Sanırım burada kafe tarzı yerler ”Tea Room” olarak adlandırılıyor çünkü üzerinde ”Kafe” yazan herhangi bir yere denk gelmedim. Bugün Brugge’deki ikinci günümüz. Daha doğrusu varışımızın ikinci, şehri güneşin gözüyle görüşümüzün birinci günü. Dün gece şehri sarıp sarmalayan sis gerçekten büyüleyiciydi. Bu şehri gece yaşamak şart. Burası Ortaçağ’dan kalma bir masal şehri. Zaten Unesco Dünya Mirası listesine girmiş. II.Dünya Savaşı sırasında da herhangi bir yıkıma ve bombalanmaya maruz kalmadığından dolayı şehir dün nasılsa bugün de hâlâ aynı. Yarına da aynı yüzü ve sakinliğiyle bakacak gibi duruyor. Tren istasyonundan iner inmez insan güzel bir yere vardığını fark ediyor. Anlıyorum ki beklenen, özlenen, hayali kurulan beklemeye değermiş.
Hava dondurucu derecede soğuk. Bugün gökyüzü berrak ama İstanbul’un sıcağından kuzeyin soğuğuna geçiş çok hızlı oldu açıkçası. Dudaklarımda Barış Manço’nun o bilindik şarkısı;
Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde
Bir türkü tutturmuşum duyuyorsun değil mi?
Çalacak bir kapım yok mutluluğa hasretim
Artık sokaklar benim görüyorsun değil mi?
Şehir bugünlerde yeni yıla hazırlanıyor. Dün trenle buraya ulaşmaya çalışırken yolumuzun üstündeki küçük küçük kasabaları geçip, minik trenimizle sislerin arasından ilerlerken kendimi Hogwards Büyücülük okuluna giden Harry Potter gibi hissettim. Usul usul ilerleyerek sislerin içinden vardım Brugge’e.
Mağaza tabelaları Ortaçağdan kalma gibi. Ferforje demirler üzerindeki isim levhaları rüzgarla usul usul sallanmakta.
Sokaklar çok sessiz, bu hissi daha önce Prag sokaklarında da hissetmiştim ama Brugge daha da sessiz. Etrafta bisikletleriyle gezinenler bana Amsterdamı hatırlatıyor ama kanallar açısından Brugge, Amsterdam ya da Venedik ile örtüşmüyor. Kanallar, Amsterdam ve Venedik’te şehirlerin dokusunu oluştururken burada sadece aksesuar olarak kalmış. Küçük kanallara açılan evler var ve kanallar yeşilliklerle çevrelenmiş. Kimi ağaçlar dallarını belli ki ara ara selamlaştıkları güneşe, kimi ise evlerin aksini içinde barındıran sulara uzatmışlar. Bazı kanallar taştan heykellere emanet edilmiş. Kim bilir ne zamandır gelen geçen günleri kovalıyor.
Arnavut kaldırımlı sokaklar bütün Brugge ‘e hakim. Burada zaman durmuş, yıllar öncesinde kalmış.
Yine bir Tea Room’dayız. Pencerenin arkasından.kese kağıdı rengine boyanmış duvarlarıyla minik iki kişilik çam rengi masalarda sokağı yudumluyoruz. Yan masada gördüğüm ekmek üzerine peynir ve domatesle fırınlanmış iki dilim ekmekten sipariş verdim çayla beraber. Domateslerin altına saklanmış üç tane ançüez ile karşılaşıyorum. Merhabalaşıyoruz, bu tanıdık lezzet çayla beraber geçiyor boğazımdan. Bayram tatilinde olmamızdan dolayı olsa gerek bizimle beraber bu arnavut kaldırımlı sokakları arşınlayan bol sayıda Türk var. Bu kadar eski bir yerleşimde karşımda uzanan sokağın üzerinde yıllardır ayakta duran evlerin içinde ne yaşamlar başlayıp ne yaşamlar bitmiştir diye düşünüyorum.
Ah güzel Avrupa, seviyorum ben seni! Senin tarih kokan masallarını, tuğla kaplı binalarını, çiçeklerle süslü pencerelerini, arnavut kaldırımlı sokaklarını seviyorum. Bir de şu yoran soğuğun olmasa! İnsanı çarpan, kalın paltolara sokan.
Zerocum,
Çok güzel anılar kaldı valla geriye..Alkol oranı yüksek biralar,damağımda tadı duran Brüksel usulü midyeler,lezzetli ev şarapları ve peri tozu:)) Daha ne olsun..Sevgiler
Özlemcim hazırlıklar başlamıştı biz gittiğimizde,mağazalarda noel süsleri satılıyordu.Meydanda kocaman bir çam ağacı ışıklandırıldı gittiğimizin ikinci günü..Restaurantta konuştuğumuz garson kız Noelde havanın çok soğuk olduğundan bahsetti ama bende senin gibi soğukda olsa oralarda Noel yaşamanın keyifli olacağını düşündüm.Sevgiler
Brugge'dan geriye ne kaldı? Tuğla renkli, kaldırım taşlı puslu ve zamansız bir masal… tek kelimeyle harika, harika, harika!
Oralarda Noel keyfini yaşamak da güzeldir aslında.
Sevgiler Özlem'cim…