Paris Yazıları

Son yeni yılımız evde geçmişti. Covid sebebiyle aileyi toplamıyoruz iki senedir. Sıradan bir akşam yemeği gibi bir masa hazırlamış, yanına birkaç meze eklemiştim. Bir de midye dolma. Yeni yılın ne getireceğini bilmiyorduk elbette. Son zamanlarda olanı olduğu gibi kabul edip üzülsek de birbirimizle paylaşmıyoruz artık; zira sıkıntılarımızı paylaşınca daha iyi hissetmiyoruz. Şükredecek tek şey sağlığımız.

Ayın sonunda bir Paris seyahatimiz olacağını zaten buradan duyurmuştum. “Ya Covid olursak da gidemezsek!” diye endişelerim vardı. Şükür ki o tarih geldi. 21-25 Ocak 2021 tarihlerinde Kuzey’i de alarak Paris’e gittik. Pandemi patlamadan iki sene önce nerdeyse aynı tarihlerde Paris’ten dönmüştüm. Benim için seyahatin en güzel yanı hem sevdiğim bir şehre gitmem hem de Kuzey’in yanımda olması oldu. İnsan yaşadığı güzel şeyleri zamanla unutuyor. Sanki onunla hiç tatil yapmamışız gibi hissediyordum. Bu Paris seyahatindeki Kuzey müthişti. Şehri bizim gibi çok sevdi. Etrafına bakındı. Baktığı şeyleri gördü. Güzel yemekler yedik. Hiç durmadan yürüdük. Hepimiz çok mutlu olduk.

Geçmiş birkaç günde neleri ardımızda bıraktık?

Eve dönüşle birlikte işlere yoğunlaştık. Artık ne kadar yapabildiysek.

On gün çalıştıktan sonra Selçuk’la ikimiz Paris’e tekrar gittik. Bizimkinin fuarı vardı. Şans benim yüzüme güldü. Şubat ayının başında bir kez daha Paristeydim. 5-10 Şubat 2022 Paris seyahati diyelim buna da. Gittiğimiz cumartesi öğleden sonrasını ve yağmurlu pazar gününü Selçuk’la Paris’te gezinerek geçirdik. Sonraki üç gün tamamıyla bana aitti. Hayatın bana gülümsediği zamanlar diyelim bu çalıntı Paris günlerine.

Peki niye yazıyorum bu Paris yazılarını?

Unutmamak için. Zaman çok hızlı geçiyor ve unutmam dediğim her şeyi unutuyorum. Kuzey’in bebekliğine, çocukluğuna dair o kadar çok şeyi unutmuşum ki bu durum beni korkutuyor. Bloga ne zaman geri dönsem ve eski bir yazıyı okusam şaşkınlığa kapılıyorum.

Bazen yazdığım zamanki fikirlerim şaşırtıyor beni, bazen hiç hatırlamadığım bir hatıranın önüme serilmesi. Eskisi kadar yazmayı çok isterdim ama şimdilik bunu becerebilecek gibi durmuyorum. İyisi mi olana şükretmek. Bugün bu yazıyı yazıp yayınla tuşuna basarsam ne büyük mutluluk!

Seyahatin ilk kısmı yeme- içme ve plakçı gezme temasında ilerledi. Kuzey plak dinlemeye, plak toplamaya merak saldı. İyi bir dinleyici. Bazen ortak müziklerde denk düşüyoruz, bazen dinlediğim bir grup sebebiyle takdir kazanıyorum, çoğunlukla da hiç bilmediğim bir sanatçıyı öğreniyorum ondan. Benim Kuzey’e yakınlaşma taktiğim bu; Selçuk’unki daha çok plak alımını desteklemek ve sponsor olmak şeklinde. Herkes gitme hazırlığındaki Kuzey’e bir şekilde kendini sevdirmeye çalışıyor.

Gitmeden önce çok yer gezeriz diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. St. Germain, Opera Bölgesi, Grands Boulevard civarlarındaydık genel olarak. Pazar sokaklarında dolandık durduk. Plak ararken de birçok Fnac Mağazası’nı denetledik diyebilirim.

Paris Yazıları, Paris Bistroları

İlk gün otele yerleştiğimiz gibi Grands Boulevard civarında yürüyüş yaptık. Aklımda daha önceden niyet ettiğim bir restoran vardı: Le Petit Bouillon Pharamond. Önüne geldiğimizde kapı önünde biraz sıra vardı ama neyse ki şansımız yaver gitti. On dakika içinde masamızda oturuyorduk.  O kadar acıkmıştık ki hemen siparişimizi verdik. Buz gibi rose söyledik. Yanında da salyangoz. 😃 Ben daha önce de yemiştim ama Kuzey de yesin istedim. Anne kalbi işte! Çocuğu salyangozdan mahrum kalsın istemiyor.

Kuzey biftek, Selçuk boeuf bourguignon, ben de günün yemeği olan bir balık siparişi verdim. Bence en güzel yemek benimkiydi. Tatlı olarak da krem brule söyledik. Kuzey’in ilk krem brulesiymiş nedense. Bayıldı. ( Bu şehirde Selçuk o kadar çeşitli yerlerde o kadar çok boeuf bourguignon yedi ki buranınkinin en iyisi olmadığını söyleyebiliriz. Ama ortam nefisti. Garsonlar çok sevimliydi.)

Le Petit Bouillon Pharamond
Le Petit Bouillon Pharamond

Bir de söylemeden edemeyeceğim. Boeuf Bourguignon denince aklıma hemen Julia Child geliyor. Bir gün onun tarifiyle evde bu yemeği yapmayı deneyebilirim. Sabrım yeter mi bilmiyorum. Hâlâ seyretmediyseniz Julie & Julia fimini de seyredin lütfen.

📌  Bu filmle ilgili şöyle de tatlı bir yazı yazmışım.

Paris Bistroları: Les Enfants du Marche

Burayı bistro diye tanımlamam pek doğru olmaz. Marais taraflarında açık bir pazardan bahsediyorum. Çeşitli dünya mutfaklarının olduğu, üstü kısmen kapalı, aynı zamanda bir bölümünde sebze, meyve ve şarküterinin de satıldığı açıklık bir alan burası. Pazar yerlerini sevenler için kaçırılmayacak bir fırsat. Kanımca bahar ve yaz mevsimi daha uygun burada yemek yemek için. Böyle dediğime bakıp da ocak ayının sonunda pazarın ve mini dükkanların boş olduğu düşünülmesin lütfen. Her bir tezgahın önü insan kaynıyordu. Bizim seçtiğimiz tezgah Les Enfants du Marche ise pazarın en kalabalık dükkanıydı. Japon bir şef pişiriyormuş burada. O kadar uzun zaman sıra bekledik ki bu durum yemeklerle ilgili fikrimi değiştirmiş olabilir. Çok üşüdüm, çok acıktım ve resmen bir an gitmeyi düşündüm. Kalabalıktan olsa gerek servis de elbette çok iyi değildi.

Yemeklere gelecek olursak, ne yazık ki istediğim birkaç şey bitmişti. Nefis bir ahtapot geldi. Diğer yemekler de güzeldi güzel olmasına ama biraz yağlı geldi diğer yediklerim. Daha geniş bir zamanda gitseydim, hava güzel olsaydı ve başka yemekleri de deneyebilseydim farklı düşünür müydüm bilmiyorum. Ama bir daha burada yemek yemem. Bu hakkımı başka bir yerden yana kullanırım. Fiyatlara gelince, gayet ortalamanın üstünde. 😀

Les Enfants du Marche
Les Enfants du Marche

Şehrin en güzel bistroları, Paris gezi notları…

Bu seyahatte de Kuzey’in hatırına Cafe de Flore’a uğradık. Malum Patti Smith’in en sevdiği kafe burası. Keyif için Paris’e her geldiğinde bu kafenin yakınlarında kalıyor ve kahvaltısını burada ediyor. Kahve, kızarmış ekmek, tereyağı ve reçel… Sanırım Patti’nin ünlü bir figür olmasından dolayı garsonlar kendisine iyi davranıyor olabilir. O kadar sinir garsonlar var ki insan parayla rezil oluyor. Turist kaynayan bu mekana Simone de Beauvoir ve Patti sevgime rağmen bir daha gideceğimi zannetmiyorum. Kafenin de çok umrunda değil mi? 😀

Başka bir gün öğlen yemeğimizi Procope’da yedik. Paris’te illa ki güzel bir şey yiyeyim diyorsanız bence Le Procope her zaman en doğru tercih. Ne garsonların nezaketiyle ne de yemeklerin kalitesi ve lezzetiyle insanı hiç yanıltmıyor. Yemeğin sonunda hesabı ödediğinizde yemeğin hakkını verdiğinizi düşenerek çıkıyorsunuz Paris sokaklarına. Her Paris’e gidişte bir kez daha gidilmeyi hak eden restoranlardan biri burası. Fiyatlar normal.

Procope
Procope

Ben genellikle yaptığım gibi bu seferde tercihimi balıktan yana kullandım. Selçuk, (o da genellikle yaptığı gibi) kaz ya da ördek tercih etti. İnanın hangisi olduğunu anımsamıyorum. Kuzey ise nefis bir deniz tarağı tabağı ile mutlu oldu. Yemeğin başında yine salyangoz söyleyerek Fransızlar gibi yeme alışkanlığı edinmeye başlamış olabiliriz.

Le Grand Colbert: Filmlerde gördüğümüz restoranlarda yemek.

Romantik filmlere düşkünlüğümü bilmeyen kaldı mı? Hele ki eski romantik filmlere. Filmimiz Diane Keaton ile Jack Nicholson’ın birlikte oynadıkları Something’s Gotta Give (Aşkta Her Şey Mümkün). Filmi hatırlamayanlar canlarının sıkkın olduğu bir gün seyretsin lütfen. Neyse, kahramanlarımız filmin sonunda Paris’te yemek yerler. Hangi restoranda peki? Le Grand Colbert.

Bu seyahatte bir gece de burada yemek yedik. Bunca gidiş geliş içinde hep niyet ettiğimiz ama nedense hep ertelediğimiz bir restorandı burası. Menü klasik Fransız restoran menüsü gibiydi. Deniz mahsüllü tabaklar, et, kaz/ ördek 🙂 Benim tok olduğum bir geceydi. Normalde geç kahvaltı, ufak bir atıştırmalık ve akşam yemeği beni kurtarıyor seyahatlerde. Geri gör ki Kuzey’le olduğumuz bu seyahatte her öğünü dolu dolu geçirince akşamları yemeklere hep tok gittim. Eee, tok ağırlamak da zordur biliyorsunuz. Ben bu sefer gri karides diye bir şey, mercimekli bir salata istedim. Karidesler minicik ama öyle çoktular ki ayıklamaktan yoruldum. Mercimekli salata da kocamandı. Diğerlerinin yemeklerinin tadına bile bakamadım. Garsonlar çok kibar, ortam da çok nezihti. Yemekler de lezzetliydi.

Le Grand Colbert
Le Grand Colbert

Paris Bistroları: Paris’te yemeğe devam

Paris’te her ülkenin mutfağı var. Bu kadar Çin ve Japon restaurantı var mıydı bilmiyorum ama bu gidişimde çok şaşırdım. Her yerde Ramen dükkanları vardı ve önleri de sırada bekleyen insanlarla doludu. İnanılmaz uzundu kuyruklar. Hele bir tanesinde öyle bir sıra vardı ki ben mümkün değil bir çorba içeceğim diye beklemem dedim. Bir de Kuzey’e söylendim evde tavuk suyuna, et suyuna çorbayı içmiyorsun burada ramen içeceğim diye tutturuyorsun diye. Şehrin en ünlü Ramencisi Kodawari Tsukiji.

Ortam tıpkı bir balık hali gibi. İçerde fotoğraf çekmek yasak. Hoparlörlerden bir balık halindeymişsiniz gibi gürültü yayılıyor. Konuşmalar, bağrışmalar… Sıkışık bir alan. Balıkçı kasaları üst üste yığılmış. Öyle arkadaşlarımla gideyim bir masaya kurulayım, hem yemeğimi yiyeyim hem de sohbet edeyim gibi bir ortam yok. Daha çok hızlı yenilen bir yemek. Çorbanı içip kalkıyorsun. Zaten yemeğin biter bitmez de hesabı getiriyorsun. Eee, çorba nasıldı derseniz güzeldi. Ama annemin çorbalarını tek geçerim. Carpaccio istedim. İncecik, mini bir porsiyon geldi çok lezzetliydi. Izgara sardalya istemiştim. Unutup getirmediler. Japon birasının da tadına baktım. Bence çok güzeldi. Sanırım yukarıdaki linkte fiyatlar da var.

Paris'te nerede ramen içelim?
Paris’te nerede ramen içelim? Yoksa yiyelim mi?

Paris’te yemeğe devam ettik mi?

Ettik vallahi. Sevdiğim şeyleri tıkınmaktan vazgeçmedim. En sevdiğim Marais kafelerinden biri olan Le Favorite’te patates kızartması yedim, Maison Georges Larnicol’un önünden geçerken şu meşhur tatlıları kouignette’den gömdüm. Hatta dönmeden bir paket de buraya getirdim. Chez Michel’de bir gece daha rezervasyonumuz vardı ama artık daha fazla süslü yemek yiyemeyeceğim diyerek onu da iptal ettim.

Elbette maceralarım bitmedi. Birkaç gün sonra gittiğimde daha başka ama nefis restaurantlarda yiyerek birkaç kilo fazlayla geri döndüm. Ama ne yapalım değil mi?

Hayat bir gün, o da bir gün!

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Paris Yazıları” yazısında 8 düşünce

  1. elif diyor ki:

    Özlemmmm!!! Pandeminin bittiğini – en azından bizlerin pandemi modundan çıktığını- senin Paris yazını görünce iyice anladım. Çok şükür yahu.

    Daha ayrıntılı yazsaydın keşke, oteli, gezdiğiniz diğer yerleri. Başka yazı olacak mı Paris hakkında?

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Selam,
      Pandemi bitti mi bitmedi mi bilmiyorum. Sanki pandamı yokmuş gibi davranıyorum. Ama evdeki yardımcımız geçen hafta covid oldu. Her şey bitti derken. Bugün geldi ilk defa ama yormuş hastalık çok. Artık geçsin lütfen. Hayatlarımıza dönelim. Mutlu olalım. Biz bir de üniversite işi ile uğraşıyoruz bu sene. Kalbimiz gelen redlerden bir ağrı içinde, bir gelen kabullerden sevinçle dolu. Hâlâ netleşmiş bir şey yok. Kararsızlık, hayal edilen üniversitelerden gelecek cevapları beklerken kalp sızısı. Yorgunum ben de. Paris seyahati her şeyi 16 ile çarpmak dışında çok iyi geldi bize. Ailece biraz hafifledik. Hem kesemiz, hem de yüreğimiz. 😀
      Bu kadar geç cevap yazdığım için de kusuruma bakma. Telefonumdan gördüm yorumunu ama unuttum. Paris’le ilgili ikinci gidişime dair bir yazı daha yazmayı planlıyorum ama ne zaman bilmiyorum. Bilgisayarın başına kafam hafif oturduğumda olabilir. Otel, son senelerde her gittiğimde kaldığımız AstOtel, 34B.
      Çok yazdım. İş beni bekler. Çok öpüyorum Elif.

  2. Candan diyor ki:

    Ben de gitmiş, bu lezzetleri tatmış kadar oldum, teşekkürler! 2018 yılında gitmiştim Paris’e… Yürüyerek şehri keşefetmek çok keyifliydi. Umarım tekrar gidebilirim🙏🏻

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Umarım tekrar gidersiniz. 🙏🏻 Hem neden gitmeyesiniz ki? 🙂
      Ben de başka hayallerin peşine düştüm. Hayatımız plan yapmak açısından biraz karışık ama olsun. Bekliyorum. Bir fırsat yarattığım an yeni planlar yapacağım.
      Hayal kurmak, bu hayaller için kitaplar okumak, bir rota çizmek, yola düşmek hepsi nefis!

  3. Arzu Tırak diyor ki:

    İçim bir hoş oldu,ben de Paris’e gittim,geldim sanki.Bu koşullarla belki emekli ikramiyesi ile gidebilirim oralara…Bir de Elhamra Sarayı’na.Hayali bile güzel ama…Hayal de kuramazsak elimizde ne kalır ki?Sesinizi duyduğuma sevindim.O filmi ben de çok sevmiştim,tekrar izleyeceğim şimdi. Benim Emre’m de 21olmak üzere,3 yıl oldu yuvadan uçalı,geliyor ama daha gelir gelmez ayrılık acısı çöreklenmiş oluyor içime.Yine de onu öyle genç bir adam olarak görmek de mucize gibi.Bir gün bir yerlerde görüşmek üzere,iyi bakın kendinize.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Merhaba,
      Hoş geldiniz. Ben de ne çok özlemişim sizi.
      Öncelikle Allah hepimizin çocuğuna sağlık, mutluluk, huzur versin diyeyim. Anne olmanın bu kısmı da epey zormuş. Gittikleri yerde mutlu olsunlar. Bizler de onlar mutlu olduğu için mutlu olalım. Elbette, yıllar yılı onların üzerine kurulan çatının bir anda boşalması çok zor :))
      Eee, biz de bol bol gezeriz onlar gidince diyeceğim ama paramız pul oldu ne yazık ki. Yılların emeği, emeklilik hayallerimiz, bol bol gezeriz dileklerimiz. Neyse, enseyi karartmayayım ben.
      Çoook hayalim var çok. Ve evet dediğiniz gibi canımız istediği kadar da hayal kurabiliriz. Yeter ki sağlığımız, umudumuz, hayallerimiz yerinde olsun.
      Çok teşekkür ederim buraya uğradığınız için.

  4. Zehra diyor ki:

    Selam yazınızın bir bölümünü hatırlıyorum. İnstagramdan galiba özet geçmiştiniz. Bizim gezileri ayarlayan arkadaş aklıma geldi. Nerede ne yenir diye önden hazırlanır sonra rehber bizi aynı yere götürür. Sizle beraber o güzel yemekleri yedim. Sevgiler.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Merhaba,
      İG’den paylaşmış olabilirim ama çok da bir şey paylaşmıyorum. Sosyal mecranın blog köşesi çok hoşuma gidiyor. Okunmak güzel şey. Bir de en çok kendime yazıyorum. Unutmayayım diye. İG’ye gelince, zamanım orada tükensin istemiyorum nedense. Keşke paylaşmadığım gibi izleyerek de bunca zamanı yitirmesem.
      Şuralara gideceğim, buralara gideceğim yazıları yazmıştım daha önceden. Arkadaşınız gibi bir seyahate gitmeden heyecanlanan, hayal kuran, araştırmadan duramayan tiplerdenim. Ruhum huzursuz :)))
      Okuduğunuz, yorum bıraktığınız için teşekkürler.
      Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir