Hayat akıp giderken: İş stresi ile nasıl başa çıkmalı?

Bugün hayatımdaki en büyük stresten, iş stresinden bahsedeceğim. Hiç konuşmam oysa işten güçten. Son zamanlar içinden çıkamadığım iş, beraberinde yakama takılan iş stresi hayatımı kabusa çevirdi.

Yapılması gereken- gerekmeyen, iş icabı, mecburi, öylesine her şeyi bıraktım bugün. Yazmaya ihtiyacım var. Kafamın susmasına, stresimi kaldırıp atmaya, biraz kendime dönmeye ihtiyacım var. Onlarca kez yazdım buradan. Yazmak hep iyi geliyor bana; ama bile bile yazmıyor, birbirinin tekrarı olan onca şeyin içinde yuvarlanıp duruyorum. Dünya ben olmasam da dönecek. Bunu bilmeme rağmen aynı hataları yapmaya devam ediyor, aynı iç sıkıntısı ile uyanıyor, çoğu şeyin aslında çok düzgün gittiği hayatımda işe takılıp kalıyorum.

Life Lately
Life Lately

Ne işmiş yahu! Ne iş stresiymiş, ne iş yorgunluğuymuş. Olan olmayan her şey beni streslendiriyor. Ülkenin bitmeyen sosyal, ekonomik dertleri geceleri uykumu kaçırıyor. Ne afetlerden bir nefes alabiliyor, ne politik bağırış-çağırışlardan uzak kalabiliyoruz. Ne spor kurtarıyor ruhumu, ne meditasyon, ne de yüzümün orasına burasına parmaklarımla vurup durmam. (Spiritüel Özlem)

İnsan olmaktan, mutlu olmayı istemekten utanç duyar hale geldik. Ama ülkenin bu hali bizim suçumuz değil ki. Neden kendi suçumun olmadığı bunca şey yüzünden hem acı çekiyor, hem de utanç duyuyorum? Yakında bir seçim var. Hep birlikte göreceğiz ne tarafa doğru gittiğimizi.

Hayatımızı olumsuz etkileyen şeyler: İş stresi

Eh, yazının birkaç paragraf süren ilk kısmını geçtikten sonra aklıma gelen ilk düşünce: Yazıyı silmek.

Hayata olumlu tarafından bakan bir insan değilim; hani şu bardağın dolu tarafından ziyade boş tarafını görenler var ya, hah işte ben onlardanım. İyi tarafım, bu yaklaşımımın farkında olmam. Olumsuzlukları yazarak kaleme almaktan hiç hoşlanmıyorum. Negatif düşüncelerin dillendirildikçe çoğaldığını düşünüyorum. Hani şu, “Off biliyorum ama konuşmak istemiyorum.” dediğimiz olaylara yaklaşımımız gibi benim bu duruma tavrım. Bir şey yapıyorsam yaptığım şeyle ilgilenenler beni beğensin istiyorum. O yapılan şeye ilgi duyan gerçek merak sahipleri. Mesela herkes kitap okuyormuş gibi davranmak zorunda değil; herkes kitap okumak zorunda da değil. Gençliğe, gençliğimize özlemle baktığımız için bu zamanın bizim zamanımıza uymayan şarkılarını dinlemek zorunda değiliz bence. Genç kalmayı istemek, yıllar geçtikçe birbirinin yamacına, kıyısına yerleşen kırışıklıklarla başa çıkmaya çalışmak zor biliyorum ama bizden bir önceki nesille aynı hayat bakışına sahip olmamız şart da değilmiş gibi geliyor bana.

Life Lately
Life Lately

Kuzey’in dinlediği her şarkıcıyı bilmiyorum. Bir ara müzik konusunda onunla daha fazla bağ kurmaya çalışıyordum Şimdilerde kendimi zorladığım, hırsla öğrenmek için çaba harcadığım zamanları geride bıraktım. Zaten buluştuğumuz birçok orta nokta var. Şükür ki Beatles hep Beatles, The Smiths albümleri bugün de hâlâ dinleniyor. Birlikte Depeche Mode şarkıları söyleyebiliyor, arabada The Cure dinleyebiliyoruz.

İşe gelince, bugüne kadar burada yaptığım işten çok az bahsettim. Günümün çoğu zamanını alan işimden bir de burada, nefes aldığım bu mecrada bahsetmeyi hiç istemedim. Hayatımın 27 senesini renklerin, çizimlerin, tabak-çanak desenlerinin ve koca baskı makinelerinin arasında geçirdim. Her sene Frankfurt’taki züccaciye fuarında yeni trendlerin, yeni tasarımların arasında gezindim. Kuruluşları yüz yıl öncesine dayanan porselen firmalarının “imza desenlerine” tanıdık gözlerle baktım. Zira hiçbir desen, hiçbir tasarım bizde olduğu gibi hızla, hunharca kullanılıp atılmıyordu oralarda. Bizde ise, hep daha yenisini, hep daha farklısını ister müşteriler.

Çünkü bizim gibi bir türlü Avrupa olamamış, Arap/ Ortadoğu kültürü arasında sıkışmış ülkeler hep ama hep daha yenisini isterler. “Başka ne var?”, “Yeni ne yaptık?” bir ürünü pazarlamanın tek yoludur. 

İşin bu yönü biraz da beni yoran, yeni ne yapsak diye durmadan düşündürüp beni strese boğan. Ama böyle hızlı yaşamaya, bu kadar çok üretmeye, durmadan arkandan koşturan varmış gibi koşmaya kim dayanır?

Yeni nesil kendi kıymetini daha çok biliyor.

Ah, kimse kusura bakmasın. Yeni nesil hiçbir şey bilmiyor ama kendi kıymetini çok iyi biliyor. İş stresi diye bir şeyin hayatlarında olacağını hiç düşünmüyorum. (Linç falan yemekle uğraşamam baştan söyleyeyim. Kızan olursa gitsin günlüğüne yazsın ya da blog açsın kendine. 😀)

İyi hissetmedikleri yerde durmuyorlar, kendilerini her şeyin en iyisine layık görüyorlar ve istemesini biliyorlar. Benim gibi istemenin ayıp olduğunun öğretildiği antik zamanlardan kalma bir nesile bunu anlatmak çok zor. Bizim bildiğimiz kavramlar çok çalışmak, sabretmeyi bilmek, tırnaklarınla kazıyarak kazanmak, önce hâk etmek, istememek ve olan her şeye şükretmek.

Geldiğimiz noktada, devletin de “Tamam kızım senin emekliliğin gelmiştir.” diyerek tasdik ettiği iş hayatımda yoruldum diyebiliyorum. İnsanlar, sorunları, istekleri yordu beni. Sanırım bundan kaçma isteği beni kendi kabuğuma çekilmeye zorluyor. Sorunlara çözüm bulmak istemiyorum. Uzun zamandan beri ilk defa insanlarla arama sınırlar koyuyorum. Vermek, yardım etmek iyi bir şey kabul ediyorum ama artık kendimizden, ruh sağlımızdan veriyorsak, yorgun ve bıkkın hissediyorsak bu yanlış!

Ben değil, son altı aydır gittiğim psikologum söylüyor bunu. 😀

Peki hayat ne söylüyor bana?

“İnceldiği yerden bırak, kopsun!” diyor ama bunu kabul edemiyorum. Koltuğundan bir türlü feragat etmeyen politikacılar gibi yıllarca emek verdiğim bir şeyi noktalamak zor geliyor. Öğrenmeye çalıştığım, “Olduğu kadar!” mottosu için belli ki biraz daha düşmem- kalkmam gerekecek. Oysa güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Hiç düşünmemek, ağaçların dallarının rüzgârın sesiyle birbirine sürtmesini dinlemek, hafiflemek.. “Can çıkmadan huy çıkmıyor.” dedikleri bu olsa gerek. Sanırım yüzden fazla fırın ekmek yemem gerekiyor derin bir nefes alabilmem için.

Bir blog yazısı için bu kadar can sıkmak yeter diyip güzel hayaller için bir köşeye çekiliyorum. Yazmak sahiden de iyi geldi. Başladığımdan daha iyi hissediyorum.

****

Şurada, geçen seneden beri pek de değişmediğimi gösteren bir YAZI var. Hatta geçen sene biraz daha umutluymuşum geldi. Eh, geçen seneden bu seneye kadar, “Daha kötüsü olmaz.” dediğim her şey başımıza geldi. İş stresi belki de bu olanların yanında hiçbir şey. Demek ki neymiş sahiden de ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmeliymişiz. Kapiş 😀

Başka bir blog yazısında da HAYAT EN GÜZEL HEDİYE demişim kendime. Ah Özlem, daha sık hatırlasana bunu.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Hayat akıp giderken: İş stresi ile nasıl başa çıkmalı?” yazısında 10 düşünce

  1. Sezer Eser Perker diyor ki:

    Yaşlandık:) Yaş aldıkça daha çok sorgular olduk. Dışımızda olan bitenler aklımızdakilere uymayınca yaşadığımız ikilimler daha çok yorar oldu. Kendi çözümümüzü yaratmaya çalışan bir gurup insanmışız gibi hissediyorum.
    Şu kullan-at huyumuza da değinmişsin ya? Seni çok iyi anlıyorum. Ne yazık ki çoğunluk olarak görgüsüz bir toplumuz. Dünya genelinde, zamanın gereği olarak her türlü meta çoğaldı ve biz hepsinin arasında görgüsüzce sahip olmaya çalışıp debelenmeye başladık. Zamanın getirilerini kaldıramadık. Zaten rafine zevklerimiz yok. Çünkü bunu edinmeye müsait bir ortam yok. Kişisel anlamda kendi çoluğuna çocuğuna öğretmeye çalışan az sayıda insan var yine. Ben bardağı dolu tarafından bakanlardanım biliyorsun:) Düzelir belki. Biraz durulup, hayatta ince zevklerin, kaybedilmemesi gereken değerlerin olduğunu görme imkânımız olursa, buna izin veren bir ortam doğarsa adım adım düzelir her şey.
    Seni sevgiyle kucaklıyorum…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Sezer’cim,
      Gelgitlerimin arasında yaşamaya çalışıyorum. Kızıyorum, öfkeleniyorum, sonra da sessizliğe bürünüyorum. Kalabalıklarda olmak istemiyorum. Kendimle kalmak, birileriyle görüşmekten daha kolay geliyor. Sevdiklerime bile kolayca kırılıyorum. Hâl böyle olunca, kırılganlığımı okşamaya, söylenenleri duymamaya ya da romantik komedilerde şifa bulmaya çalışıyorum. Eh, seçimlerin ilk kısmı da gelip geçtiğine göre umudu şimdilik on beş gün sonrasına erteledim. Olursa olur, olmazsa da yapacak bir şey yok zaten.
      Ben de seni, sevgiyle kucaklıyorum.

  2. Arzu Tırak diyor ki:

    Hoş geldin Õzlemmm. Sesini duymak iyi geldi ,umarım bizlerden gelen sesler de sana iyi gelir. Esnemeyen dal kırılır, derlerdi, bu sözün anlamını son zamanlar iyice öğretti bana. Esneyelim ki değişip gelişelim. Belki züğürt tesellisi ama olsun,…hayat daha baştan kendimizi kandırdığımız bir oyun değil mi sanki.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Arzu,
      Esnemek zor işmiş. Ama çalışıyorum. Köşelerimi törpülüyorum, kendime biraz daha yumuşak davranmaya çalışıyorum. Hep daha iyisi olmaya çalışmak zor. Bizim nesilin bunu öğrenmesi lazım. Ama haklısın, bence de hayat kendimizi baştan kandırmaya alıştığımız/ çalıştığımız bir oyun olabilir. Bugün mesela öğlen işten kaçıp yogaya gideceğim. Biraz kontrolü bırakmaya öyle ihtiyacım var ki.
      Bu arada senin de sesini burada duymak ne iyi geldi bana.
      Sevgiler

  3. buket diyor ki:

    Özlem az buz değil sende 27 yıldır çalıştığını söylüyorsun. Benimde 29 doluyor bu sene. eyt geldi şükür, işimin manevi tatmini çok fazla ama öğretmen maaşlarını biliyorsun eh işte. Fabrikalarda ofislerde monitör önünde ya da işleyen aletler arasında çok maaşlı bir işim olmadığına seviniyorum. Manevi olarak dedim ya mutluyum, köy okulu ve yaşamı olarak hele 8 yıldır mesleğimin en mutlu yıllarını yaşıyorum ama bu sene emekli olmaya kesin kararlıyım. üstelik maaşım 12 bine düşecekmiş ama özgürlük benim için daha önemli. dediğin gibi çocuklar dışında veliler, milli eğitim müdür camiası var yani canımızı sıkan insanlar ordusu bizde de çok. artık uğraşacak halim yok. en önemlisi yapmak istediklerimi yapacak gücüm olsun. 50 yaş döngüsü diye bir şey var. gücün tükenmeye başladığı, gençliğin bittiği bir dönemeç. ee üç kuruş daha fazla kazanacağım diye 6o yaşında haşat olmuş olarak emekli olmak istemiyorum.
    sen emekliliği nasıl değerlendiriyorsun bilmiyorum çünkü oğlun yurt dışında okuyor. siz özel sktörde çalışanların emekli maaşları kuşa çevrilmiyor en azından. ya da emekli olup da işe çift maaş devam edebiliyorsunuz. psikologa gidecek kadar umutsuz olduğunu bilmiyorum. ben hayatımı olumsuz etkileyen bir çok faktörden zaten uzaklaşmıştım. tek derdim kızım ve geleceği. yoksa insanların getirisi götürüsüne hiç önem vermiyorum çünkü uzağım. ülke siyasetinden de uzak kalmaya çalışıyorum, muhabbet ona gelince kaçıyorum ortamdan istedikleri kadar beni suçlasınlar duyarsız vatandaşlıkla. benim derdim başka bu dünya da , insanların ne diyeceği ne düşüneceği hiç ilgilendirmiyor. sadece sağlık olsun her taraf umutla dolu olduğunu biliyorum.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Buket’cim,
      Bunca uzun zaman insanlarla uğraşınca bıkıyorsun. Hayat herkes için zor; herkesin onca sorunu var ki o mutsuzluk her yere yansıyor. Negatif insanları hayatından uzaklaştır diyorlar; iş hayatından nasıl uzaklaştıracaksın. İstanbul bir de ayrı bir çile. Kazandırdıkları çok ama götürdükleri de çok. Benim emekli maaşı en alttan :))) Olsun, yapacak bir şey yok. Kuzey, okulu falan olunca bir müddet daha çalışırım. Çalışmayı, üretmeyi, kazandıklarımla seyahatlere çıkmayı seviyorum ama son bir senede yaşadıklarımız yetti artık dedirtiyor. Bir ülkenin ekonomisi bu kadar mı kötü yönetilir? Bunca insan bunu hak edecek ne yaptı? İşte bunları düşününce moralim bozuluyor.
      İşe karşı çok soğuduğumdan, ani öfke patlamaları yaşadığımdan psikologa gidiyorum. Umuyorum ki faydası vardır. Benim bardak öyle dolmuş ki artık en ufak bir şey taşma yapıyor bende. Ben de çok ülke durumu ile ilgilenmeyeyim desem de olmuyor. Dolarla uyanıp euro ile yatıyorum. Fatura kesiyorum, ödeme alana kadar döviz bazında zarar ediyorum. Böyle şeyler işte.
      Hâl böyle olunca ne blog yazmak geliyor içimden, ne de şöyle aklıma esip de sahile vurabiliyorum kendimi. Düzelcek diyorum kendime. İnşallah daha güzel günler görürüz.
      Çok öpüyorum seni de Pelin’i de.

  4. elif diyor ki:

    Yalnız değilsin Özlem. Koskoca Boğaziçi Köprüsü’nün adını bile yenisiyle değiştiren bir anlayışla yaşıyoruz neredeyse çeyrek asırdır. Yorgunluğumuzun yüzde doksan beşi bize ait değil.

    Öpüyorum, sarılıyorum.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Elif,
      Anlaşılmak iyi geliyor biliyor musun? Nasıl bir yirmi beş yıl. Ömrümüzü, hayallerimizi, hayatımızın en güzel günlerini çaldılar. Neşemizi söndürdüler. Umuyorum daha güzel göreceğiz.
      Ben de seni çok öpüyorum.

  5. Leylak Dalı diyor ki:

    Yazı öncesi telefonda peşin yorum yaptığım için kısa kesiyor ve sana kocaman sarılıyorum :)))
    Bu arada çok hamarattım, kargoyu yolladım, aile hekimine ilaç yazdırdım, eczaneye uğradım. Kesim kuaförüme gidip saçlarımın uzun bıraktığı arkasını kısalttırıp katlandırdım, sonra boya kuaförüme gidip (beni okuyan da Aysel Gürel sanacak), sol taraf içte bir tutama mor renk attırdım. Pek görünmüyor ama ben biliyorum ya olsun :)) Eve geldim 3 bölüm Terzi dizisi izledim, sonra ıspanak kavurdum, iki parça çamaşır yıkadım. Ardından kendimi çilekle ödüllendirdim. Şimdi alerji yaptığı için öksürüp duruyorum. İyi ki yorumu kısa kestim…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Leylağım,
      Vallahi müthiş işler başarmışsın. Tebrik ediyorum. Ben de bugünü kotarmaya çalışıyorum. Dün seninle konuştuktan sonra kötü bir haber aldım. Hep söylüyoruz ama ısrarla unutuyorum ben: hayatta sağlıktan başka hiçbir şeyin önemi yok. Keşke bunu devamlı anımsasam. Yüzümden güler yüz, kalbimden umut eksik olmasa. Ama ahhh ki ne ahhh!
      Ne güzel her aradığımda sesin kulağımda. Çok öpüyorum seni. İyi ki varsın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir