Simone de Beauvoir okumak sizi de korkutur muydu?

Uzun zaman kafamda Simone de Beauvoir okumayı olgunlaştırdım. Ne zaman bir kitapçıya gitsem, yazarın kitaplarının dizili olduğu rafın önünden geçiyor, soyadlarının alfabetik sırada birbirlerinden uzak olmasından dolayı, ayrı raflarda yer alan Sartre ve Beauvoir kitaplarının kaderlerine usulca gülümsüyordum. Simone’u okumaktan yıllarca uzak durdum. Onu okuma yetisine ulaşmam için çok kitap okumam gerektiğini düşünüyordum. Korkumu usul usul besledim ve bundan da çok keyif aldım. Bir gün artık vaktinin geldiğine inanmış olmalıyım ki Simone’la gerçekten tanışmaya karar verdim.

Tanışma: Simone de Beauvoir okumaları

Konuk Kız, okuduğum ilk Simone de Beauvoir kitabı oldu.

Beauvoir okumalarına ilk onunla başlamamanın özel bir sebebi yok. Evdeki kitaplığımıza baktığımda,  yazarın elimdeki tek kitabının bu olduğunu görmüş ve okumaya oradan başlamıştım. Onca zaman beklemiş, Simone’u anlayacak yaşa geldiğime kendimi inandırmıştım. Onun yaşadığı şehre onca kez gitmiş, oturduğu kafelerde kendime koyu kahveler ısmarlamış, otururken çekilmiş fotoğrafının olduğu masanın karşısına geçmiş, hayali selamlar vermiştim kendisine. Düşünsel anlamda hazırdım. Mezarının önünde sigaralarını içen okurlarının gidecekleri anı beklemiş, ucunu tutuşturacak bir sigaram olmadığı için hayıflanıp durmuştum.

Simone de Beauvoir Okumaları
Simone de Beauvoir Okumaları

Simone de Beauvoir kitaplarından neden yıllarca bu kadar ürkmüştüm?

Sebebi gayet açık: Anlamayacağımı, sıkılacağımı ve kitabın bir yerinde pes edip bırakacağımı düşünmüştüm. Sahip olduklarımın içinde en önem verdiğim şey okumaya olan inancım ve sevgim. Beni kendi gözümde değerli kılan özelliklerimden biri bu. Bunu kaybetmek istemiyordum.

Konuk Kız’da, yeni basılmış kitapların insanda uyandırdığı o cilveli hâl yoktu. Vakti zamanında, -sık sık, burada size hatırlattığım gibi- sahaflardan alınmış bir kitaptı. Lise yıllarımdan beri nedensiz beslediğim hayranlığımdan olsa gerek, benim tarafımdan alınmış olmalı. Küçük puntolarla yazılmış, üstüne eski kağıt ve nem kokusu sinmiş, kalın bir kitaptı. Feminizmin ve Varoluşçu Düşüncenin Üstadı bir yazarın kitabının diyaloglarla süslü olacağını düşünmemiştim. Bu durum kitabı okumayı kolaylaştırıyordu. Uzun ve içinde anlayamayacağım üç beş terimin yer alacağı paragrafları bulmayı beklerken, üçlü bir aşk hikâyesinin içine dalmıştım. Kitabın dilinden ziyade, öyküyü anlamakta güçlük çekiyordum. Yazarın hayatının genel çerçevesinden haberdardım ve bir kadının sevdiği adamı paylaştığı özgür bir aşk anlayışını kafamda bir yerlerde toparlayamıyordum. Üstelik Sartre çirkin bir adamdı. Kitabı bitirdiğimde çok mutlu oldum. Yıllardır Simone de Beauvoir’ı okuyabileceğim zamanın gelmesini beklemiş ve bunu başarmıştım. Yazı dilinden hoşlandığım Beauvoir, artık bana ulaşılabilir geliyordu. Onu anlamak için, yaşamının dilimlerini anlattığı kitaplarını okumaya karar verdim.

Sevdiğin bir yazarla zaman geçirmek: Simone de Beauvoir

Simone de Beauvoir okumak...
Simone de Beauvoir okumak…

Kararımın üzerinden çok zaman geçmemişti ki kitapçı raflarında Simone de Beauvoir’ın Türkçe’ye yeni çevrilen bir kitabını gördüm: Moskova’da Yanlış Anlama.

Bu blogu okuyanlar, bu kitaptan burada bahsettiğimi hatırlayacaklardır. Kitaptan çok etkilenmiştim. Geriye dönüp baktığımda, biten yazın ardından yazdığım yazıda şöyle demişim.

”Yazımın, sonbaharımın, hatta belki de yaşamımın en güzel kitaplarından biri diyeceğim  bu kitap için. Son derece güzel anlatılmış, hiçbir dönem edebi değerini yitirmeyecek naif bir konu. Simone de Beauvoir’in kendi yaşam öyküsünden satır araları taşıyan bir anlatı. Daha önce de bir yerlerde söylemiştim, yine söylüyorum: Kitabı bitirdiğimde Simone de Beauvoir’a sarılmak istedim. Keşke kitap daha uzun olsaydı, keşke Simone de Beauvoir’ın sözcükleri devam etseydi.”

Aklımda şöyle bir soru vardı: Bir yazar, sadece kelimelerden inşa ederek unutulan duyguları tekrar hatırlatabilir mi? Vakti geçtikten, ölümü tamamlandıktan sonra bile zamana karışmış duygular, tavan arasına atılmış bir sandığın içinden çıkarılıp yeniden yaşama karıştırılabilir mi? Mümkün mü bu?

Hayat tıpkı bir kompozisyon: Giriş, gelişme ve sonuç

O yaz sonunda, bu kitabı etrafımdaki herkese hediye ettim. Okurken karşılaştığım, kaybolduğunu sandığım duygularla herkes karşılaşsın istiyordum. Kitabı okuduktan ve yazarı anlayabildiğimi düşünmeye başladıktan hemen sonraki ilk Paris seyahatimde, yine Montparnasse’da, yine Beauvoir’ın mezarının başında aldım soluğu. Sevdiğiniz yazarlarla gerçek yaşamda yüz yüze gelemezsiniz. Gelseniz bile hayalini kurduğunuz buluşma değildir bu. Eksik bir şey vardır. Ne söylemek istediğiniz kelimeler dilinizin ucuna gelir ne de duymak istediklerinizi duyarsınız. Bir kere ağızdan çıkan kelimeler, beğenmediğinizde tekrar eski yerlerine dönemezler. Bazen gözünüzde büyüttüğünüz yazarın masada duran bardağı uzanışında eğreti bir yan bulur, dudağının kenarında belirmeye başlamış çizgilerinde sahte kelimeler fark edersiniz. Söz, yazıya dönüşmüş sesler gibi etkileyici değildir.

Mandarinler hep en sevdiğim Simone de Beauvoir kitabı olarak kalacak.

Beauvoir’ı tanıma şansım hiç yoktu, tanısam da aynı dili paylaşmıyorduk ne yazık ki.Yazarı sevdiğime karar verdikten sonra Mandarinler’i okuma kararımı hayata geçirdim. Kitaba başladığımda ekimin sona ermesine on günlük bir süre vardı. Ben de kendime ayın sonuna kadar süre tanımıştım. Azimli bir okumanın sonunda yedi günde kitabı bitirdim. Gözümü korkutan bu kalın kitabın okumasının başka şeylerden arta kalan zamanların arasına serpiştirilemeyeceğini düşünerek başlamıştım okumama. Beni dağıtacak tüm diğer keyiflerimi bir köşeye koydum.

II. Dünya Savaşı sonrasında Fransız aydınlarının kendilerini içinde buldukları açmazı anlatan Mandarinler’de Simone de Beauvoir’dan, Sartre’dan ve Camus’dan izler buluyorsunuz. Kahramanların yaşayışları, konuşmaları ve olaylara bakış açıları yaşadığımız şu günde bile bana çok farklı. Bugünün Türkiye’sinde hâlâ kadın kimliği tam olarak oturmamışken ve tuhaf bir şekilde ülkemizdeki kadın nüfusunun büyük bölümü haklarını isteyerek ve güle oynaya teslim ederken kafam karışıyor.

Varoluşunu sorgulayan Simone ise harika!

Elimde kahvemle bir kafede oturmuş sohbet ediyor gibiyim Simone ile. Kitabın sayfalarının arasında bir sürü soruma cevap buluyorum.”Neden yazmak bu kadar zor Simone?” diyorum kısa bir an durakladıktan sonra.

Cevabı ondan değil Mandarinler kitabının satırlarının arasından Henri veriyor.

”Bir şey anlatmak, hiçbir şey anlatmamaktan daha ilginç! Senin öykülerindeki eksiklik, bence hiçbir şey anlatmamaya kararlı olmandan geliyor. Deneyimlerinden tıpkı bir çocuğun yaptığı biçimde söz edebilseydin, ortaya muhteşem bir şey çıkabilirdi.”

Son olarak her zamanki gibi Paris güzellemesi yapmak istiyorum.

Paris ritüellerimi okumak isteyen BU YAZIYA,

Hemingway’in izinde bir Paris yazısı okumak isteyenler BURAYA,

Paris’in gizli kalmış köşelerini okumak isteyenler de BURAYA tıklasınlar lütfen.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Simone de Beauvoir okumak sizi de korkutur muydu?” yazısında 3 düşünce

  1. Gülşah Şahin diyor ki:

    Son zamanlar da bende çok fazla kadın yazarların kitaplarını okumuşum aslındsa, şimdi senin yorumunu okuyupta düşününce…
    Yazarı biraz askıya alayım o zaman ben senin önerini dinleyerek. Artık seneye okurum, kız kreşe başladığında 🙂
    Sağol canım, bende çook öpüyorum…

  2. Gülşah Şahin diyor ki:

    Merhaba ÖZlem'cim.
    Yazarı bende senin yazın sayesin de tanımış ve Moskova'da Yanlış ANlama kitabını hemen almış, bir solukta okumuş ve ne zaman YKY yayınlarına gitsem gözüm diğer kitaplarını arar olmuştu.
    Henüz başka bir kitabını okumadım ama bana sorduklarında mutlaka okuyun dediğim yazarlardan oldu.
    Bu yazını okuduktan sonra daha bir heveslendim diğer kitaplarına okumaya.
    Sen hep yaz bizimle paylaş emi…
    Sevgiler iyi çalışmalar canım. 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Gülşah,
      Kadın yazarlara biraz torpil mi geçiyorum bilmiyorum ama onları daha başka bir gözle okuyorum. Simone de Beauvoir isteklerinin peşinden koşmuş bir kadın. Çok akıllı. Şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama Sorbonne Üniversitesi'nde okuduğu bölümü ya birinci ya da ikinci olarak bitirmiş. Sartre'la paylaşmışlar birincilik, ikincilik sıralarını 🙂 Yazmak için çok çalışmış. Moskova'da Yanlış Anlama'nın dışında okuduğum diğer kitapları özellikle Olgunluk Çağı, yaşamının yirmi yaşından sonraki zamanlarını anlatıyor. Bu da yazmaya çalıştığı yıllara denk düşüyor. Ben seviyorum bu kadını.
      Umarım diğer kitaplarını sen de okur ve beğenirsin. Bolca zaman ayırman lazım ama! Sanırım senin ufaklığın birazcık daha büyümesi gerekiyor.
      Öpüyorum canım çok….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir