Corona Günleri 6- Chimamanda Ngozi Adichie

Corono günlerinde yemek, Chimamanda Ngozi Adichie ‘nin güzel kitabı Amerikana ve hayata dair sayıklamalar, ırkçılık hakkında yazılan kitaplar…

Son bir haftadır evde kot pantolonla dolaşıyorum. Pantolon belimi sıktıkça canımın istediği her şeyi yememem ve buzdolabının kapısının önünden ayrılmam gerektiğini hatırlıyorum. İncecik hamurla yapılan gözlemelere, ıspanaklı böreklere, sabah fırından taze taze çıkardığımız mis gibi ekmekleri yemeye bir son vermeliyim. Bir de, “Aman kısacık bir keyif anından ne olacak?” diye sütünü bolca köpürterek yaptığım latteler var. Kabul ediyorum, hepsi çok güzel. Ama her güzel şeyi güzel olduğu haliyle bırakmakta fayda var. Yoksa şimdilerde zorlanarak girdiğim pantolonlarımın içine girmem mümkün olmayacak. 

Chimamanda Ngozi Adichie
Chimamanda Ngozi Adichie

İG postumda son okuduğum kitaptan azıcık bahsetmiştim. Sevdiğim kitaplar hangi kitaplar diye soruyorum ara ara kendime. Şimdilik kararım, “okurken hiç sıkılmadığım kitapları” birinciliğe oturtmaktan yana. Yalın bir dille yazılmış, ana konunun yanında duyguların dans ettiği, şehir şehir gezen, müziğin, güzel mekanların geçtiği kitaplar…

Nijerya Edebiyatıyla tanışma: Chimamanda Ngozi Adichie ve  Amerikana.

Mesela Amerikana’da ana karakterin bir blog yazmasını çok sevdim. Blogunun izleyici sayısının ilk günden artması, hevesli, sadık izleyicilerinin olması, günler geçtikçe konferanslarda konuşmacı olması için teklifler alması ve kahramanın blogundan kazandığı parayla geçimini sağlayacak kadar para kazanıyor olması müthişti. Bizim ülkemizin standartlarında bunu başarmak zor. Elbette hobi olarak başladığı şeyi geçim kaynağına dönüştüren insanlar da var ama benim bahsettiğim bloglar o bloglar değil. 

Sanırım tüm bloggerlara Ifemelu’nun bloguyla ilgili yazacağı bir yazının fikrinin olur olmaz bir zamanda gelmesi, etrafına ve hayatına blogunda paylaşacak bir şey bulma gözüyle bakması, blogunun tasarımının ne renk olacağına, blog fotoğrafına hangi fotoğrafı koyacağına karar vermesi tanıdık gelecektir.

Nijerya’dan kalkıp Amerika’da hayat kurmak için çaba gösteren, bir sürü sıkıntıyı göğüsleyen Ifemelu’yu ne kadar sevdiysem Obinze’yi de o kadar çok sevdim. Belki de biraz fazla sevdim. 

Son sözüm yazarın diğer kitaplarını da okuyacak olmam.

Merak edenler için Ifemelu’nun blogu BURADA.

İyi bir kitabın ardından yaklaşan telaş: Şimdi ben ne okuyacağım?

Gelelim yeni kitaba. Aklımda bir sürü kitap var. Bir Çalgıcının Seyahati, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, isminden etkilenip karşı koyamadığım Parizyen, Simone de Beauvoir ile Algren Nelson’un Mektupları ya da kargodan gelmesini beklediğim Chimamanda Ngozi Adichie’nin başka bir kitabı.

Ama ben Patti Smith’in The Year of Monkey idimli kitabını okumaya karar verdim. Kocayla okuma yarışı telaşıyla İngilizce kitap okuma işini biraz ötelemiştim. Malum Türkçe okumak daha hızlı. Ama aklıma şöyle bir düşünce geldi. Ya corona falan olursam ve kitabı okuyamadan başıma bir iş gelirse? İşte o yüzden, biraz da aramızdaki farkı çaktırmadan açtığımdan Patti’nin sırası geldi. Şimdi kendimi Patti’nin şefkat dolu kollarına bırakma zamanı. Kitabın ilk sayfalarından anladığım kadarıyla Patti yine benim gibi hayallerin içinde dolanıyor. San Diego’da bir Noel sabahının ardından gezinirken ve bir kahve bulma isteğiyle kafasının içindekilerle konuşurken başlıyor The Year of Monkey. Patti’nin küçük mutlulukları, basit zevkleri, hayatı her haliyle kabullenişi kalbimin baş köşesine kurulmasına sebep oluyor yine. 

Kabullenmeyi öğrenmem gerek.

Corona günleri, iş hayatındaki inişler ve çıkışlar, bir türlü gönlüme göre düzene girmeyen iş yerindeki malum krizim dönüp kendime bakmama sebep oluyor. Sahiden azıcık spiritüel bir yaklaşımla kendi malum sorunuma dönecek olursam, bu konuda alacağım ders ne de ben o dersi bir türlü alamıyorum? Sorunun kökenini çözemiyorum ama bu evde kalma günlerinde kendimle ilgili şunu öğrendim: Kabullenmeyi öğrenmem gerekiyor. 

Her şeyi çözmem mümkün değil. Olanı olduğu haliyle kabul edip olduğu kadarına razı gelmeyi öğrenmem lazım. Bunu başarırsam hayat benim için daha kolay olacak. Şimdilerde içimden yoğun bir stresin, kalp çarpıntısının geldiğini hissettiğim zamanlarda oturup meditasyon yapıyorum. Sahip olduklarıma şükrediyorum. Ve hep şunu söylüyorum kendime: Herkesle aynı gemidesin. Yapacak bir şey yok.

Annem bizde. Nerdeyse bir aydır bizde kalıyor. O kadar uzun zaman geçmiş ki annemle babamın evinden çıkışımın üzerinden, şimdi onunla yeniden eski bir şeyi anımsamaya çalışıyoruz.

Her daim çay demliyoruz. Bergamot aromalı çay demlediğimde, “Bu çay kokulu olmuş kızım.” diyor. Bir dahaki severe koymam diyorum. O minik kahveci çay bardaklarıyla içiyor çayını, ben ince belli çay bardaklarıyla. Onun bardağının tümünü nerdeyse demle dolduruyorum, kendiminkini yarı yarıya. Akşam oldu mu Survivor’a dalıyoruz birlikte yanında kocaman bir kase ay çekirdeğiyle. Corona bize vesile oluyor bu aralar. O yüzden hayatımın artılarını topluyorum bu aralar. Eksileri, çarpmaları, bölmeleri unuttum.

Bu yazıya başladığım gün hava nasıldı bilmiyorum. Şimdi yağmur yağıyor. Mutfakta oturmuş çayımı içiyor, yağmura uygun şarkılar dinliyorum Spotify’den. Yazdıkça yazasım; sustukça susasım geliyor. Bugün hayatımı olduğu haliyle kucaklıyorum. Siz de öyle yapın. ❤️

Canım Patti’mle ilgili ne yazmışım okumak isterseniz BURAYA tıklayın lütfen.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Corona Günleri 6- Chimamanda Ngozi Adichie” yazısında 9 düşünce

  1. Gamze Esra Ersöz diyor ki:

    Özlem nedendir bilmem bu yazın bana çok huzur verdi. Sıcacık ekmekler, bergamotlu çayın ve tabi ki sevdiklerin hiç eksilmesin…

  2. sibel diyor ki:

    Yazilar boyle leziz olunca insanin daha cok okuyasi geliyor Ozlem’cim,lutfen arayi acma.Tavsiye ettigin kitaplari okumaya calisacagim.Bu sene sadece 11 kitap okumusum,yili yarilamisiz.11 ne ki?Bir de ne zamandir kitaplikta bekleyenlere oncelik verdim bu yil.Ingilizce ben de yavas okuyorum ki siradakiler de masallah pek kalin.Ben de sIkIlmadigim,su gibi akan,karakterleriyle butunlestigim kitaplari cok seviyorum,hani tam icine giriyorsun o dunyanin ve cikasin gelmiyor gibi.Kocaman sarildim.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Okuma tercihlerim de ruh halime göre değişiyor. Hani ruh halim birazcık yerinde olsa anlayacağım da öylesine sık değişiklik gösteriyor ki ne yapacağımı şaşırıyorum. Ama durmayı da bilmek lazım Sibel. Bunu anladım ben. Uygulamaya çalışıyorum. Öyle çok hareket etmişim ki aslında biraz durmak, kendimi dinlemek, kendimi affetmek ve zorlamamak iyi geliyor bana. Başarabiliyor muyum? Hayır, deniyorum sadece. Kendimi yine yargıladığımı fark ettiğim zaman da, Yapma! diyorum kendime.
      Pazartesi işe dönüş. Biraz korkuyorum sanırım. Ama her şeyin daha güzel olacağı zamanların geleceğini de biliyorum.
      Ben de sana sıkı sıkı sarıldım.

  3. Sonat diyor ki:

    Merhaba Özlem’cim, uzun zaman oldu sana seslenmeyeli… Biraz senin artık daha az yazmandan, biraz da benim yazdıklarını geç okumamdan kaynaklandı bu. Benden yana olan ihmali affet ne olur. Yorum yazamasam da takipte olduğumu bil bir de… Bu salgın süreci hepimizde çok farklı iç hesaplaşmaları geliştirdi. Kendimize ve çevremize daha farklı gözle bakmaya başladık sanki. Ben süreci, her gün işe gitmeye devam ederek geçirsem de, çalışma alışkanlıklarımız ve iş dışındaki yaşantımız çok farklılaştı şüphesiz. Her şey bir yana en çok, sevdiklerime sımsıkı sarılmayı ve onları kocaman öpücüklere boğmayı özledim. Bir de hayallerimi ertelememe konusunda sanki daha ısrarcı olacağım. Neyse, bir gün her şey illa ki normale dönecek sonuçta… Bu sürecin bizi neye/kime dönüştürdüğünü o gün geldiğinde göreceğiz. O zamana kadar okumaya, yeni edebi dostlar kazanmaya ve hayal kurmaya devam. 🙂
    Sen de daha sık yaz buraya ne olur.
    Sevgi ve dostlukla…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Sonat,
      Affetmek ne demek? Varlığın bu blogun bana armağanlarından biri. Sadece yazmak değilmiş mevzu. İnsan yazıyor ama yazdıklarını da birileri okusun; senin burada olduğunun farkındayım ve seni duyuyorum desin istiyor. O yüzden sen olmasan, buranın da anlamı kalmıyor galiba.
      Benimde kendi iç sıkıntılarım var. Birçoğuna benim dertlerim dert gibi gelmeyebilir ama bana dert işte. Bunlarla savaşıyor, kendimce bir çare bulmaya çalışıyorum. İnsanlarla uğraşmak yoruyor beni. Çalışmaktan değil ama insanların kişisel sıkıntılarını dinlemekten bıktım. Bak yoruldum bile demiyorum, bıktım diyorum. Bunu çözmem lazım. Gidene dur dememeyi, olanı olduğu gibi kabul etmeyi, elimdekilerle yetinip önüme bakmayı öğrenmem gerek. Tüm hayatım boyunca öğrenmeye çalıştığım tek ders bu oldu ve hayır, hâlâ öğrenemedim.
      İG’de de yazmıştım sanırım sana. Meditasyon yapıyorum. Ne zaman içimden bir sıkıntının yükseldiğini hissetsem bir köşeye atıyorum kendimi ve kapatıyorum gözlerimi. Ne olursa olsun diyorum. Boşver, sağlık olsun da gerisi nasıl olursa öyle olsun! Birkaç gündür ara ara işe gidip hazırlıklarımı tamamlıyorum. Hayat, işe döner dönmez kaldığım yerden devam edecekmiş gibi geliyor. Kendime bir emeklilik planı belirledim. Umarım ki uygularım. İşte hayat benim tarafımda böyle Sonat. Ömrüm kendimle uğraşarak, Don Kişotvari hareketlerle yel değirmenlerine karşı savaşarak geçecek sanırım. Çok öpüyorum seni.
      Ve sana da iç huzuru, sağlık, esenlik diliyorum. Umuyorum ki en kısa zamanda ertelediğimiz hayallerimize kavuşabilme şansımız olur.

      • Sonat diyor ki:

        Özlem, herkesin acısı da sevinci de kendince özeldir. Sen kendine bir şeyleri dert ediyorsan, yaşam boyu seni sen yapan değerlerine, geçmişten taşıyıp bugüne getirdiğin benliğine uymayan bir şeyler var demektir. Böyle olmasını yadırgamak da kimin haddine olur? Benim baktığım yerden gördüklerimle, senin yaşadıklarını, hissettiklerini önemsizleştirmek mümkün mü? Senin yazdıklarını okudukça, kendimi görür gibi oluyorum çoğunlukla. O yüzden çok iyi anlıyorum hissettiklerini. Handan İnci’nin Ayfer Tunç’la yaptığı bir söyleşi kitabı vardır. “Karanlıkta Kelimeler” bilmiyorum okuma fırsatın oldu mu? Orada bir söz arasında Ayfer Tunç şöyle demiş “Merhametin dozu önemlidir, sınırı aşınca birilerinin elinde oyuncak olabilir insan. Vicdan zaaf haline gelebilir. Birinin vicdanı diğerinin vicdansızlığı olabilir.” Not almışım bu cümleleri. Kendime anımsatmak için. Çünkü vicdan, benim de çoğunlukla zaafım olabiliyor. Herkese yardım edeyim, herkesin derdine çare olayım derken, kendimi bir girdabın içinde bulabiliyorum. Böylesine tükenmiş bir çağda kimsenin bu incelikleri görecek hali olmuyor. Aslında hepimiz biliyoruz candan ötesi boş. Sağlık olsun ,sevdiklerimiz yanımızda olsun herşey olur, gider… Bu zamanda Don Kişot olmak da zor Özlem’cim. Yel değirmenlerinin yerini, devasa rüzgar türbinleri aldı. Biz onları nasıl alt edelim? 🙂
        Sevgi ve dostlukla

        • Özlem Öztürk diyor ki:

          “Merhametin dozu önemlidir, sınırı aşınca birilerinin elinde oyuncak olabilir insan. Vicdan zaaf haline gelebilir. Birinin vicdanı diğerinin vicdansızlığı olabilir.” Ben de not alıyorum bu cümleleri çünkü durumum budur. Aslında yanlış yaptığımı biliyorum ama kendime dur diyemiyorum. Bu konuyla ilgili kendime verdiğim sözleri her seferinde unutup yeni hatalara düşüyorum. Evde kaldığım bu dönemde işin gidişatıyla ilgili streslerim dışında şunu anladım. İş olmayınca ben daha sağlıklı, daha sakin ve daha pozitif bir insanım. Para ile insan ile haşır neşir olmak yoruyor beni. Şimdilerde eğer yönetebilirsem kendime koyduğum iki senelik iş hayatı hedefimi tamamlayıp sonra bu yakındığım şeylerin olmadığı bir hayat kuracağım. En azından ümit ediyorum.
          Yüreklendiren, kalp yorgunluklarını alan güzel sözlerin için çok teşekkürler Sonat.
          Çok öpüyorum seni.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir