Sen Çal Kapımı

Covid günlerinde kendi çapımda bir dizi analizi: Sen Çal Kapımı. Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in başrollerini paylaştığı bu dizi yazımı güzelleştiren şeylerden biri oldu arkadaşlar.

Covid bunalımlı geçiyor. Nasıl geçsin ki? Dilediğimiz gibi gezemiyor, dilediğimiz gibi sarılamıyor, sevdiklerimizle birlikte olamıyoruz. Ara ara kaçamak yapıyoruz yapmasına ama yine de… Yaz günlerinde bahçede mesafeli oturuyor, yemek yiyor, şarabımızı içiyorduk. Şimdilerde oldukça mesafeliyiz birbirimize. İnsan bir dikkatsizlik sonucunda birilerini hasta etmekten, sevdiklerine sebep olmaktan çekiniyor. Bugünlerde muhtemelen fark edildiği üzere yazmıyor, okumuyor, sadece yaşıyorum. Nefes alıp verdiğim için şükretmekten ve tüm aklımı işime vermekten başka yaptığım bir halt yok. Buna da şükür diyorum.

Türk dizisi izleyelim mi: Sen Çal Kapımı

Covid zamanlarının hayatıma kattığı tek şey bir Türk dizisi oldu: Sen Çal Kapımı. Dizinin başladığı ilk gün (en son dün 22. bölümü izledim yanılmıyorsam) annem bizde kalıyordu. Televizyonda Fox Tv açıktı ve ben annemle konuşurken dizi başladı. Aaa komikmiş bu yaa falan derken çarşamba akşamları annemle Sen Çal Kapımı izler olduk. Ekrandaki vurdulu kırdılı, töreli, kan davalı, bağırmalı çağırmalı dizilerden hiçbir zaman haz etmedim. Bir de diziler reklamlarla falan öyle uzun saatlere yayılıyor ki benim için böyle bir zaman kaybı hiçbir zaman tolere edilebilir bir şey olmadı. Gel gör ki annemle paylaştığımız bir alışkanlık oldu Sen Çal Kapımı. Covid zamanlarımızın ortak paylaşımı. 😎

Sen Çal Kapımı

Dizideki tüm oyuncuları ayrı ayrı sevdim. (Başrol oyuncularını bir kenara bırakacak olursam diğer oyuncular için bile seyredilir bu dizi. Öyle komik, öyle doğal, öyle rolü başka yere götüren oyuncular var ki dizide.) Birbirlerinden hoşlanan çiftler, çaktırmadan yapılan göndermeler, naiflik, minik kıskançlık kavgalarının tümü çok iyi geldi bana. Kaldı ki kamera arkası görüntüleri de çok sevimliydi. Dizi benim için covid zamanında alınan taze bir nefesti. Senaristi merak edip baktığımda (Ayşe Üner Kutlu) aynı jenerasyondan olduğumuzu fark ettim. İşin burasında senariste pozitif bir ayrımcılık yapmış olabilirim çünkü yazdığı her şeyde kendime ait bir şeyler buluyordum. Bugün bile Küçük Prens’in fazlasıyla abartılmış, -bence abartılmış  için kullanılan İngilizce “overrated” kelimesi daha iyi açıklıyor demek istediğimi-, bir kitap olduğunu düşünsem de esas oğlanın babasının her doğum gününde bu kitabın ilk baskılarından birini oğluna alması oldukça şık bir davranıştı. Ben de bunu Kuzey’e yapabilirim çünkü. En çok sevdiğim şeyle bağ kurmak isteyebilirim oğlumla. Pek iyi bir baba figürü olmasa da babanın içinde bir ışığın olduğunun göstergesiydi bu naif hediye. (Gerçi baba son bölümde bambaşka bir kişiye evrilip diziden ayrıldı.)

Neden vurdulu kırdılı, acılı dizileri seviyoruz?

Sonra zaman ilerledi. Dizide onlarca yol alındı. Dizinin başındaki sahte nişanlılık olayı gerçek aşka dönüştü. O tarihten sonra da olanlar oldu fikrimce. Yaz dönemi bitmiş, dizi keyifle izlenmiş ve kış dönemine geçiş yapılmıştı. Televizyon yani dizi dünyasında olan bitenden bir haber olan ben dizinin saadet döneminin devam edeceğini zannediyordum. Oysa işler öyle olmuyormuş. Osmanlı Devletinin anlı şanlı tarihini evlerimize getiren sakallı abiler, karısını etrafındaki herkesle aldatan maço erkekler televizyon ekranlarında boy gösterince benim dizi de biraz strese girdi anladığım kadarıyla. Açık olan bir şey vardı: Türk halkı Kuruluş/ Diriliş Osmanlısını seviyor, aldatılan çaresiz kadını izlemekten keyif alıyor, ekran başında ağlamayı seviyordu. Ben de bu durumun böyle olduğunu biliyordum ve yıllardır da uzak duruyordum televizyon ekranından ama yine de bir hayal kırıklığı yüreğime geldi oturdu.

Dizinin izlenme oranlarının düşmesinden ziyade senaristin (ekranda kalabilmek için sanırım) dram yaratmak adına birbiri ardına sıraladığı klişe sahneler Küçük Prens’ten dizinin başrol oyuncularına fal baktıran, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’ndan sahneler okutan senaristine yakışmadı. Başlangıçta güzel sahneler vardı bana iyi gelen. Mesela dizideki başrol oyuncusu, “Ben Eda’nın başka bir erkekle olmasına dayanamam.” diyordu ama ardından en yakın arkadaşı da, “Sen söyleyeceğini söylersin ama nitecede kızdan ayrıldın. Kız bitti diyorsa bitmiştir.” diyordu. Böyle güzel cümleler dökülüyordu oyuncuların dudaklarından.

Sen Çal Kapımı
Sen Çal Kapımı: Ben bu arkadaşlığı çok sevdim.

Sen Çal Kapımı: Peki şimdi ne olacak?

Sonra yavaş yavaş ritim bozuldu sanki. Kantarın topuzu benim baktığım yerden, belki de sadece bana göre biraz kaymış gözüküyordu. Dizi ilkokul müsameresi kıvamındaki bir gösteriye dönüştü. Ardından karakterlere atfedilmiş özellikler ilerleyen bölümlerle birlikte değişiklik gösterdi. Gerçekliklerini yitirdi. Aşkından ölen esas erkek kızı terk edip hiç aşk acısı çekmedi; esas kız düştüğü yerden hooop diyerek kalktı. Anlatılanlara göre güçlü karakterdi Eda, fevriydi, ne zaman ne yapacağı belli olmuyordu falan. Ama arkadaş bir insan bu kadar mı karşısındakini hiç dinlemeyen bir insan olur, bu kadar mı peşin hükümlü olur, bu kadar mı çok bilir yahu?

Tamam, kadınları seviyorum. Pozitif ayrımcılık yapıyorum ama ekran karşısında ne kadar vuran, kıran, bağıran bir erkek görmek istemiyorsam bunların aynısını yapan bir kadını da görmek istemiyorum. Sanırım esas oğlan dün itibariyle üçüncü tokatını yedi kızdan. Gerçekten soruyorum: Bir kadının bir erkeğe tokat atmasında romantik bir yan gören birileri var mı burada? Neden tokat atarsın arkadaş? Sonra neden devamlı, her sinirlendiğinde birilerinin evindeki sana ait olmayan cam eşyaları yere fırlatıp tuzla buz edersin? Güçlü kadın karakteri bu mu? Yoksa ben mi yanlış anladım?

Diyalog denilen şeyin ne olduğunu biliyor muyuz sahiden?

Gelelim kısır diyaloglara. Senaristin daha önceki yapımlarını bilmiyorum. Vallahi pek merak da etmiyorum. Ama dünkü bölümü izledikten sonra sadece şunu düşündüm. Bu senarist sanırım tüm yaşamı televizyon dizilerini seyrederek öğrenmiş olmalı. Yoksa konuşma denilen şeyin nasıl bir şey olduğundan azıcık haberdar olurdu. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar be güzel kardeşim. Erkek karakter, “İyi misin?”den başka bir şey demiyor arkadaş. Konuştur şu insanları yahu!

Önceki bölümlerde onlarca güzel sahne yaratan senarist nereye gitti?
Birbirinden ayrı kalan, her şeye rağmen aralarına koydukları engellerden kavuşamasalar da birbirlerinden ayrılmamak için yanıp tutuşan bir çifti masaya oturtunca sadece patatesten mi bahseder arkadaş bu insanlar? Yok patates kadar lezzetsiz bir şey nasıl olurmuş da bir şefin elinde böyle lezzetli bir şeye dönüşürmüş falan. Yok patatesi soğutmayalımmış. Bu mudur? Sahiden bu mudur?

Ve gelelim kıskançlık sahnelerine. Yoksa gelmeyelim mi yahu? Bu sevimsizlik, bu klişe nedir? Adam bir gün önce evine gelen tüm arkadaşlarını sevdiği kadının ona gelmesi ihtimali yüzünden paketlemedi mi? Bir gün sonra neden hiç tanımadığı bir kadını evine alıp elini tuttu? Diyelim ki bir sonraki bölümde düzelecek her şey; tamam da, değer mi böyle bir klişeye? Dizinin başından beri çizdiğiniz karakter ne oldu şimdi? Ben söyleyeyim: Çöp oldu.

Sayın senarist sanırım Covid sizi de vurdu. Yoruldunuz anlıyorum da tıpkı son bölümde dediğiniz gibi fazla nazın aşık usandırdığı gibi, fazla klişe de benim gibi romantik komedi sevenleri Türk romantik komedilerinden usandırıyor. Keşke başladığınız yoldan gitseydiniz, karakterleri de maymuna çevirmeseydiniz. Sanırım ben Meg Ryan- Tom Hanks komedilerine geri dönüş yapıp yüzümü güldürmeye çalışacağım bu saatten sonra.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Sen Çal Kapımı” yazısında 2 düşünce

  1. Sezer Eser Perker diyor ki:

    Oh! Nihayet bir yazı geldi:) Seni merak ediyordum Özlem. Biraz daha geçsin mesaj yazayım düşüncesindeydim. Genelde hepimiz gibi sıkıntılı, özelde bir parça iyi olmana sevindim. Dış dünyaya kapalıyız, anlatacak şeylerimiz kısıtlı ama bir diziden bile uzun bir yazı çıkarmışsın bak! Yani bence yazmaya devam et, kendini özletme:) Öpüyorum seni kocaman.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Merhaba,
      Vallahi bitki gibi yaşadığım bir dönem. Haftada bir bu diziyi izlemek dışında yaptığım bir şey yok. Dizide olanlar da canımı sıkmaya başlayınca mini bir patlama yaşadım sanırım. Artık güzel şeyler olsun istiyorum. Ama düzelen bir şey yok. Senin sıkı önlemlerle ilerlediğini biliyorum. Biz işe gidip geliyoruz. Maske takıyoruz, ellerimizi devamlı yıkıyoruz. Onun dışında yaptığımız bir şey yok. Şimdilik yakalanmadan bu tarihe kadar geldik ama çok yorulduk, sıkıldık, bunaldım. Dilediğince yaşayamamak ne zormuş. Ekonomik sıkıntılar da cabası. Şimdi bir de kış koşulları eklendi pandemi sürecine. Devamlı negatif şeyler düşünmek insanı ister istemez depresyona sürüklüyor. Günlük küçük mutlulukların peşine takılmaya çalışıyorum ama zorlanıyorum. İlk defa depresyon denen şeyin öyle atlatması kolay bir şey olmadığını fark ettim. Allah gerçekten zorda olanlara yardım etsin. Bu sene tuhaf bir yıldı. Ama yıl mı tuhaf yoksa biz insanlar mı toplu olarak kafayı yedik karar veremiyorum. Keşkeler çok fazla oldu bu sene. Yine de her bunaldığımda “iyi ki…” cümlesini de kurdum sıklıkla. Yazmayı her ne kadar çok özlediysem de zor geliyor bilgisayarın başına geçmek.
      Şimdiden sana güzel bir yıl dileyeyim. Her şey gönlünce olsun.
      Sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir