Acı bir seçim yazısı

İlk defa seçim hakkında yazıyor olabilirim. Kızgınlık, kırgınlık ve umutsuzluğumun yazacağım birkaç satıra ihtiyacı var. Birkaç paragrafın ardından kendime bu yazdıklarımdan sonra öfkelenecek, ardından da pek bir işe yaramayan merhemimle kendimi iyileştirmeye çalışacağım. 

Son günlerde, nihayet mutlu bir pazartesi sabahına uyanacağımıza inanıyordum. An itibariyle herkesin bildiği gibi, sonsuz mutsuz bir sabaha gözlerimi açtım. Çok yükselmiş olmalıyım ki sert bir düşüş yaşadım. Kolum, kanadım kırık, boğazımda kocaman bir yumru, midemin içinde alev alev yanan bir ateş…

Küçük mutluluk anları
Küçük mutluluk anları

Hâl böyle olunca işe gelip köşeme çekildim. Bir kahve yaptım, Spotify’den en çok dinlediğim şarkıları açtım, sakin kalmaya çalışıyor, bana bunları yaşatanlardan öç almayı planlıyorum. Ay benim alacağım öçten ne olacak? Şimdilik aklıma gelen tüm çözüm bunlara inat keyifle, mutlulukla yaşamak… Gerçekten ama gerçekten inadına yaşamak! Bize bunları yaşatanları, meclise kimleri gönderdiklerini düşünmeden oy verenleri görmeyi, anlamayı, empati kurmayı bu saatten sonra reddediyorum. Canı isteyen de beni reddetsin.

İsteyen istediği yardımı yapıp, “Aç, susuz, evsiz kalan insan ajitasyonu!” yapabilir ama ben bundan sonra bunları duymamak için elimden geleni yapacağım. Daha önce de benzer durumlarla karşı karşıya kalmıştık aslında. Soma’da yerde tekmelenen madenci yakınları adına üzülmüş, insanların yaşadıkları acılar karşısında öfkelenmiştim. Sonraki ilk seçimde Soma oylarıyla nasıl yönetilmek istediğini bize göstermişti; ben duymamış, görmemiştim. Şimdi de deprem bölgesi seçmeninden ciddi bir tokat yedim. Oy vermek vatandaşlık görevimiz ve elbette herkes inandığı kişiden, partiden yana tercihini yapar.

Ben de kendi tercihimi yapıyorum: Bu saatten sonra başkalarının ayıpları adına utanmaktan vazgeçiyor ve hayatımı istediğim gibi yaşayacağımı beyan ediyorum. Hayat, anlamayacak insanlar adına üzülmek ve utanç duymak için çok kısa. 

Seçim hakkında bu kadar konuşmak yeter!

Malum bizim evin kutlu doğum ayları mayıs, haziran. Mayısta Kuzey ve benim, haziranda da Selçuk’un doğum günü var. Bir de sanki etrafımdaki herkes Boğa ve İkizler 😍 Hayat Boğa ve İkizlerle çok güzel geçiyor. Hep birlikte birbiri ardına pastalar kesiyor, peynir tabakları hazırlayıp bir de şarap açıyoruz yanına. Çay, kahve de var elbette; artık paşa gönlümüz nasıl isterse.

Belki doğum günüm olduğumdan, belki mayıs benim için bahar demek olduğundan hayal kurmak için özel çaba sarf ettiğim, hayal defterimi açıp baktığım, güzel şeylerin olması için çaba harcadığım bir dönemden geçiyorum. Gitmeyi çok uzun zamandır hayal ettiğim bir destinasyon için turlarla görüşüyor, hayalimin şekillenmesi için önümdeki kumaşı tıpkı bir terzi gibi kesip biçiyorum. An itibariyle hızla yükselen, yükselecek olan dövizi düşünmüyorum. Onu bir üst paragraftaki kızgın olduğum insanlar düşünsün. (Güya bitirmiştim seçim mevzusunu)

Bu aralar yavaş okuyorum. Ülkenin gergin politik durumundan ziyade dikkatimin dağınık olması da okuyamamamın temel sebeplerinden biri. Sosyal medyada çok fazla zaman harcıyorum. Kitap okurken de telefonum yanımda ve sıklıkla ya bir şeyi merak edip telefonu elime alıyorum, ya gelen bir bildirime bakıp dağılıyorum. Yapacaklarım bir türlü bitmiyor: Kalkıp bir çay alıyorum, tuvalete gidiyorum, makineye çamaşır atıyorum.

Koltuğa uzanıp bir kitabın sayfalarının arasında tamamıyla kaybolduğum zamanları özlemle hatırlıyorum. Benim için etrafımı unutacak kadar bir kitaba kapılıp gitmek gibisi yok. Aynı durum meditasyon için de geçerli. Oturduğum yerde kendimle yirmi dakika kalmayı mümkünü yok başaramıyorum. Kendimi zorlayarak spor yapıyorum. Hayat beni zorlarken ben de hayatı zorluyorum gibi hissediyorum.

En son ne okudum?

1 Mayıstan faydalanılan tatil için gittiğimiz Bodrum’a “Confessions of a Forty-Something F**k Up” (40’lı yaşların İtirafları: Nasıl Batırdım?) adlı kitabı götürmüştüm. Gerçek şu ki kitabı götürdüğüm gibi geri getirdim. Elbette terasta güneşlenip biramı içerken bir poz fotoğraf çekmeyi, onu da Instagramda paylaşmayı unutmadım. Eh, Instagramda paylaşmadıktan sonra Bodrum’a gitmenin ne anlamı var ama di mi? (Blog yazarı buradan bir yere varmaya çalışacak.)

Benim için hayat gerçekten de böyle değil. İç dünyamda sosyal medyanın içinde ya da dışında olmak üzerine bitmeyen tartışmalar yaşıyorum. İçinde olup aktif bir kullanıcı da olamadığım gibi, “Hadi dükkanı kapatıyoruz.” deyip kendi yoluma da gidemiyorum. Tıpkı kitapta anlatıldığı üzere, hayatımızın sadece en muhteşem anlarını paylaştığımız fotoğraflar, mutluluk saçan etiketler birçoğumuzun hayatına bir kabus gibi çöküp bizi mutsuz ediyor. Hadi ama, “Kim kocamla kavga ettim.” diye bir paylaşım yapar? Ya gidip geldikten sonra bile oradaymış gibi yayınlanmaya devam eden seyahat/ tatil paylaşımlarına ne demeli?

Hayatının en güzel dönemini yaşayan, onun yaşına dönmek için tüm kazandıklarımı vermeye razı olduğum oğlumun hayatı bile zaman zaman beni sinir ederken, “bitmeyen tatillere, güya eve devamlı bir demet çiçekle gelen kocalara, günde üç kitap okuyan kitap profillerine!!!” neden sinir olmayayım? Bir de devamlı sağlıklı yaşamdan bahseden, özlü sözler yazan tipler var.

Hah işte! Bu kitap tüm bu yukarda saydıklarımdan sınıfta kalmış, kırklı yaşlarının bir yerinde tüm arkadaşları evlenip çoluk çocuğa karışıp kariyerlerini zirvesindeyken, beş parasız ve bekar olarak tekrar başladığı yere dönen Nell’i anlatıyor.

İtiraf edeyim, biraz burun kıvırarak bakarım böyle kitaplara. (Buna kibirli olmak deniyor.) Ama bu kitaptan inanılmaz keyif aldım. Londra dönüşü böyle birkaç kitabı daha attım heybeme. Sanırım kırklı yaşlarımın sonuna geldiğim şu günlerde belli ki seçimlerle, yaşlanmakla ve kırklı yaşlarımın muhasebesiyle bir derdim var. O yüzden sinirli ihtiyarlar gibi kendime kızma hakkını veriyorum.

Mutlu olmak bizim de hakkımız…

Dün akşam Kuzey’le seçim ve sandığa gitmeyen insanlar hakkında konuştuk. Bana şöyle dedi: Bizim gibi bir ülkede apolitik olmak şımarıklıktan başka bir şey değil. Oğlum diye demiyorum, kalkıp öpmek istedim.

Yurtdışına çıktığımızda en çok insanların tasasızlığını seviyorum. Önceden Türkiye’den bi’haber insanlara bu nasıl bir cahillik diye kızardım. Şimdilerde o halde olmak için sonsuz bir istek duyuyorum. New York’un yeşillikler içindeki bir parkında elimde bir kahve, bir de kitapla başka ülkelerin gündeminden bi’haber olmaktan daha güzel ne olabilir?

Hiçbir şey!

Sözün özü şu: Tek bir hayatımız var ve bu hayat yaşadığımız güzel anlardan ibaret. Hayal kurmak, daha güzeli istemek insanın en doğal hakkı. Ne zaman mutlu yaşam hakkımızın elimizden alındığını düşünsem içim öfkeyle doluyor. Sadece çocuklarımızın yarınları elimizden alınıyor diye değil öfkem; mevcut iktidar bizim de gençliğimizi, hayallerimizi elimizden aldı. O yüzden ne zaman umutsuzluğa düşsem ya bir kitaba sığınıyorum ya da blogumda paylaştığım mutluluk dolu anlarıma. Paul Auster’ın 4321 adlı kitabına dair paylaştığım yazıda şöyle güzel bir paragraf yazmışım bir zamanlar:

“Rastlantılarla şekillenen hayatlara inanıyor Paul Auster; ben de öyle! Ne zaman Paul Auster’dan bahsetsem, hayatta bir yerlerde bizi bekleyen bir şeyler olduğu ve o şeylerin de nedense hep güzel şeyler olduğunu düşünüyorum. Ne zaman hayatla aramdaki bağ zayıflasa, umuda olan inancım pamuk ipliğine bağlı gibi kopmakla kopmamak arasında sallanıp dursa raftan bir Paul Auster çekiyorum. Yazarın her sözcüğünün umut sözcüğü olduğunu iddia etmiyorum ama o kelimelerin içinde umut taşıyan bir şey var ve bu bana her seferinde ulaşıyor.”

İçimdeki karışık hisler ve kafa karışıklığımla ortaya karışık bir yazı çıktı. (Aynı cümle içindeki üç adet karışık kelimesi kafanızı daha da karıştırmak için. ) Bir şeyler anlatmaktan çok şifa niyetine yazılmış bir yazı. Bu sefer de böyle olsun.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Acı bir seçim yazısı” yazısında 6 düşünce

  1. Sonat diyor ki:

    Canım Özlem’cim.
    Tüm kalbimle sımsıkı sarılmak istedim sana. Ülkenin yarısı benzer bir ruh halinde… Pazartesi sabahı dışarı çıktığımda, koca şehrin sesinin kaybolduğunu hissettim. Sadece insanlar değildi susan. Kuşlar da ötmüyordu sanki, rüzgarın bile sesi yoktu… İçimde öyle büyük bir öfke, öyle şiddetli bir hayal kırıklığı vardı ki, zihnim dış dünyaya kilit vurmuştu adeta. Böyle yaşamayı hak etmiyoruz. Ama eldeki malzeme ile de bundan ötesini başaramıyoruz ne yazık ki.
    Okuyamamak, daha doğrusu okurken başka şeylere dalıp gitmek, okuyup okuyup ben ne okudum şimdi diye geri dönmek sanırım hepimizin ortak derdi bu süreçte. Dur diyor zihin bence. Duruyorum ben de, takılmıyorum bu hale pek. Farklı işlerle oyalıyorum kendimi. Çini yapıyorum, dolap düzeltiyorum, yürüyüşe çıkıyorum, dizi izliyorum, yeni gezi rotalarının hayallerini kuruyorum, biraz okumaya çabalıyorum, dikkatim dağılınca tekrar çini yapıyorum, podcast ya da okuyamadığım kitapları dinliyorum, tekrar dizi-film izliyorum, yürüyüşe çıkıyorum, hayal kuruyorum… Delirmemek için ne bedenimi, ne zihnimi boş bırakıyorum anlayacağın.
    Şairin dediği gibi “Yaşamanın, sevmek gibi gönülden olacağı, tek şikayetin ölümden olacağı” günler gelir mi bilmem ama, bunu umut etmekten asla vazgeçmeyeceğim sanırım Özlem’cim…
    Sevgi ve dostlukla…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ah Sonat’cım,
      Her seferinde nasıl da iyi geliyorsun bana.
      Sen yazınca,
      “Memleket isterim
      Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
      Olursa bir şikayet ölümden olsun.” diyen şairin dizelerini okudum ben de Kuzey’e. Ne güzel söylemiş dedik, o günlerin o hayalimizdeki memleketin olacağına dair umudumuzu yitirmiş olarak. Her seferinde umudumu yükseltip sonra o bildik öfkemin, hayal kırıklığımın içine düşmekten yoruldum. Benim de yapmam gereken şey tıpkı senin gibi beni iyi edecekler listesini oluşturmam. İnsana dolap toparlamaktan daha iyi gelecek ne var şu dünyada? Yeni rotalar planlamayı ben de istiyorum. O zaman da hızla yükselen dövize, bir seyahatin total masrafına bakıp bizi bu hale getirenlere yine öfkeleniyorum 🙂
      Hep aynı şey! Kabullenmeyi ve bırakmayı bir öğrensem :))
      Çok, ama çok öpüyorum seni. Buraya uğrayıp çok uzaklardan bana sarılman öyle iyi geliyor ki. İyi ki varsın, iyi ki uğrayıp selam veriyorsun bana. Bir de seyahatlerinle ilham oluyorsun bana. Bunu da unutma olur mu?
      Tüm kalbimle….

  2. elif diyor ki:

    Tıpkısının aynısı hallerdeyim Özlem. Sosyal medya hesaplarımdan tüm siyasi, eleştirel vb hesapları sildim. Sadece çiçek/böcek/sanat/kitap / dans görmeye niyet ettim. Gerçekten isteyen b.kunda boğulsun! Bana ne oluyor? Bodrum’da yaşıyorum, deniz 1 km ötemde, hayat bana güzel. ( İçim başka şeyler söylese de modum bu olsun diye uğraşıyorum)

    Aldım Didem Madak’ı akşam, ağladım da ağladım. Her şeye.. Olmuşlara, olacaklara, ziyan olan zamanlarımıza. Elimden bu geldi.

    Telefonu ulaşamayacağım bir yere koymadan kitap okuyamıyorum. Yok olmuyor. Alışveriş batağına düştüm fena halde. İcapçı değilsem uçak moduna alıp üst katta bırakıyorum o derece.

    Ne olursa olsun, 2 kişiden biri hala muhalif 🙂

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Elif,
      Seçimle ilgili çok fena fikirlerim var. Kaybedildiğine inanmak istemiyorum. Hiç inandırıcı gelmiyor bana. Bunca şeyin üstüne. Ama artık düşünmek de istemiyorum. Madem dibe batmak istiyor insanlar, hep birlikte batarız. kendi hayatımdan öte başka bir şey düşünmemeye karar verdim. Bunca üzüntü yeter! Sadece kendim gibi düşünenler için hayallerindeki hayatı diliyorum. Diğerleri de kendi hayallerindeki hayatı yaşasınlar.
      İçimden fırlamak isteyen kelimeleri susturuyorum. Biraz sakinleşip beklemekten başka çaremiz yok. Umut hep var, ne yapalım?
      Çoook öpüyorum.
      Sevgiler

  3. esen diyor ki:

    Ya Özlem, ne tatlı bir post bu, sözün özü ile başlayan paragrafa, parantez içindeki iç dökmelere, kızdıklarına, yazdıklarına çok kalp bıraktım.. Şifa niyetine yazmışsın, yine yaz böylece hep, şifa çok lazım bu dönemde hepimize. Ruhlarımız pek yaralı 🙁 Öperim çok..

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Esen,
      Nasıl daha iyi olacağız bilmiyorum. Umarım kalplerimiz aydınlanır, bahar bir an önce gelir, huzur duyarız. Ülke ekonomisine, kendi ekonomime falan bakmadan bir şeyler yapmak, yollara düşmek falan istiyorum. Du’ bakalım neler göreceğiz daha?
      Çok öpüyorum seni.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir