İSKANDİNAVYA GÜNCESİ-6 OSLO

 

OSLO – VİKİNGLERİN VE FİYORDLARIN ŞEHRİ
     Bu tatil denilen şey, durduğu yerde durmuyor sahiden. Şimdiden üç gün bitti bile. Oslo’nun şehir merkezine otobüsle giriyoruz. Stockholm’ü geride bıraktık ve şimdi Norveç’in başkenti Oslo’dayız işte. Gözlerimi kocaman açmış, şehrin ben de uyandıracağını ilk intibayı yakalamaya çalışıyorum. İskandinav şehirlerinde sanki gökyüzü daha güzel. Çektiğim fotoğrafların her birinde, bembeyaz bulutlarla canlandırılmış bir gökyüzü yakalıyorum. Oysa bu şehirde gökyüzünden önce, Oslo Katedrali’nin hemen önüne bırakılmış çiçekler, mumlar ve bu ikiliyi çevreleyen üzgün insanlar sarmalamış. Oslo’yu şok eden ve gencecik çocuklarını ellerinden alan saldırının izleri çok açık. Halk sokakların her bir köşesini, bıraktıkları çiçeklerle donatmışlar. Çocuklar kalabalık gruplar halinde ellerinde çiçeklerle gelip, sevdikleri bir eşyalarını ya da yazdıkları bir mektubu bırakıp gidiyorlar. Hiç tanımadığım bir dilde insanlar çocuklarına bir şeyler anlatıyorlar.
     Norveç’te polisler silah taşımıyorlar. Bu saldırıdan sonra yetkililer silah kullanımını dile getirmiş olsalar bile, halk –polisin de desteğiyle- bu öneriyi kesinlikle reddediyor. Böyle bir saldırıyı yapan bir caninin, ne olursa olsun, bütün bir halkın huzurunu kaçırmasına ve toplumun düzenini bozmasına izin vermeyeceklerini söylüyorlar. İnanması zor ama gerçek bu.
     Otelimize gelip yerleşiyoruz. Otel yine konforlu ama Stockholm’de kaldığımız otelin sıcaklığı ne yazık ki yok. O otelin duvarlarına kitap kokusu sinmişti. Buraya gelmemiz akşamı buluyor. Havanın geç kararması bir avantaj. Kaldığımız otel, müzelerin olduğu kısma yakın. Dışarı çıktığımızda ve merkezi gezdiğimizde anlıyoruz ki şehir büyük değil.
     Burası, Stockholm sokaklarına göre kalabalık. Her yer insanlarla dolu ve insanlar cıvıl cıvıl. Şükür ki, burada daha normal kadınlar da görmeye başlıyorum. Benim somon teorisi doğru olmasa gerek. Şehir mekezinde bir Meksika restaurantına oturuyoruz ve harika bir yemek yiyoruz. Biz de Meksika yemekleri hep çok büyük porsiyonlarda gelmez mi?
     Güzel bir yemeğin ardından, hakkımıza düşen hesabı ödüyoruz ve kalkıyoruz. Yoksa Stockholm’e haksızlık mı ettim ben pahalı diye? Kızmaya başlıyorum artık. Bir yemeğin ya da ekmeğin, kolanın bu kadar pahalı olması imkansız ve çok saçma geliyor bana. Dayanamayıp bir mağazadaki çalışana, Oslo’lular nerede yemek yer diye soruyorum. Bu soruya çok alışık olmalı ki, gülerek şehir dışına çıkmadıkça her zaman evde cevabını veriyor. Dünyanın birçok yerinde restaurantlar pahalı olabilir ama en azından marketlere gittiğinizde uygun fiyatlarla karşılaşırsınız. Burada marketler bile pahalı. Vergilerin çok yüksek olduğunu söylüyorlar. Markette ekmek 15 TL.
     Para hesabı yaparak ve kendi paramıza çevirerek bu işin altından kalkılamayacağı belli oldu. En iyisi hiçbir şey yemeden ülkemize dönmek. İyi ki burası için tatilimin hepsini ayırmamışım yoksa annemlerden para yollamalarını istemek zorunda kalacaktım. Uzun yıllar sonra!
     Gece hızlı bir tur atıp, limana gidiyoruz. Aker Brygge- Aker Limanındayız. Buraya gelelim derken, yorulduk biraz. Liman bölgesinde geziyoruz. Burası daha önce tersane bölgesiymiş ama şimdi kafelerin, restaurantların olduğu çok kalabalık bir bölge. Restaurantların pahalı olduğu söyleniyor; Economist Dergisi’nin yaptığı bir araştırmaya göre Oslo, dünyanın en pahalı şehriymiş. Hemen ikna oluyorum derginin yaptığı araştırma sonucuna. Restaurantlar, kafeler dolu mu diye sorarsanız, oturacak yer bulmak zor!
     Sabah kahvaltısından sonra, otelden öğlen atıştırmak için de sandviç yapmakta sakınca görmüyorum.
      Limanda gezinip, deniz havasını içimize çektikten sonra otelimize geri dönüyoruz.
   Oslo, bize büyük bir şehir gibi gelmedi. Şehrin en işlek caddesi, ”Karl Johans Gate” diye adlandırılan caddesi. İsmi gibi büyük ”Grand Hotel” bu caddenin üstünde. Bu caddeden dümdüz ilerlediğinizde, Norveç Parlamentosu (Stortinget), Milli Tiyatro (Nationaltheatret), Oslo Üniversitesi ve en sonunda da geniş bahçesiyle Kraliyet Sarayı (Slottet) ile karşılaşıyorsunuz. Sarayın önüne askerler nöber tutuyorlar ve yine nöbet değişimine denk geliyoruz; ama artık kanıksadığımız bir durum haline geldiğinden, askerlerin yanından hemen ayrılıyoruz. Sarayın hemen önünde bulunan ve şehri uzaktan ama tümüyle gören yolun üstüne kum dökülmüş. Kendi kendimize fikir üretip, atların merasim yaptıkları bir yol olduğunu düşünüyoruz.
     Bu şehirde görmeyi planladığımız iki yer var. Milli Galeri ( Nasjonalgalleriet) ve Vigeland Heykel Parkı. Norveç’li ressam Edvard Munch’un kendi adını taşıyan bir başka müze de olmasına rağmen, o müzeye gitmek için vaktimizin yeterli olmadığını bildiğimizden, tercihimizi Edvard Munch’un ‘’Çığlık’’ adlı tablosunu da görebileceğimiz Milli Galeri’den yana yapıyoruz.
    Gezmek isteyenler için, Nobel Barış Merkezi ve Viking Gemileri Müzesi’de bu şehirde bulunmakta. Oslo denince akla fiyordlar geliyor. Milli Galeri ve Vigeland Heykel Parkı’ndan sonra yapılması gereken en önemli şey, fiyord gezisi yapmak; bu yüzden bu şehirden Bergen’e, içine fiyord gezisini de alan bir turla gideceğiz.
Bugünü burada bitirip, yarın Vigeland Heykel Parkı’na gitmeyi kararlaştırıyoruz.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir