Benim Paris’im her gidişimde sevip okşayıp gönlünü aldığım bir şehir. Çocukluk arkadaşı gibi biraz aramızdaki hissiyat. Ne yapsa kabülüm. O yüzden Paris deyince başka bir gülüyor gözlerim.
Benim Paris’im ya da başkalarının Paris’i.
Bundan yaklaşık bir ay önce çok sevdiğim bir arkadaşım Paris’e gitti. Bu şehre ilk ayak basışı değildi ama yaklaşık bir senedir haftada bir kez etrafını sardığımız bir masada benden bu şehirle ilgili masallar dinliyordu. Ben sevdiğim bu şehri ona anlatmaktan hiç bıkmıyordum. Gerçeği söylemek gerekirse, o da iyi bir dinleyiciydi. Her zaman dudaklarımdan dökülen kelimelerin peşinden koşar, gittiği yere kadar takip ederdi söylediklerimi.
Oysa hiç sevmiyordu benim sevdasından öldüğüm bu şehri. Her gidişinde başka bir hayal kırıklığıyla geri dönüyordu. Şehrin üstüne yüklenen anlamlar ona ne tanıdık geliyordu, ne de yakınlık gösteriyordu. Anlattıklarımla arkadaşımın kafasını karıştırmıştım. Kitaplardan hoşlanırdı. Eline bir kalem alır ve üzerine bin bir güzel tümcenin yazılı olduğu hikayeler, bir de kendi romanını yazardı bu arkadaşım. Hâlâ da yazıyor zaten.
Paris’in kitapçıları hep uğrak yerim.
Ona şehrin kitapçılarını anlattım bir bir! Önce Shakespeare and Company’den bahsettim, sonra St. Severin Kilisesi’nin hemen arkadaşına saklanmış olan Abbey Kitabevi’nden. Kitapların o büyülü kokusunun onun burnuna geldiğinden çok eminim. Gözleri ışıldamıştı ben yazdıklarımı ona okurken. Sonra kitapların arasından, kapının her açılışında minik bir zil sesi ile kendini duyuran rüzgârın kapı zilinden dışarı çıkarmıştım onu. Bildik bir Paris kafesinin içine götürdüm. Garsona kendime bir kahve, ona da kendini hep bir parçası gibi hissettiği çayından söyledim.
Hem bir yazardı arkadaşım, hem de beş kızdan oluşan bir ailenin küçük kızı. Çoktan büyümüş, okumuş, evlenmiş, anne olmuştu. Biraz bencil olsa, tam mesai ile çalışan bir yazar olur, sizlerde onun kitaplarını severek okurdunuz. Biliyorum!
Demli çayları severdi benim arkadaşım. Kısıtlı zamanlarda yazı yazmaya, kendini ara ara bulduğu dar zamanlarda anlatmaya alışmıştı. Bir poşetin ucunda sallanan bir çayın müptelası olmasa da, benim Paris’imde geziniyordu. Demini tam almamış çaya itiraz etmedi. Poşet çayını, benim kahvemin tüm keyfine ortak etti.
Ben onu benim şehrime gözlerim ışıl ışıl uğurlamıştım. Seveceği tüm hikâyeler kulağında tıpkı bir küpe gibi asılıydı.Çok soğuk bir Paris havası karşıladı onu. Üstelik sevmek için gittiği bu şehirde ağırlaması gereken bir yoldaşı vardı. Eyfel’e çıktı soğuk bir kış gününde. Şehre ilk gelenlerin uzun kuyruklar oluşturduğu sırada saatlerce bekledi. Yukarı çıktığında gözlerinin önünde sevmenin mümkün olmadığı gri bir Paris uzanıyordu.
Dönerken bir kağıda şöyle yazmıştı: Özlem’in Paris’ini aradım bu şehirde, bulamadım. Başka birinin Paris’ini aramakla ne büyük hata yaptım. Yine şehir açmadı bana kendini, yine sarmadı, sarmalamadı beni. Ellerim boş, İstanbul’a geri dönüyorum şimdi.
En sevdiğim kitapçıyı anlattığım Paris yazım BURADA.
Benim gibi Paris’i sıcacık bir palto gibi üstüne alıp sarınmak isteyenler LÜTFEN BU YAZIYA buyursun.
Sevgili Özlem,
Paris benim için de hep özel bir şehir olmuştur. Bu niye böyle diye düşünürüm herhalde etkilendiğim yazar ve şairlerin hayatlarının bir bölümünün Paris’te geçmesi özellikle 1950’li 60’lı yılların Parisine ilişkin okuduğum anılarıdır. Kimler geçmedi ki Paris’ten Atilla İlhan’lar Abidin Güzin Dino’lar,Orhan Okay,Mübin Orhan, Avni Arbaş, Nejad Melih Devrim kimler kimler…
Paristi, Ataol Behramoğlu
Paristi, geceydi, gençtim
Koyu simsiyah akıyordu Seine
Sarhoştum, ıslaktım, esriktim
Aşktan, şiirden, kederden
Paristi, binbir surat Paris
Bir zaman benimde sevgilim olan
Kanatır gibi bir akşamüstü
Öpünce eylül dudaklarımdan
Paristi, hüzünlerden hüzün beğen
Orada ölmek istiyordum
Yazılmamış şiirlerimi
Ardımsıra sürüklüyordum
Paristi, akşamın Paris’i
Her gülüş, her söz bir sır küpüydü
Tepeden tırnağa bir kalptim sanki
Özleyişlerle örtülü
Paristi hangi zamanın Paris’i
Uçup giden yaşamla uçarak
Anıya dönüştü her şey birden
Anıya dönüştü aşk
Paristi, gecenin hüznün Paris’i
Yağmurun ve gençliğin
Teşekkürler, esirgediğin
Ve sunduğun her şey için
Paris Sevenler Derneği 😍
Sana bir şey diyeyim mi sevgili Aylin, ben bu şehri sevmeyenleri anlamıyorum yahu. Her köşesinde başka bir sırrı saklayan, sanat ve edebiyatla bezenmiş, lezzetli, çakırkeyif nefis bir şehir Paris. Aynen dediğin gibi bizden de bir sürü şey barındırıyor içinde. Geçenlerde ben de Hıfzı Topuz’un yazdığı Avni Arbaş’la ilgili kitabı okudum. İçinde Paris geçen şeyler çekiyor canım sıklıkla. Vallahi Paris benim içimde. Öyle olduğu için de çok mutluyum. Şimdiden Eylül ayındaki Paris seyahatimizi iple çekiyorum.
😍
Çok öpüyorum seni. Sevgiler
Nefis yazmissin yine canim.. Cok hos cumleler… Paris'i galiba herkes kendi kesfetmeli ve anlamali.. Benim de cevremde hikayelerimden etkilenmeyen cokca da Paris'ten nefren eden insan dolu.. Oysa ne kadar da bendir.. ne kadar da anlamli.. Hatta ben soguk puslu Paris'i bi parca daha cok severim.. Sokulursun sevdigine ya da sokulursun kendine daha da cok.. Daha bohem daha Paris olur sehir benim icin o havalarda.. ! Normalde bu kadar cok Paris konusmayi sevemem.. ozlerim lakin ama neyseki Temmuz 6'ya bilet kestirmenin dayanilmaz hafifligi var su an uzerimde… Arkadasina gunes mi lazimmis acaba ?
Temmuz'un altısını bilmem mi? Biz ne yapacağımızı bilemeden dolaşıyoruz etrafta. Sizinle aynı planların etrafında dolanıp, sonra Endülüs civarlarında dolaşırken buluyoruz kendimizi. Malaga'ya uçak fiyatlarına bakıp, THY şaşırmış herhalde diyoruz ama THY bizi pek umursamıyor:)))))
Paris'i sevmek başka bir şey gibi geliyor bana. Dediğin de çok haklısın, çoğu da nefret ediyor Paris'ten. Oysa aynı senin de dediğin gibi, Paris'i sanki hep tanıyormuşum gibi hissediyorum. Kaldırımlarda yürürken yanımda hep hayali roman kahramanlarım ya da kendileri çoktan bana kahraman olmuş yazarlarım. Bir yanımda Hemingway oluyor, bir yanımda Oscar Wilde. Montmartre'da merdivenlerden tırmanırken aklıma o basamakları teker teker çıkan Monet geliyor, sonra Pisarro ya da Dali….
Daha ne çok anlatacak hikayesi var bu şehrin…
İyisi mi Paris sevdası sevenlere kalsın.
Arkadaşıma ise Paris'te bolca vakitle beraber, biraz güneş, biraz kağıt, bir kalem bir de demli bir çay lazım:))))
Sevgiler
Harika bir yazı.. Zevkle okudum..
Teşekkürler, ben de sizi keyifle okuyorum:)
Arkadaşın Paris'i sevmese de bu sayede çok güzel bir yazı okuduk biz.
Onun şehrini bulmamız lazım:) Mersü bu arada:))))
Oysa, güneşi bol olunca bir şehri sevmek ne kolay! Kapkaranlık havasına, kibirli mağazalarına, içine rahatça almayan halet-i ruhiyesine rağmen içine girdiğimde tüm hayatın sepyaya döndüğü Paris'i çok seviyorum ben!
Ne güzel bir tanımlama olmuş bu! Sanki enseme hafifçe üfleyen bir sonbahar geçti yakınlarımdan… Paris her zaman güzel olsa da, bahar kahve kokularını daha güzel taşıyor Paris sokaklarına!
Bence insanlar nerede mutlu anılar bırakıyorsa, orayı çok seviyorlar.Sizin Paris'te geçirdiğiniz güzel anlar kötü anlara baskın olmalı diye düşünüyorum.Ben de bir kez Paris'te bulundum ve çok sevdim.Özellikle Montmartre civarına bayıldım.Bir daha gidersem sizin kitapçı tavsiyelerinizi de göz önünde bulunduracam.
Paris'te hep güzel anlara denk geldiğim doğru:) Yolda olmanın kendi zaten çok güzel, bir de yolcuya eşlik eden yol arkadaşı…
Montmartre benim de vazgeçilmezim. Bu sefer arka sokaklarında gezdim daha çok. Aynı tanıdık ressamlara selam verdim. Köşedeki pastanenin huysuz, yaşlı garsonlarına söylendim:)
Paris kitapçıları ise hep güzel:)
doğru belki de…Ona da keşfedecek,heyecanlanacak birşeyler kalmalıymış:)
Güzel bir hava gerekliymiş arkadaşıma:) Tepesinden gülümseyen bir güneş, uzun uzun yazı yazabileceği pencere önünde konumlanmış bir masayla sevimli bir Paris kafesi, beraber yürüyebileceği bir yol arkadaşı ve ruhunu dinlendirecek Paris kitapçıları…
Ona da bir daha gitmek şart oldu:)