben tam alışıyordum ki Kuzey'e, ergenlik halleri geldi. Şimdi tanıdığım çocuğun bir gün geri gelmesini bekliyorum.
      Sevgiler sana.

    • Oytunla Hayat diyor ki:

      Senden bu güzel yorumları duymak ne kadar mutlu edici anlatamam 🙂
      Her işte olduğu gibi sadece kendim olmayı becerebiliyorum galiba blogtada. Kendim gibi olursam doğru insanlarla doğru iletişim kurabileceğime inanıyorum biraz da. Birbirimize doğru elektrik verebilmişiz bak 😉 Ne mutlu bize.

      Annelik sonu gelmez bir serüven. Ben Oytun'un hâlâ geri gelmesini bekliyorum o ise başka başka evrelere bürünüyor. Geçen saçını kestirmeye gittik mesela, adam fön çektirdi ya 🙂 Hiç alışık olmadığım hareketler ahahaaa 🙂 Sonra da kafasını hiç kıpırdatmadan gezdi :))) Olmadı oğlum da diyemedim kırılmasın diye, her baktığımda bu çocuğu ben mi doğurdum acaba diye düşünmeme sebep oldu :)) Kuzey'in evreleri de artık bitmeyecek muhtemelen 🙂 Hazırla kendini 🙂

      Kocaman öptüm seni ♥

  5. Begonvil Sokağı diyor ki:

    Hadi bir de Heidi daha da var bir sürü size katıldığım cevaplar. Anket olayı önemli çünkü işi bilenler terapi seansı gibi malzeme toplayabilir kişi hakkında ama kabul etmek lazım zor oluyor hemen cevaplamak. Genelleştirmeyim tabi ama kendini analiz ve anlatmak öyle kolay değil aslında. Ve ah o dolaplar ve kıyamadığım ilk defterler diyorum. Merak ettim, Paris'i seviyorsunuz görmedim ama özel güzel yanlarını yaşamadan bilemem de Fransızları kibirli, ırkçı, ayrımcı biliriz gerçi Avrupa da çoğu nazik ama biraz böyleler. E insan unsuru da önemli, yoksa dünya şehri modunda bir yer ve onların esamesi okunmuyor mu?
    Sevgiler benden.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Fransızca konuşamıyorum öncelikle. Bunu neden söyledim. Bu kadar sevdiğim bir şehrin insanlarının bir kafede otururken yanımda otururken konuştuklarını hiç anlamadığımı belirtmek için. Belki bu yüzden hiç kırgınlığım yok Fransızlara? Yine de sanırım bir şeyi çok seversen, kötü huylarını görmüyorsun. Paris pis bir şehir diyenlere kızıyorum mesela! Neye göre diyorum hemen? İstanbul'la kıyaslıyorsan, İstanbul daha pis çünkü. Metrolar çiş kokuyor diyorlar. Evet kokuyor. Bizim de öyle metromuz olsun da bizimki de az buçuk ucundan koksun. Bu kadar insanın yaşadığı, bu kadar turist alan bir şehrin çok temiz olması kolay mı? Değil bence. Ama şu da var: Sokaklarda yürürken mis gibi ekmek, kruvasan kokuları çalınıyor burnunuza; Kahve kokusu insanı bir kafenin içine davet ediyor. Müzeler var, her daim dolu kitapçılar. Her sokak başında kafeler, bistrolar… Geniş ama çok geniş kaldırımlar var. Yağmur yağınca ıslanmadan yürüyorsun. Havada hayattan keyif almanın kokusu var. Özgürce istedikleri yerde müziklerini yapan sokak şarkıcıları var. Yani öyle güzel şeyler var ki Paris'te, her gece yatmadan önce "Allahım birkaç ayımı bu şehirde geçirmeme izin ver" diye dua ediyorum. ?
      Anket konusunda haklısın. Çok anket yapmam ben. Ama bunu yapmaktan çok keyif aldım. Ve evet, ehil biri ne sonuçlar çıkarır bu cevaplardan.
      Sevgiyle kucaklarım.

    • Begonvil Sokağı diyor ki:

      İstanbul'u uzak diyarlarda birinin aklına kalbine aynı sizin ki gibi düşürmek bir borç değil mi ülkemizin üzerinde? Belki de her şeye rağmen sıcacık pırıl pırıl yürekli yurdum insanını da barbar ve yobaz biliyor nice insan. Okulda dilim fransızca idi annem de çocukluğunda bir Fransız okulunda okumuş comment sa va? du pain, tres bien öğrenmiştim küçükken, iş kariye derken başka şeylerde girdi ben gidiyorum dedim ama önce Fransa ya niyetlendim zamanında sonra da ingilizce lazım öncelikle deyip Londra ya gittim. Gezmek ruhun tebdil i mekanı asıl ve bence çok şey katar insana sonuçta yaratılmış ne varsa iz taşıyor, görmek lazım.
      Hayırlı yolculuklar diliyorum tüm seyahatleriniz için ve kendim gitmiş kadar bir sevindirik.. -darısı başınıza duası alırım ama:) Bir yanda çul çaput ya da bardak çanak hadi taş maden olsun onları daha daha kocaman yapayım demek var bir yanda, öte yanda ya bu dünya ne muazzam bir yer bir sırt çantası ve sevdiceğimle keşfedeyim inşallah demek var. Cevap veriyorum ikincisi.
      Sevgiyle kucaklıyorum.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Aynen sizin gibi düşünüyorum: Çula çaputa sırt çantasıyla dünyayı gezmeyi yeğlerim. Yine de itiraf etmek isterim ki son zamanlarda geçim sıkıntısı içindeki, fakir ülkeleri görmemeyi tercih ediyorum. Hindistan benim hayatı sorgulamam sebep yerlerden biri mesela. Bu ülkeyi çok sevenlerin orada gördükleri pırıltıları göremiyorum ben. Kuru bir inanç, fakirlik, pislik ve bir insanlık dramı çarpıyor gözüme. Sanırım insan yaşının ilerlemesini pek kendine yediremese de, zamanla bir hayat yorgunluğu oluyor insanın üstünde. Daha mutlu yaşamlar görmek istiyorum tatillerimde. İstanbul bir şehir benim gözümde; günahsız, güzel bir şehir ama İstanbul'da yaşayan bizler yok ettik bu şehri. Yönetimler mahvetti. Burada yaşayan çoğunluk da ne yazık ki yolunu bulmanın derdinde. Trafikte her gün gördüğüm adamlar artık beni barbar olmadıklarına ikna edemiyorlar. Stres, geçim sıkıntısı, tüm ruhu kaplayan kasvet delirtti bence insanları. Her sokağa bir AVM mantığıyla yönetilen, ranta kurban verilmiş bir İstanbul. Keşke parklar olsa yer yanımızda, keşke hiç düşünmeden sırf inşaatlardan çıkan molozları bir yerlere atma derdine çözüm olsun diye denizleri doldurup adına da sahil yolu demesek. Yoruldum sahiden. O yüzden böyle kafamı kuma gömüp mutluluk oyunu oynamam. O yüzden kendimi okumaya, yazmaya vermem.
      Siz her zamanki gibi çok zarifsiniz.
      Dileğim gönlümüzün attığı güzel diyarlara yolculuklar yapıp, kendi kalbimizin sesini duyabilmemiz. Daha çok huzurdan başka bir beklentim yok hayattan. Bir de Paris'te yaşam hayalim var elbette 🙂
      Çok öperim sizi. Paris'e gitmeleriniz eksik olmasın yaşamınızdan. Ayağınızı sürüyerek gidin ki daima gidin. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir