Corona Günleri 4- Frankfurt Gezisi

14 Şubat’ta Paris’ten döndük. Hayatımın birçok 14 Şubat’ını Selçuk’tan ayrı geçirdim. Sevgilisiyle geçirebilsin diye! Ne de olsa karısıyım. Şaka bir yana, şubat ayının üstüne çok şey yüklenen o gününde genellikle ya Almanya’dan dönen bir uçağın içinde olurdum ya da Almanya’da bir otel odasında. Şubat ayının ilk haftasından ikinci haftasının sonuna uzanan bu zaman dilimi bizim için önce Frankfurt, ardından Paris zamanı. Belki son on yıldır birbirini takip eden iki fuar için karı koca seyahate çıkıyor, hem iş yapıyor hem de akşamları güzel birer yemek yiyip evde bıraktığımız sorumlulukları düşünmeden sohbet ediyoruz.

Frankfurt-Hauptbahnhof
Frankfurt-Hauptbahnhof

İş gezileri, Corona, fuarlar, Frankfurt…

Bu seneki Frankfurt Fuarı çok keyifsizdi. Corona’nın Çin’i alev alev yaktığı ama Avrupa için tehlike çanlarının çalmadığı bir dönemdi. Ya da bize öyle geliyordu. Yine de fuarın Çinlilere ayrılan katı katılımcılar gelemediği için boştu, Japon üreticiler standlarının üstüne Japon firması olduklarını belirten tabelalar asmıştı. Hatta Selçuk’un katılımcı olduğu Paris fuarı için Çinli firmalar Instagram üzerinden post yayıp standlarındaki görevlilerinin Çinli değil, Koreli olduğunu duyuruyordu. Açıkçası o günlerde Çinli olsun olmasın, çekik gözlü olan ırkların böyle bir açıklama yapmaları gereğinin doğmasını onur kırıcı buluyordum. Sonuç olarak Frankfurt’taki fuar çok sönük geçti. Ziyaretçi yoktu, paralar boşa gitti, moraller bozuldu. Frankfurt seyahatinin en güzel yanı havanın çok güzel olmasıydı. Eskiden Almanya’nın güzel olmadığını düşünürdüm.

Şimdilerde bana samimi gelen bir yanı var Alman şehirlerinin, sokaklarının, hatta yemeklerinin. Menülerindeki çeşit azlığını seviyorum mesela. (Belki yanılıyor olabilirim ama bana öyle geliyor) Ana yemek adı altında toplanan yemeklerin hepsinin lezzetli olduğunu bilerek veriyorum mesela siparişimi.

Frankfurt Yeme İçme İşleri

Frankfurt’un merkezinde, Goethe Haus’un hemen yakınlarında bir restoran var. İsmi, Leib and Seele.Türkçe Beden ve Ruh gibi bir şey anlamına geliyor ismi. Bir seferinde orada çalışan bir Türk garson söylemişti. Bu restoranı ben çok seviyorum. Her seferinde içerisi tıklım tıklım dolu oluyor. İki tarafında bank uzanan masalara oturup siparişini verebilmek için mutlaka beklemek gerekiyor. İçerisi bağır çağır konuşanlardan gürültülü. Üstelik havada belirgin bir kızartma kokusu var. Amma ve lakin ben burayı da yemeklerini de biralarını da çok seviyorum. Sanki Ortaçağ’da bir restorana gitmişsin, koca memeli garson kadınlar tabağı kafanın üstünden pat diye masaya bırakıverecekmiş. Hatta Harry Potter filmlerinden bir sahnenin içindeymişsin gibi. Yemeğin yanında gelen patatesin tadı muhteşem.

Zeilstrasse üstünde ve ara sokaklarda çok güzel restoranlar var zaten. Diğer sevdiğim restoranlardan birinin ismi de Walden. Buranın makarnaları ve salataları çok güzel. Son gittiğimizde önünde uzun sıra olan bir etçiye (Steak Restaurant) gitmiştik: Block House. Sanırım bir saat kadar bekledik. Kuyrukta bekleyenlerin yarısından fazlası Türktü. Fuara katılanların yanı sıra orada yaşayan Türkler. Kuyruktaki uzun bekleyişten sonra bir saat de masada yemeğin gelmesini bekledik. En küçük porsiyonlu eti sipariş ettim. Sanırım et severlerin çok beğeneceği bir yer burası. Puanı da bir hayli yüksek. Et de lezzetliydi ama bana pek muhteşem gelmedi. Salatasını daha çok sevdim diyebilirim. Etten anlamam şu kadar çünkü: Et dediğin yumuşak olmalı, bıçakla kolayca kesilmeli. Sertse kötüdür. Sert miydi? Hayır. Neyse veganları, vejeteryanları üzmeden et lafını keseyim burada.

Frankfurt civarı, Tren yolculukları…

Frankfurt civarında doğduğumu söylemiştim. Bunu her Frankfurt yazısının altına yazıyorum zaten. Çünkü her Frankfurt’a gidişimde orada doğmuş olmam başka bir şeye yakınlaştırıyor beni. Anılarımın içinde gün geçtikçe uzaklaşan baba imgesi orada yakınlaşıyor bana. Hayatımın ilk yılında sadece ikimizin paylaştığı bir birliktelik bu.

Hiç hatırlamadığım, hatırlamamın mümkün olmadığı bir zaman dilimi. İşte bu yüzden hiçbir anımı yerleştiremediğim bu soğuk şehirde gittikçe benden uzaklaşan babamın yüzü ile gün geçtikçe artan baba özlemimi birleştiriyorum.

Sanki dünyanın başka bir yerinde ilişkimize dair bir şey bulamazmışım gibi Frankfurt’ta aıyorum onu. Çünkü oradaki zaman hatırlamasam da sadece ikimize ait. Babamın gençlik hayalleri orada; dudaklarının üstünde bıyığı, elinde sigarası, Alman biralarından birini yudumluyor. O yüzden ilk zamanlar tuhaf bir şekilde ayaklarım geri geri giderken her Frankfurt’a gidişimizde, şimdi her seferinde bir adım daha alışıyorum bu şehre.

Hauptbahnhof’dan bir yerlere…

Geçen gün Selçuk artık neden Frankfurt seyahatlerimizde günübirlik bir yerlere gitmediğimizi sordu. Eskiden Frankfurt bana öyle uzak bir yermiş gibi gelirdi ki (seyahat-tatil kavramı anlamında) her seferinde istasyondan bir trene atlayıp yakınlarda bir şehre atardım kendimi. Oraya gitmek için harcadığımız parayı anlamlı bir hale getirme çabasıydı biraz da bu ısrarımım sebebi. Seyahatin bir yerine bir şehir daha sığdırmak demek parayı aslında bu şehri görmeye harcamak demekti. Idstein, günü birlik gittiğimiz Leipzig (Allahım ne güzel bir şehirdi Leipzig) hep bu gezme telaşımın sonuçlarıydı. İşin en güzel taraflarından biri de trene binmekti. (Önceki hayatımda bir kondüktör falan mıydım acaba?) Sonraları otellerin korkunç pahalılıklarından dolayı Frankfurt’ta kaldığımız zaman dilimini o kadar azalttık ki günübirlik bir yere gidemez, onun yerine akşam üstü treniyle Paris’e gider olmuştuk. Trenden gecenin bir yarısı bile insen Paris’te kalmak çok daha ucuza geliyor.

Tüm bu yaptığım açıklamalara rağmen şimdi oradan başka bir Alman kentine gidememek üzüyor beni. Belki bir sonraki seferde, Corona belasını atlatırsak tabii, yakın bir Alman kentine gideriz yine.

Hayaller, dilekler… İnşallah yine güzel günler göreceğiz.

📌 Önceleri, bloga yazmaya başladığım ilk zamanlardan, heyecanlı ama çok amatörce yazılmış bir blog yazısı okumak için  IDSTEIN neresiymiş bakmak isterseniz Idstein yazısını,

📌 Yine bir tren garından bahsettiğim LEIPZIG yazısını okumak için bir önceki linke,

📌 Başka bir LEIPZIG yazısı için de bu linke tıklayın lütfen.

📌 Son LEIPZİG yazısı da bu linkin altında.

📌 İşte başka bir YAZI DA  bu linkin altında. Frankfurt’u benim için güzel kılan şeylerden bahsetmişim.

📌  BURADA da cadılarla ilgili bir yazı var. Idstein’dayız demek ki.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Corona Günleri 4- Frankfurt Gezisi” yazısında 12 düşünce

  1. Sezer Eser Perker diyor ki:

    Doğduğun şehir Frankfurt’a dair hislerin, hâttâ diyebilirim ki yaş ilerledikçe farklı bir bakış açısıyla yoğrulan hislerin çok etkiledi beni Özlem. Sevgiler benden sana…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Sezer ya yaş ilerledikçe ne tuhaf oluyor hayata bakışın. Annenle benzerliklerini fark ediyorsun, kayıplarını daha sık düşünüyor oluyorsun. Çocuğunun bir gün yanından uçup gideceğini düşünüp şimdiden ağlamaya başlıyorsun. Her gittiğim yerde bir şeyler arar oldum artık. Bazılarıyla hiç bağ kuramıyorum. Bir daha yolumun düşmeyeceği yerler oluyor o yerler. Ama bazı yerler yavaş yavaş sevdiriyor kendini sana. ne soğuk kışlarda gittim Frankfurt’a bir bilsen. Yüreğimden çok uzak bir yermiş gibi geliyordu her seferinde. Oysa şimdi başka hissediyorum. Bazen de ne hissettiğimi bile bilmiyorum. Yaş ilerleyince duygusal oluyor insan. Çok üzmeden kendimizi hüzünlerimizin yanına sevinç ekleyelim Sezercim. Çok öpüyorum seni.

  2. Semi diyor ki:

    Çalışkan blog arkadaşlarım ne yapıyor diye dolanmaya geldim bloğuna:) Buket`in yorumlarda yazdığı gibi Almanya kırsalı çok hoştur, masal kitabı manzaralarını bol bol görürsün. Ama yaşamak için bakmak lazım, yaşlı nüfus fazla kırsalda, yaşam nasıl olur iyi analiz etmek gerek. Alman yemekleri (özellikle güney Alman) güzel. Et çok tüketilir, senin gittiğin Block House bir zincir. Burda da var. Amerikan tarzı daha çok, şahane değil sadece normal bir restoran benim için. Genelde şehir merkezlerinde olduğundan yemek saatlerinde hep kuyruk oluyor.
    Her şey yoluna girdiğinde yolun tekrar Almanya`ya düşerse beklerim. Fuara gelirsen buraya gelmen zor ama belki uzatttığın bir seyahat olur kim bilir:)

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Semi nasıl da doğru söylemişsin işte. Şahane değil, normal bir restoran sadece. Hatta insana dokunan hiçbir dokusu yok. Kalabalık, bildik, fazla tanıdık. Et işte! onun yerine şinitzel yiyip yanında mis gibi bir Alman birası içmeyi her zaman tercih ederim. Ama biz Türkler ne yediğimizden emin olmak istiyoruz. Biliyorsun sen Türklerdeki o kaygıyı. “Domuz eti yoktur değil mi yemekte?”
      En yakın arkadaşlarıma da söylüyorum. Yahu sorarsın adama. Yok diyorsa, yoktur. Ama şöyle düşünüyorlar, adamlar biz bilmeden bize domuz yedirir. Ya aslında demem şu ki, güya biftek olunca çok eminler et yediklerinden. Bence o düşünceyle ete saldırıyorlar. Beklerken sırada öyle çok Türk vardı ki şaşırdım.
      Elbet yolum Almanya’ya düşecek. Her şey böyle kalmayacak ya. Düzelecek, geçecek. Aynı mekanda, uygun zamanlarda olursak çok isterim seni görmek. Şimdilik kısmete bırakıyorum görüşmemizi. Ve davetin için çok teşekkür ediyorum.

  3. buket diyor ki:

    Ben seviyorum Almanyanın özellikle kırsalını. keşke Bavyera da hayatımı devam
    ettirebilseydim diye hep düşünmüşümdür. Almanların kurallı çalışkanlığı da tam bana
    göre çünkü savruk yaşamayı sevmem. Hem Avrupanın göbeğinde , nereye
    gitmek istersen gidersin rahatlıkla.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Yukarıya bakınız: Semi’nin yorumu.
      Çok yaşlı varmış Bavyera’da. O kadar yaşlı nüfus istemeyiz değil mi? Biraz heyecan iyi olur hepimiz için 😊 Fransa kırsalı da öyle bence. Ama çok güzeller. İnsana, insanı hatırlatıyor doğa. Seviyorum ben de o yüzden. Senin rotalarından birini izleyeceğim inşallah bir gün.

  4. Esen diyor ki:

    Heyecanla okudum tüm yazdıklarını Özlem ama babanla ilgili özlemini anlattığın satırlarda burnumun direği sızladı..
    Çabuk gelsin özgür ve sağlıklı günler dilerim..

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Esen’cim aynı dileklere katılıyorum. Bu günlerin de bize anlatmak istediği bir şey var. Sanırım bunu anlamamız gerek. Kendi adıma evde olmaktan sıkılmadım daha. Cam dışarı bakıyor sığınacak bir yeri olmayanlara, ya da başka dertleri olanlara üzülüyorum. Bayramlarda tatillere de değil de aile büyüklerine gitmek istiyorum. Böyle düşünceler gelince aklıma da şöyle diyorum: Evet! Gençliğin o kimseyi umursamayan, çılgın hali gitmiş senden. Yaş almak böyle bir şey sanırım. Toprağı, ekmeği sevmek, anlayamıyorum dediğin anneni anlamaya başlamak, kendinden başkalarını düşünerek üzülmek.
      Çok güzel günler diliyorum sana. Yüreğin, kelimelerin gibi. Sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir