Corona Günleri 5 – Kendin için ne yapıyorsun?

Kendin için Ne yapıyorsun?

Blog yazmak, kitap okumak ve sıkıntımı bir bardak çayla iyileştirmeye çalışmak. Bana iyi gelen şeyler bunlar.

İster Corona zamanında, ister kıymetini bilmediğimiz eski günlerde yazılmış olsun blog yazmanın önemli ve tek bir kuralı var: Yazdığın blog yazısını aynı gün yayınlayacaksın. Hangi duyguyla yazıldıysa o duygu halinde yayınlanmayan yazı okuyunca aynı tadı vermiyor; sanki tekrar tekrar ısıtılmış bir yemek gibi zoraki yeniliyor, güçlükle yutuluyor.

Kendin İçin Ne Yapıyorsun?
Kendin İçin Ne Yapıyorsun?

İnsan Kendini Sevmeli…

Peki neden bundan bahsettim? Çünkü günlerdir ne zaman bilgisayarın başına otursam bir hevesle birkaç paragraf yazıyor, sonra adımı seslenen kişi kimse onun yardımına gidiyorum. Selçuk gün içinde kendi başına takılıyor gibi görünüyor. Ara ara sohbet etmek için yanıma geliyor, yemek saatlerinde bir araya geliyoruz. Diğer taraftan, Kuzey’in bana söylemek istediği şeylerin zaman kısıtlaması hiç olmuyor. Hayatımın merkezinde olduğunu çok iyi biliyor ve bu durumu çok severek kullanıyor. Ödeviyle ilgili okuyacağı bir cümle varsa, o an okunmalı ve ben tam da o anda dinlemeliyim. Çünkü önemli! Kuzey’in hayatının merkezinde Kuzey oturuyor. Ne güzel, değil mi?

“Blog yazıyorsun biliyorum ama bu daha önemli!” Sahiden mi?

Hayatınızın herhangi bir döneminde hiç ailenizin merkezinde olduğunuzu anımsıyor musunuz? Sormak istediğim aileniz tarafından sevilip sevilmediğiniz değil. Elbette ki aileniz sizi seviyordu. Ama geriye dönüp baktığımda ailelerimiz tarafından sevilme şeklimizin bile şimdiki zamanla aynı olmadığını görüyorum. Televizyonda ne seyrediyor olursan ol, “Ajans Saati” dedem için ajans saatiydi mesela. Misafir geldiği zaman masaya oturmazdık. Çocuk masası diye bir şey vardı. Ödevini yaptın mı sorusu hiç soruldu mu anımsamıyorum. Özel hoca diye bir kavram varsa da bizim eve uğramamıştı mesela. Neyse, niyetim bu konuyu çok uzatmak değil. Eski nesil ebeveynlik başka bir şey, bu zamandaki başka bir şey. İkisinin de artıları, eksileri vardır mutlaka. Ama şu aralar anne-babalara da biraz zaman kalsın istiyorum. Üstelik zaman denen saat koca gürültüler çıkararak bizim için hızla ilerliyor.

Biraz sakinleşelim. Kendin için Ne yapıyorsun?

Twin Peaks. Amerika tarihinin en iyi/ kült dizilerinden biriymiş İkiz Tepeler. Eminim, bu blogu okuyan büyük bir çoğunluk bu diziyi ve jenerik müziğini hatırlıyordur. İkiz Tepeler benim lise yıllarıma denk geliyor yanılmıyorsam. Diziyi de, jenerik müziğini de, hatta ve hatta Laura Palmer ismini de çok net hatırlıyorum. Kuzey söyleyene kadar yönetmenin David Lynch olduğunu bilmiyordum. Elbetteki diziyi izlememize Kuzey karar verdi. O seyretmeye karar vermişti, biz de gecelerimizi ailece beraber yaptığımız bir şeyle doldurmak istiyorduk. Diziyi bayılarak seyrettiğimi hatırlıyorum.

Şimdi tekrar izleyince, bulunduğum zamandan başka bir gözle bakıyorum bulanık gözüken geçmişe. Dizideki karakterler karakter olmaktan öte beceriksiz birer tip gibi mesela. Ailelerin hepsi çocuklarının ne yaptığından bir haber, güya lise çağındaki çocuklar o kabarık saçlarıyla orta yaşı geride bırakmış gibi duruyorlar, yaş on yedi ama feleğin çemberinden birkaç kez geçmişler, yeminle şeytana pabucunu ters giydirirler. Kasabada eşini aldatmayan kimse yok. Asi gençlerle dolu etraf. Sanki şöyle sağlam bir Osmanlı tokatı dizinin jönlerinin aklını başına getirirmiş gibi. Sahneler öyle ağır ilerliyor ki o günün koşullarında herhalde David Lynch o güne kadar yapılmamış bir şeyi yapmıştır herhalde diye düşünüyorum. Dizi akıyor mu diye soracak olursanız, akıyor. Sıkıntı yok. Ama zaman makinesine binerek bunca yıl geriye gitmekle iyi mi yaptım bilmiyorum.

Blog Yazmak ve Corona Günlerinde Okumak

Kendi ruh sağlığım için yaptığım en güzel şeylerden biri kitap okumak. Yıllardır değişmedi bu durum. Ödün verilmez tek şeyim sanırım bu. Bir yere giderken bile en az üç kitap atıyorum valize.

Sanki kendimce biraz edebi değerinin olduğunu düşündüğüm kitaplar okuyorum. Böyle bir zamanda okuduğum şeyin beni yanıltmasını, yormasını, içine yuvarlandığım kocaman bir boşluk gibi gözüken bu zamanı boşa harcamasını istemiyorum. Aylak Adam Yayınlarından bir kitap var elimde: Üvey Kardeş. Norveçli bir yazarın kitabı. Adını internete bakamdan söyleme şansım yok. (An itibariyle bitirdim kitabı.) Kitabı baştan çok severek okuduğumu söyleyeyim. Kahramanların hepsi ince ince işlenmişti. Mutsuzluk tüm kitap boyunca kol gezdi; yine de bunca kesif mutsuzluğun içinde benim içime hep ısıtan, kahramanlara acımayla birlikte bir sevgi hissettiren, yüzüme saklı bir gülümseme gizleyen bir şey vardı. O saklı gülümseme gizlendiği yerden hiç çıkmadı. Çıksın isterdim.

Biraz mutluluğa tanık olmak güzel olurdu. Hayat gibiydi kitap da. Mutlu anlar hemen unutuluyor, mutsuz zamanlar her seferinde geçit töreni yapıyordu. Hikâyenin belki de iyisi, kötüsü yok. Hikâyelerin hepsi başımızdan geçen şeyler ama onları anlatmak, dile getirmek, sıraya dizmek? İşte orada gerçek edebiyat ortaya çıkıyor. Çok severek okudum siz de okuyun. Sanırım Barnum’u, Vivian’ı, Peder’i yakın arkadaş çevreme dahil edeceğim. Fred’i ise hep acıyarak seveceğim. Karakterlerin hepsi ayrı güzellikte. Hepsinin içinde anlaşılmayı bekleyen bir yan var. Bu dokunaklı kitabı okumanızı bir kez daha tavsiye ediyorum.

Bu arada internette gezinirken kitabın dizi yapıldığını öğrendim. Çok araştıramadım ama merak edenler BURAYA bir baksın.

Corona Günlerinden, sakin ve ıstıraplı saatlerden, “Ne olacak halimiz?” düşüncesinin tam ortasından yazıyorum. Hepimizin içi dışarıdaki insanların içiyle aynı sıkıntıları paylaşıyor şu an. Umarım her şey en kısa zamanda eskiye, daha güzele döner. Hayatın, güzel şeyler yaşarken değerini anlamadığımız nice şeyin farkına varırız.

Burası, bu sayfa iyi ki var diyorum. Yıllardır her derdime derman oldu. Önceleri biraz yazarken kassam da şimdi kendimle konuşurmuş gibi yazıyorum her şeyi. Bana iyi geliyor. Dileğim okuyan herkese de iyi gelmesi.

Corona Günleri 1

Corona Günleri 2

Corona Günleri 3

Corona Günleri 4

 

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Corona Günleri 5 – Kendin için ne yapıyorsun?” yazısında 9 düşünce

  1. Semi diyor ki:

    Blog yazısını aynı gün yazıp yayınlamak konusuna yürekten katılıyorum. Taslak olarak kaydedilmiş o kadar çok yazım var ki… Çünkü tekrar okuduğumda hiç beğenmiyorum, silemiyorum da, öylece bekliyor. Ne bekliyor bilmiyorum tabii:)
    Twin Peaks`den bahsettin ya beni nerelere götürdün bir bilsen… Eskiler eskide kalıyor, bazen ben de zamanında çok etkilendiğim bir filmi izliyorum çocuklarla. “Bu muymuş yani” diyorum içimden, olmuyor. Ya da olan varsa da çok nadir.

  2. Aylin Kurhan diyor ki:

    Sevgili Özlem,
    Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Ben de senin gibi son yıllarda “ah işe gitmesem..ah bir kaç ay evden hiç çıkmasam..” der dururdum. İşte evlere kapandık, işyerine asgari ölçüde gidiyoruz, mutlu muyum değil. Böyle bir evde kalma durumu değildi tabi istediğim. Yine tabi en büyük desteğim kitaplar. Şu hayatta heh birşeyleri yarım bıraktım, tembellikten disiplinsizlikten, mükemmelliyetçilikten…neyse ki bir okumayı bırakamadım okumayı sökeli beri okuyorum. Arada gazetelere yumuluyorum. Haberleri sevdiğim köşe yazarlarını falan okurken ruh halim kötüleşiyor çünkü haberler kötü. Aslında bu aşina halimız. Türkiye hep kötü. Biz zaten genel bir depresyon çaresizlik umutsuzluk haliyle yaşıyoruz yıllardır üstüne bir de korona geldi çattı. Bizim ruh halimiz Avrupa ülkelerinin Amerikalıların halinden kötüdür, belki İranlılardan uzak doğululardan falan iyidir diyeceğim. Ama derken tersi de olabilir diye düşünüyorum. Felaketlere aşinalık doğal bir bağışıklık kazandırıyor olabilir ruha. En azından felaketlerle mücadele yöntemlerine yatkınlığımız var alışkanlıktan mütevellit. Ruhum kararmaya başladı mı hemen bir kitaba koşuyor Türkiyeden coronadan herşeyden çıkıyorum. Bu ara Dostoevskinin Karamazov Krdeşleri elimde. Müthiş bir kitap. Niye başyapıt anlıyorsun okudukça. Hatat kendi kendime hiç uğraşmsam mı yeni yazarlar keşfetmekle. Klasiklere ömrüm anca yeter dediğim oluyor…Bak yine çıktım koronadan işle böyle ahvalim. Git geller içindeyim. Sevgiler..Aylin

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Karamazov Kardeşler ve klasikler için söylediklerini düşününce aklıma Beliz Güçbilmez geldi. Kendisi kim ne yazarsa yazsın, dünyada yazılabilecek roman konularının belli olduğunu söylüyor. (Bunu elbette başkaları da söylüyor.) Aşk, savaş, anlaşmazlıklar, aldatma, insan ilişkileri… Asıl ilginci ve sana uyan kısmı bu; yeni yazarlar keşfetmeye çalışıp, her yeni çıkanı okumaya çalışacak kadar bol vaktimiz yok diyor. Anna Karenina’yı beş kez okurum ve bu bana yeter diyor. İyi edebiyat dedikleri şey. Bu dediğim şeyi, iyi edebiyatı yani, çok okuyan insan hemen anlıyor zaten. Başka bir lezzet bu dediğim. Anlatılan konular hep aynı zaten. Önemli olan nasıl anlattığın.
      Evet bu ülkede yaşayarak sıkıntılara alıştık. Dünya da şimdiki haliyle küresel bir krizin içinde. İlk defa tüm dünya aynı geminin içindeyiz. Bu ülkede yaşamanın kolay yanları var ama ömür törpüsü. Hep endişe. Hayatta başka şanslar sunulsa önüme, hiç tereddüt etmeden başka bir ülkede bir hayatı seçerim. Sadece günlük sıkıntıları düşüneceğin bir hayat çok fena olmaz gibi geliyor. 🙂

  3. Arzu Tırak diyor ki:

    Her zaman özlemle bekliyorum seni uzaktaki dost.Kuzeyle ilgili yazdıkların oğlumla aramızdakiler gibi, ne güzel yazmışsın.Güzel günlerde de görüşmeye devam etmek dileğiyle…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Aylin merhaba,
      Sanki çok uzun zaman olmuş seninle konuşmayalı. Benziyoruz birbirimize. Hepimiz aynı anneliği yaşıyoruz. Hem çok güzel, hem de çok yorucu. Yakınıyoruz ara ara ama biliyorum ki yine başa dönsek yine aynı şekilde yaparız her şeyi. Şimdiden başladı ben de Kuzey gidecek endişesi ve sızısı. Daha iki senesi var ama yalnız kalınca nasıl olacak diye düşünüp duruyorum.
      Hep çocuklarımızla olalım, hep de mutlu olalım.
      Çok öpüyorum seni.

  4. Leylak Dalı diyor ki:

    Vay canına, diziyi izlemek isterim doğrusu. Kitabı beğendiğine çok sevindim. Birine kitap tavsiye edince sanki referansla işçi yollamış gibi hissediyorum, karşı taraf beğenmezse ayıp olur gibi bir düşünce hakim oluyor :))) Gerçi seninle okuma zevklerimiz çok yakın, seveceğinden emin gibiydim. Yorarak okutan, katmanlı ve hacimli bir kitap daha tavsiye edebilirim, son bölümler biraz zorlasa da çok sevdim ben: “Hayvan Müzesi/Carlos Fonseca”. Öper ve giderim…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Kitabı not alıyorum şimdilik. Aklımda başka fikirler var. 😊 Evde oturunca fikir üretmeye başladım. Konuşurken söylemiştim sanırım. Doris Lessing’in Anılarını, Simone de Beauvoir’ın da Nelson Algren’le mektuplaşmalarını okumak istiyorum. Bir de hiç Borges okumadığımı fark ettim. Gerçi evde Borges kitabı da yok ya. Corona niyetlerimden biri yani Borges okumak.
      Üvey Kardeş’i okurken de çok sevmiştim ama şimdi kitap bittikten sonra daha da sevdiğimi fark ettim. garip bir his. Dizisi çekilmiş baktım. Hatta Norveç Netflix’inde var. İnternette de mevcut ama İngilizce alt yazılısını bile bulamadım. Sanırım seyredemeyeceğiz şimdilik. Seyredebilseydik çok güzel olurdu. Evet, kitap zevkimiz uyuşuyor seninle. Ben de senin gibi tavsiye vermeye korkanlardanım. Kitabı beğenmezse kızanlar oluyor. 😊 O yüzden bazen çekiniyor insan. Aman, onlar da bir yorumları okuyup alsınlar di mi kitabı? uyup uymadığını tahmin edebilirler birazcık.
      Çok öpüyorum seni.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Evet. Binlerce insanın geçim derdinde olduğu bir süreçte tuhaf geliyor insana özlemleri, hayalleri falan ama hayat işte. Hepimiz aynı derdin içindeyiz aslında. Ben de umuyorum ve diliyorum. İnşallah eski güzel günlere kavuşuruz en kısa zamanda.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir