Mutluluk nedir, nerede bulunur?

Cuma, sonunda… Zor bir hafta. Öyle yorgunum ki mutluluktan bahsetmek istiyorum. Mutluluk ne ola ki sevgili arkadaşlar?

Uzun zamandır cuma günlerinin yolunu gözlüyorum. Hafta sonu evde olmak ve hiçbir şey yapmamak en büyük zevkim haline geldi. Bilindik üniversite kabulleri ve redleri yüzünden bir gülüp bir ağlasak da depresyonda değilim. Kuzey’in de olmaması için elimden geleni yapıyorum. Hayatın hepimiz için bir planı var. Çok istediğimiz bir şey olmuyorsa daha iyisi olacak diye düşünüyorum. Kaderci oldum iyice. Nasılsa üzülünce elimizden bir şey gelmiyor. İyisi mi çok da kasmamak.

Mutlu Zamanlar
Mutlu Zamanlar

Mutluluk nedir? Gündelik mutluluk halleri….

Peki benim bu hafta sonlarında evde oturma isteğim neden? Bir koltukta oturmak, çayımı içmek, kitabımı okumak ve çokça hayallere dalmak istiyorum. Hayallerimin çoğunu dünya dertleri ve ne yalan söyleyeyim en çok da kendi dertlerim bozuyor. Seyahat hayali kurarken paramızın değerinin ne çok düştüğünü düşünüp dertleniyorum; aman sağlık olsun çalışır kazanırız diyorum ama bu sefer de işlerin ne yazık ki eski seyrinde olmadığını düşünüp ruhumu karartıyorum. Tam Selçuk’un işlerine umut bağlayacağım bu sefer Ukrayna’daki savaş ve Selçuk’un tüm müşterilerinin can derdinde olduğunu düşünüp kederleniyorum. Yanıbaşımızdaki savaşa üzülürken içimdeki o kaygılı ve Türkiye’de yaşamaktan bıkmış insan, “Ay inşallah bize sıçramaz bu savaş!” diyor. Biliyorum haksızlık bu yaptığım ama ülke ekonomimizin artık daha fazla bir şeyi kaldırabileceğini sanmıyorum. En büyük temennim birisinin çok büyük cümleler kurmaması. Yoksa hooop biz de olmamamız gereken bir şeyin içindeyiz.

Mutluluk elimizde mi?

Geçen gün IG’de dinlediğim bir Budist rahibe kendisine sorulan soruya basit bir cevap verdi. Soru, etrafımızdaki acılara nasıl bakacağımız, bu acılarla nasıl yüzleşeceğimizle ilgiliydi. Siz mutlu olmadan bir şey yapamazsınız dedi. Sözün özü, çıldırmış dünya ile ilgili bir şey yapamayacağız. Yapabileceklerimiz kendi küçük dünyamızda mutlu birer insan olmaya çalışmak, sokak hayvanlarını besleyebilmek, etrafımızdaki  birkaç kişiye yardım edebilmekle sınırlı. Dünya mutluluğu bu bakış açısıyla sağlanır mı bilmiyorum ama dünyayı mutlu edemeyeceğimize göre en azından kendimizi mutlu etmeye çalışabiliriz. Benim elimden daha fazlası da gelmiyor zaten.

Uzun lafın kısası hem kendime hem size verdiğim mutluluk formülü hayatın elimizde tuttuğumuz ucunu salmaktan ibaret. Daha iyi şeylerin olacağına inanıp hayatın bize getireceği güzel şeylere inanmaktan başka çare yok.

Life Lately yazıları yazabilmek isterdim. Son zamanlarda demekten daha havalı geldi gözüme şimdi Life Lately demek. 😀

Son zamanlarda kaplumbağa hızıyla ilerleyerek kitap okuyorum. Akşam yemeklerinden sonra bir köşeye çekilip kitabımın içine gömülmeye çalışıyorum. Gerçi ne mümkün? Yüksek tempolu saçma Amerikan dizilerinin içinde buluyorum kendimi. Bayılıyorum bu dizilere. Hanna, Reacher, Jack Ryan… O da yetmeyince bu sefer Modern Love, Romanoff’s gibi dizilerle kafamı dağıtıyorum. Kaslı adamların dünyayı kurtarması ve kötüleri öldürmesi hoşuma gidiyor.

Daha önce bir kez okuma girişiminde bulunup, kim bilir ne sebeple otuzuncu sayfasında bıraktığım Atlıkarınca’da Bir Tur Daha isimli kitabı okuyorum. İtalyan yazar Tiziano Terzani’nin kanser olduktan sonraki hastalık dönemini ve şifa arayışını anlatan bir hayli kalın bir kitap bu. Çok severek okuduğumu belirteyim. Herhangi bir ajitasyona yer yermeden dünyanın çeşitli köşelerine yapılan şifa yolculuklarını anlatmış yazar. New York’ta başlayan yolculuk burada geçirilen ameliyat ve kemoterapi sürecinden sonra dünyanın alternatif tıp ve inanç köşelerine doğru ilerliyor.

Bir tutam mutluluk: Beauvoir okumaları

Sonra Simone’cuğum kitabı var. Paris dönüşü bir Shakespeare and Company ganimeti olarak aldığım sonradan keşfedilen kayıp kitabın etkisiyle olsa gerek Simone de Beauvoir’ın aynı zaman dilimini anlattığı Bir Genç Kızın Anıları kitabını okumaya başladım. Simone benim baş tacım. O yüzden hep severek okuyorum. Yazarın kitapları okumak açısından hem zor hem kolay bana sorarsanız. Ağır ağır ilerleyen bir zaman diliminin içinde uzun uzun sayfaların arasında konaklamayı seviyorsanız, bu durağanlıktan keyif alacaksınız. Ama aksiyon peşinde koşanların asla sevmeyeceği ve okuyamayacağı kitaplar bence Beauvoir kitapları. Özellikle de biyografik özellikler taşıyan kitapları. Bunca zamandır Beauvoir okumama ve Sartre ile olan ilişkisini anlamlandırmaya çalışmama rağmen kafamda ilişkilerini net bir yere oturtamadığımı da ekleyeyim. Beauvoir gibi bir kadın Sartre ile mutluluğu nasıl buldu bilmiyorum.

Buraya çok sevdiğim bir Beauvoir yazımı bırakıyorum. Lütfen linke tıklayın. Ben de tekrar okudum ve yine çok sevdim. Her yazdığım yazıyı böyle sevmiyorum elbette. Beauvoir okumalarına daldığım zamanki naifliğime vuruldum sanırım. Samimiyetime, korkularımı ifade edişime. Üstelik ne keyifli zaman geçirmişim Simone’la. Okurken nasıl mutlu olmuşum. Nasıl yazarı hayatımın yazmasaydım unutacağım bir zaman diliminde mutluluk kaynağı yapmışım onu sevdim. Basit mutluluklarım varmış benim. Ne olmuş onlara?

Mutluluk üzerine şimdilik son söz…

Hayat her zaman dileğimizi vermiyor bize. Bazen hiç düşünmediğimiz, ihtimal dışı bir şey gelip oturuyor yanı başımıza. Kimi zaman da en yakınlarımızdan biri bir tercih yapıyor ve bu tercih bizim de hayatımızı şekillendiriyor. Ben bugünkü yaşımda hâlâ hayatın istediğim gibi akmamasına sinirlenip kırgınlıklarımı biriktirip gözyaşı döküyorum. Hayatla başa çıkmayı ne zaman öğreneceğim bilmiyorum. Dünya hırslarından arınmak ne zor. Üstelik bu dünyadaki zamanımızın kısıtlı olduğunu bilmemize rağmen daha iyisi için çabalamaktan vazgeçmiyoruz. Daha iyisinin gerçekten daha iyi mi olduğunu bilmeden hem de!

Cuma başladığım yazı sonlanmak için pazar öğleden sonrasını bulmuşken, önce bana, ardından ihtiyacı olan herkese gönül esenliği, aydınlanmış bir kafa ve güzel demlenmiş bir çaydan keyif alacak kadar yaşam mutluluğu diliyorum.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Mutluluk nedir, nerede bulunur?” yazısında 4 düşünce

  1. Arzu Tırak diyor ki:

    Alın benden de o kadar,hayat akıp gidiyor,bense boş boş seyrediyor, hiçbir şey yapamıyorum gibi seyrediyorum sadece, okuyamıyorum,kendimi kandırıp ikna etmek elimden gelmiyor, bir ağlamak geliyor, Allah’tan çabuk geçiyor,…. Böyle işte,bahar geldi,kırlara çıkmak lazım,doğa ilacımız olur belki.Sevgiyle kalın,… geçecek elbet bu dünya ağrısı…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Yine geç yazdığım için bir özürle başlayayım. Ama sebebimiz aynı: Hayata yetişemiyorum. Kırklardan sonra daha mı hızlı akmaya başladı hayat ne? Bilmiyorum. Aklımız fikrimiz hayatın güzel anlarından ziyade endişelerle dolu. En çok da şuna sinirleniyorum: Gerçekten de ne olacak bu memleketin hali kaygısı sardı tüm bünyemi. Yahu ben bunu düşünmek istemiyorum. Bu ülkede yaşam gerçek anlamıyla kalp ağrısı. Yıllarca hepimiz çalıştık, ürettik; ama hiçbirimiz yaşlılığımızı garanti görmüyor, kaygılanıyoruz.
      Mayıs ayı sonuna kadar oğlumun sınavları var. Ardından hayırlısıyla bir yere yerleşecek. İşte o andan itibaren tüm kaygılarımı, kalp ağrılarımı bir müddet için de olsa bir kenara bırakacağım. Ta ki eylül ayında oğlumu yerine yerleştirene kadar. Milletin sıkıntılarını alkolle gülmeye çalışması gibi sanırım ben de kendimi yollara vuracağım. Hayatı, gülmeyi, kaygısızlığı çok özledim.
      Ah hayat diyorum. VE sizi kucaklıyorum.

  2. Serpil diyor ki:

    Özlemcim çayımı içerken okudum güzel yazını, penceremin önünde kocaman bir ağacım var bahar dallarıyla, kitabım da güzel, daha ne olsun.
    Uzun süredir Simone de Beauvoir okumadım, aklıma düşürdün şimdi.
    Çok sevgi selâm.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ben uzun süredir hayalini kurduğum ruh haline gelemiyorum. Dişlerimi sıktım bekliyorum. Ya da kendimi suyun altında kalmışım gibi hissediyorum. Nefesimi bırakacağım o nefis anı bekliyorum. Yazının sana iyi gelmesine sevindim. Cumartesi sabahı itibariyle ben de ikinci demlik çayımı koydum ocağa. Dışarda deli bir rüzgar. Şeftalim tomurcuklanmış. Bu sene inşallah yaprakları hastalanıp kıvrılmaz diye düşünüyorum. Ezginin Günlüğü dinliyorum.
      Ahhh, ahhh!
      Beni bu güzel havalar mahvetti sanırım. :))
      Benden de sıcacık bir sarılma….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir